İslam peygamberinden (sav) şöyle rivayet edilmiştir: Bakara ve Al-i İmran surelerini öğrenin, zira onlar kıyamet gününün iki parlayan yıldızıdır ki iki melek kılığında ortaya çıkar ve onları okuyanların cennete gitmeleri için şefaatte bulunur.
Al-i İmran suresi Kur'an-ı Kerim'in en uzun ayetlerinden biridir ve içinde çeşitli konularla ilgili mesajlar ve hükümler yer alır. Geçen bölümde bu surenin bazı bölümleri ile tanıştık ve şimdi sohbetimize bu surenin üzerinde devam edeceğiz. Hz. Meryem'in annesinin adağı, Hz. İsa ve Hz. Yahya'nın doğumu, bu surede yer alan güzel öykülerden bazılarıdır. " إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّی نَذَرْتُ لَکَ مَا فِی بَطْنِی مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّی إِنَّکَ أَنتَ السَّمِیعُ الْعَلِیمُ (۳۵﴾ İmrân'ın karısı şöyle demişti: "Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur.
Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin." Bu surede İmran'ın eşi ve kızı Meryem hakkında söz eden ayetler vardır ve kısaca bu büyük kadının doğumu ve yaşamında karşılaştığı bazı önemli hadiseleri beyan eder. İmran'ın eşi hamile kaldığında, doğuracağı bebeğin erkek olduğunu düşünüyordu ve bu yüzden onu mabedde hizmet etmeye adamıştı. Ancak doğum gerçekleştikten sonra büyük bir şaşkınlık içinde bebeğin kız olduğunu anladı. Bu yüzden da bebeğin kız olduğu için adağını yerine getiremeyeceğini düşündü.
Ancak yüce Allah Meryem'i benimsedi ve onu şayeste bir şekilde yetiştirdi ve peygamberi Zekeriya'yı ona bakmakla görevlendirdi. Meryem yavaş yavaş büyümeye başladı ve böylece içindeki azamet ve büyük makam ortaya çıkmaya başladı. Kur'an-ı Kerim Hz. Meryem hakkında bu gelişmeyi şöyle anlatıyor: Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.
Zekeriya'yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi. Bu ayetlerden sonra Al-i İmran suresindeki ayetler Zekeriya peygamberin öyküsünü ve nasıl evlat sahibi olduğunu anlatıyor. Daha sonra ayetler bir kez daha Hz. Meryem'in öyküsüne dönüyor ve bu pak kadının gelişmesi ve yüce makamından söz ediyor. Yüce Allah burada Meryem'in makamını takdir ederken şöyle buyuruyor: Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti.
Hz. Meryem'in takvası ve yüksem makamı dolaysıyla yüce Allah ona Hz. İsa gibi bir evlat sahibi olma muhabbetini sundu. Kur'an-ı Kerim Hz. İsa'yı çamurdan kuş yapan ve yüce Allah'ın izni ile çamura üfleyerek ona can kazandıran bir peygamber olarak söz ediyor. Hz. İsa anadan doğma görmeyen insanların gözlerine şifa veriyor ve yine yüce Allah'ın izni ile ölüleri diriltiyordu. Hz. İsa sürekli izleyenlerini tevhide davet ederken şöyle diyordu: Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur. Kur'an-ı Kerim Müslümanları İslam karşısında duran ve Müslümanlara karşı savaşın ve şiddet uygulayanlarla dostluk etmekten men ediyor ve İslam'ı izleyenlerin izzetine, istiklaline ve onuruna vurgu yapıyor.
Al-i İmran suresinin 72. ayeti ise bir grup Yahudi'nin Müslümanlara karşı kurduğu komployu ifşa ediyor. Yahudilerden 12 kişi Müslümanların imanını sarsmak için bir plan kurar. Onlar elele vererek günün ilk saatlerinde İslam peygamberinin (sav) huzuruna çıkmaya ve görecede iman etmeye ve gün bitiminde yeniden kafir olmaya ve kendilerinden bunun sebebi sorulduğu vakit, yalan söyleyerek Muhammed'in vasıflarını ve davranışlarını yakından gördükten sonra kendi kitaplarına baş vurduklarını ve bu vasıfların Tevrat'ta gelen vasıflarla örtüşmediğini ve bu yüzden onun dininden döndüklerini ileri sürmeye karar verir.
