Güncel yaşamın tüm çekişmeleri ve gürültülü anları içinde mübarek Ramazan ayı gibi bir ay, cismimizi ve ruhumuzu ilahi rahmet rüzgarına teslim etmek için emsalsiz bir fırsattır. Evet, Ramazan ayı bir kez daha geldi ve kapılarımızı çaldı. Bu bereketli ve rahmet dolu ay varlığı ile çölleşen gönüllerimize rahmet ve tazelik yağmuru yağdırıyor.
O zaman gelin hep birlikte yüce Allah’ın nimet dolu sofrasına oturalım ve kalplerimizi ilahi rahmete açalım. Ey yüce Rabbimiz, bizlere bir kez daha bu mübarek ayda senin sofrana oturmayı nasip ettiğin için binlerce kez şükürler olsun. Mübarek Ramazan ayı aynı zamanda Kur'an'ı Kerim baharıdır, çünkü Kur'an'ı Kerim hakikati bu ayda bir arada ve bir anda İslam peygamberinin (sav) mübarek kalbine nazil olmuştur. Mübarek Ramazan ayında en seçkin adetlerden biri Kur'an'ı Kerim ile alışmak, ayetlerini tilavet ederek üzerinde derin derin düşünmektir. Subhan Allah Kur'an'ı Kerim’in kalplere şifa ve iman ehline rahmet olduğunu buyuruyor.
Bu kitap sayesinde hak ve hakikati arayanlar selamet yoluna hidayete eriyor ve kalpleri hikmet ve marifet nuru ile aydınlanıyor. Biz de bu bereket ve rahmet dolu ayı fırsat bilerek siz değerli dostlarımıza Kur'an'ı Kerim’den bazı hikmet dolu ayetleri aktarmaya ve bu semavi kitaptan güzel noktaları anlatmaya karar verdik. Naçizane de olsa, çabamızın Ramazan ayının bereketi sayesinde Kur'an'ı Kerim ile alışma yolunda bir başlangıç olmasını niyaz ediyoruz. Yüce Allah Kur'an'ı Kerim’in Lokman suresinin 2. Ayetinde bu kitabı şöyle vasfediyor: İşte bu ayetler, hikmet dolu Kitap’ın ayetleridir. Hikmet sözcüğünün derin anlamı söz konusudur.
Hikmet, kalıcı ve aydın ve yararlı olan ve değişmeyen ve sapmayan söz ve ilime denir. İşte bu yüzden her zaman insanların işine yarayan ve zaman ve mekandan bağımsız olan ilimlere hikmet adı verilir. Hikmet dolu kitaptan maksat, baştan başa hikmetli ve akılcı sözler içeren kitaptır. Hikmetli kelam ve hikmetli kitap derken, içinde hiç bir zafiyet veya eksiklik göze çarpmayan kelam ve kitap kastedilir.
Dolaysıyla Kur'an'ı Kerim içeriğinin güçlü olması itibarı ile hikmetli kitaptır, çünkü bu kitapta batıla asla yer yoktur ve kendiliğinden her türlü hurafe ve Batılı uzaklaştırır ve hak yolundan başka hiç bir şeye davet etmez. Kur'an'ı Kerim’e hikmetli kitap demenin bir sebebi de, bu kitabın hikmetli bir bilgin gibi konuşmadığı halde bin bir dille konuşan, öğreten, nasihat eden, teşvik eden, uyaran ve ibret dolu öyküler anlatan bir kitap olmasıdır. Hikmetli kitap hem program sunar, hem yol gösterir. O zaman Kur'an'ı Kerim ancak insanlar bu kitabın programlarını, tealimini, tavsiyelerin ve nasihatlerini kullandığı takdirde hikmetini ortaya koyabilir.
