“Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O ki yazmayı öğretti. İnsana bilmediğini öğretti.”
PEYGAMBERLİĞİNİN BAŞLANGICI
Hz. Muhammed (s.a.a), uygarlık ve insanlık eserlerinden bir iz taşımayan sahipsiz ve kayıtsız bir toplumda kırk yıldır yaşıyordu. Toplumun bu hal ve yaşayışı o Hz.in (s.a.a) latif ruhunu incitmekteydi.
Kâbe etrafında puta tapanlar, insanların birbirlerinin hakkını yemeleri, yoksulun, fakirin hakkını gözetmemeleri, yoksul ve yetimlerin perişan hali onu çok üzüyordu.
Kadınlara hiçbir değer verilmemesi, kız çocuklarının diri diri gömülmesi, kumar ve şarabın yaygın olması, adam öldürme ve cinayetin normalleşmesi ona hep acı veriyordu.
Ruhunun acı duymayacağı bir yere giderek dinlenmek ve ibadet etmek zorunda hissediyordu. Bu amaçla Hira dağına gider ve Allah’ın rahmet izlerini ve evrenin olgularını seyre koyulurdu.
Yaşı kırk olduğunda artık ilahi görevi ifa etmek için tam hazırdı.
İLK VAHİY
Bir gün Hira dağındayken dört büyük melekten birisi olan Cebrail (a.s) nazil oldu ve Hz. Muhammed’e (s.a.a) ‘oku’ dedi. Hz. Muhammed (s.a.a) ‘neyi okuyayım?’ diye sordu. Tekrar aynı sesi daha açık ve net bir şekilde duydu ve Cebrail ona ‘Oku, ey Muhammed (s.a.a)’ dedi. Üçüncü defa Cebrail şöyle seslendi:
“Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O ki yazmayı öğretti. İnsana bilmediğini öğretti.”[1]
Hz. Muhammed (s.a.a) yüce bir âlemle, meleklerle, Cebrail’le iletişim kurduğundan dolayı bütün vücudu, vasfı mümkün olmayan bir heyecan ve coşku ile dolup taşmaktaydı. Onun ruhu yüce, kutsal, samimi ve ebedi bir aşina dayanağı bulmuştu. Bütün vücudu huzur ve özgüvenle doluydu.
Vahiy, Allah’ın Cebrail aracılığıyla ve bazen aracısız olarak Peygamberleriyle irtibata geçmesine denilmektedir.
Hz. Resulullah (s.a.a) okuma yazmayı bir şahısın yanında öğrenmemesine rağmen Kur’an gibi mucize bir kitap getirmiştir ve bu onun Peygamberliğinin delillerinden birisidir.
Kur’an, fesahat, üslup, beyan, gaybi haberler, hidayet etme, terbiye etme, gelecekten haber verme ve insani ilimleri kapsama gibi değişik yönlerden fevkalade ve ayrıcalıklı olduğu aşikâr olan bir kitaptır. Kur’an’ı araştıran herkes, onun semavi bir kitap olduğunu ve insanın her ne kadar ders okumuş olursa olsun, onun gibi bir kitap yazamayacağının rahatlıkla görecektir.
Hz. Peygamber, Kur’an’ı ve diğer mucizeleri kendi peygamberliğinin delili olarak ortaya koyuyor ve halktan eğer yapabilirlerse onunla mücadele edip bir benzerini getirmelerini istiyordu. Ancak hiç kimse Kur’an’ın bir benzerini getiremedi. İnkârcılar Kur’an ile mücadelede aciz düşmüşlerdi. Bundan dolayı o yüce insanın peygamberliği herkes için ispat edilmiş oldu.
Kur’an’ın bu mucizeliği devam etmekte ve Kıyamete kadar devam edecektir.
HZ. MUHAMMED’İN EVİNE GELİŞİ
Hz. Muhammed (s.a.a) Peygamberlikle görevlendirildiği gün eve geç geldi. O güne kadar böyle bir durumla karşılaşmayan Hatice üzgün ve tedirgindi. Ansızın Hz. Muhammed (s.a.a) yüzü değişmiş bir halde eve girdi. Hatice’nin durumu sorması üzerine Hz. Muhammed (s.a.a) olanları anlattı. Hatice olanları öğrendikten sonra, Hz. Muhammed’e iman etti ve iman eden ilk kadın unvanını aldı.
HZ. ALİ (A.S), İMAN EDEN İLK KİŞİ
Arabistan’da başlayan büyük kıtlıktan dolayı, Hz. Muhammed (s.a.a) amcası Ebutalib’e yardımcı olmak için Hz. Ali’yi (a.s) kendi evine götürmüş ve şefkatli bir baba gibi büyütüyordu. Çok güçlü zekâ ve istidat sahibi olan Ali (a.s) can-ı gönülden Hz. Muhammed’e (s.a.a) itaat ediyordu.
Hz. Ali (a.s) bu süre zarfında, tam manasıyla Hz. Muhammed’in (s.a.a) hakikatini ve doğruluğunu anlamıştı ve bu yüzden de on yaşında ve tam bir basiretle Hz. Muhammed’in (s.a.a) peygamberliğine iman etti. Böylece de İslam ve imanın öncülük bayrağını taşımada diğer insanları geçti.