Bu da ancak insanlar inanç ve amellerini Kur'an'ı Kerim’in tavsiyeleri doğrultusunda yerine getirdikleri ve pak bir fıtratla bu kitabın karşısına çıktıkları vakit gerçekleşebilir. İnsanlar Kur'an'ı Kerim nuru sayesinde hakikati bulur ve pratikte kullanır ve bu sayede ilahi sonsuz rahmet ve nimetten yararlanır. Değerli dostlar, sözü Kur'an'ı Kerim’den çok güzel bir nokta ile noktalamak istiyoruz. Bilindiği üzere Kur'an'ı Kerim İslam peygamberinin (sav) ebedi mucizesidir. Bu kitap 23 yıl boyunca çeşitli şartlarda ve ihtiyaca göre yavaş yavaş Allah resulüne (sav) nazil oldu ve İslam’ın ahkamı, maarifi, inanç ve kuralları vahiy yolu ile o hazrete tebliğ edildi, İslam peygamberi (sav) de ilahi kitabın vahiy ayetlerini insanlara tebliğ etti. Ne zaman Kur'an'ı Kerim’den bir ayet nazil olursa Allah resulü (sav) de onları insanlara anlatırdı, böylece hem kendisi ayetleri ezberler ve hem vahiy katipleri ayetleri yazardı.
Evet Kur'an'ı Kerim ayetlerinin yazarları vahiy katipleri olarak ün yapmıştı ki aralarında en ünlü olanı Hz. Ali Bin Ebutalib’ti (sa) Vahiy katipleri nazil olan ayetleri o çağın imkanlarına göre ağaçların kabuğuna, kumaş veya hayvan derilerine yazardı. Ayetler nazil oluşuna göre art arda yazılırdı ve ne zaman Bismillahirrahmanırrahim kelimesi gelince, vahiy katipleri surenin sona erdiğini ve yeni bir surenin başladığını anlardı. Yani bir surenin ayetleri genellikle sırayla nazil olurdu, ancak bazı durumlarda İslam peygamberi (sav) vahiy yolu ile aldığı talimata göre bir veya bir kaç ayetin falanca surede falanca ayetten önce veya sonra yazılmasını buyururdu.
Bugün sizler için Kur'an'ı Kerim’in Lokman suresinin 13. Ayetini seçtik. Ayette şöyle okumaktayız: Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti. Bu ayette Lokman’dan ve bu evliyanın tevhid meselesi ve şirkle mücadele hakkındaki önemli nasihatinden söz ediliyor.
Lokmanın oğluna verdiği nasihatler Kur'an'ı Kerim’de Lokman’ın onlu hikmetleri olarak bilinir. 6 ayet boyunca gündeme gelen bu onlu nasihatlerde hem inanç, hem dini görevler ve hem ahlakı konular yer alıyor. Lokman’ın oğluna hitaben sözleri oldukça sevgi ile ve şefkatli bir şekilde beyan edilmiştir ve bu yüzden Lokman oğluna yavrucuğum gibi güzel bir sözcükle hitap ediyor.
Gerçekte Lokman’ın hikmeti her şeyden önce en temel inanç olan meselenin üzerinde odaklanmasını icap ediyor ve bu temel mesele, tevhid meselesidir. Çünkü varlık aleminde tüm doğru ve yapıcı hareketlerin temeli tevhittir ve yine dünyataleplik, mal ve mevki hırsı gibi ilahi değerler karşıtı her türlü yıkıcı hareket şirkten kaynaklanır. Tevhid, tüm semavi dinlerin esası ve temeli ve köküdür ve tüm peygamberlerin daveti de bu temele dayanır. Tevhid gerçeği iki inançtan oluşur. İlk inanç, bu dünyanın bir yaratıcısı olduğu ve ikinci inanç da bu yaratıcının yegane oluştur. Şirk ise fıtratın cahillikle bütünleşmesinin sonucudur. Yani insan cahillik yüzünden ve doğru bilgi yetersizliği ve ilahi peygamberlerin tebliğ ortamından uzak kalması sonucu gerçek Rabbi, sahte ilahlardan ayırt edemez hale gelir ve gerçek Allah yerine cansız ve ruhsuz putlara veya gök yüzünden Allah’ın yarattığı parlak yıldızlara ve benzeri şeylere tapmaya başlar.
Lokman ise şirkten büyük bir zulüm olarak söz ediyor. Gerçekten de yüce Allah’ın yerine O’nun yarattığı güçsüz iradesiz mahluklara tapmak ve bu cansız şeyleri Allah’a ortak koşmak ve kendimizi Allah’a kulluk izzetinin zirvesinde şirk ve putperestliğin derinliklerine atmaktan daha büyük bir zulüm olabilir mi? Çağımızda gerçi artık pek fazla taştan ve ahşaptan yapılan putlara veya gök cisimlerine tapıldığına pek rastlanmıyor, fakat putların yerine insanların heva ve hevesi geçtiği gözleniyor. Nitekim bazı insanlar makam, para, güç, servet ve şehvet yolunda kendilerini öylesine kaybediyor ki adeta bunlara tapıyor.
Bu tür insanlar öylesine heva ve heveslerine esir düşüyor ki, para ve gücün her şeye çare olduğunu ve eğer bunları kaybedecek olurlarsa her şeyi kaybetmiş olacaklarını düşünüyor ve bu yüzden para, mal ve mevkie adeta bir put gibi tapıyor ve yaşam ve bekalarını onlara bağlı sanıyor. Bu tür insanlar bu yolda her türlü ahlaki fazileti de güç, mal ve mevki adındaki putların yolunda feda ediyor. İşte şirkin bu tür yıkıcı sonuçları yüzünden Lokman şirki büyük bir zulüm olarak anıyor. Yüce Allah da Nisa suresinin 48 ve 116. Ayetlerinde şöyle buyuruyor: Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar.
Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur. Değerli dostlar, sözü Kur'an'ı Kerim’den çok güzel bir nokta ile noktalamak istiyoruz. İslam peygamberine (sav) nazil olan ilk ayetler Alak suresinin ilk ayetleriydi ki bu ayetler bisatin başında nazil oldu. Bundan sonra uzun bir süre ayetlerin nazil olması kesildi, ama daha sonra yeniden başladı. Nazil olan ve yazılan ayetler, daha sonra toplanarak bir araya getirilmek üzere Allah resulünün (sav) evinde saklanıyordu. Öte yandan müslümanların büyük şevki ve insanların Kur'an'ı Kerim’in kelamının güzelliği, fesahat ve belagatine olan ilgisi, nazil olan ayetleri çabucak ezberlemelerine vesile olmuştu.
Bazı ulemaya göre Allah resulünün (sav) mübarek ömrünün son günlerine kadar bazı nedenlerden ötürü ayetler nazil olduğundan, o hazret hakka yürüdüğünde Kur'an'ı Kerim’in tümü yazılmış olmasına rağmen ayetlerin tümü bir araya getirilerek bir kitap haline getirilmemişti ve iş İslam peygamberinden (sav) sonraki dönemde gerçekleşti. Allah resulü (sav) ise bu sorumluluğu İmam Ali’ye (sa) vermişti. Üçüncü halife döneminde Kur'an'ı Kerim kıraati hakkında anlaşmazlık yaşandığından Zeyd Bin Sabit başkanlığında bir heyet o dönemde bulunan Kur'an'ı Kerim’in tüm nüshalarını toplamak ve en ünlü kıraate göre tek bir nüsha hazırlamakla görevlendirildi ve böyle de oldu.
Bundan sonra öteki tüm nüshalar imha edildi ve kıraatin bir olması için hazırlanan nihai nusha üzerinden bir kaç kopya hazırlandı ve Mekke, Basra, Küfe, Mısır, Yemen, Şam, Bahreyn ve diğer İslam beldelerine gönderildi. Ana nüsha ise Medine’de kaldı.