Onlar kendilerince bu yalanları Müslümanların imanı sarsılacağını zannediyordu, ancak Allah resulüne (sav) nazil olan ayetler sahtekar yahudilerin komplosunu ifşa etti. Ehl-i kitaptan bir gurup şöyle dedi: "Müminlere indirilmiş olana sabahleyin (görünüşte) inanıp akşamleyin inkâr edin. Belki onlar (böylece dinlerinden) dönerler. Al-i İmran suresinde anlatılan bir başka öykü, mübahele macerasıdır: فَمَنْ حَآجَّکَ فِیهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءَکَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْاْ نَدْعُ أَبْنَاءَنا وَ أَبْنَاءَکُمْ وَ نِسَاءَنا وَ نِسَاءَکُمْ وَ أَنفُسَنَا وَ أَنفُسَکُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَةَ اللّهِ عَلَى الْکَاذِبِینَ Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim. Bilindiği üzere bazı Hristiyanların liderleri İslam peygamberini (sav) ziyaret etti. Allah resulü (sav) onlarla görüştü.
Görüşmede Hz. İsa gündeme geldi. İslam peygamberi (sav) hristiyan ruhanilerin İsa'nın ilah olduğu üzerinde ısrarcı olduklarını gördü, bu yüzden onları mübaheleye davet etti, şöyle ki her iki taraf dua etmeli ve Allah'tan yalancıyı lanet etmesi gerekiyordu. Bu iş yarına ertelendi. Hristiyan rahipler, eğer İslam peygamberi (sav) sahabeleri ile mübahele için gelirse, söylediklerinde samimi olmadığı anlaşılacağını, lakin eğer ailesini ve sevdiklerini getirirse, o zaman söylediklerinden emin olduğu anlaşılacağını, yoksa hiç bir zaman aile fertlerinin Allah'ın lanetine maruz bırakmayacağını ve bu yüzden mübahele etmekten vaz geçmeleri gerekeceğini düşünüyordu.
Ertesi gün mübahele için bir araya geldiklerinden İslam peygamberinin (sav) Hz. Ali (sa), Hz. Fatıma (sa), Hz. Hasan (sa) ve Hz. Hüseyin'i (sa) beraberinde getirdiğini fark etti ve bu yüzden mübahele etmekten vaz geçtiler. Al-i İmran suresinin bir başka özelliği Bedir ve Uhud savaşları gibi bazı önemli hadiselere işaret etmesidir. Nitekim 139 ve 140. ayetlerde şöyle okumaktayız: Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. Eğer siz (Uhud'da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir'de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır.
O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez. Bu ayetler müslümanların Bedir savaşında zaferi ve Uhud savaşında yenilgilerine işaret ediyor. Bedir savaşında müslümanların sayısı 313 kişiydi. Muhacirlerin bayrağı Hz. Ali'nin (sa) ve ensarın bayrağı Saad Bin Abade'nin elindeydi. Müslümanların pek az silah ve teçhizatı vardı, fakat bini aşkın düşman ordusuna, onca silah ve teçhizatlarına rağmen galip geldiler ve büyük bir zaferle Medine'ye döndüler.
Ancak Uhud savaşında Müslümanlar zaferi bir kaç adımlığına yaklaşmalarına karşın bazı Müslümanların düşmanı taktiklerini göz ardı ederek ganimet toplamak üzere mevzilerini terk etti ve düşman bu fırsatı değerlendirerek İslam ordusuna arkadan baskın düzenledi. Bu gelişme müslümanların yenilmesine ve ağır kayıplar vermelerine sebep oldu. Kur'an-ı Kerim bu zaferlere ve yenilgilere işaret ederek cihat ve savunma konusunda zarif noktalar ve nasihatler öğretiyor. Örneğin ayetlerde müminlere ilahi yardım, zaferden ümitvar olmak ve ümitsizliğe kapılmamak, direnmek ve savaş meydanında gevşememek, düşman karşısında korkmamak ve kaçmamak, savaşın zararları, ilahi sınavlar, savaşın zor anlarında Allah'a tevekkül etmek gibi konular gündeme geliyor.
Kuşkusu günümüzde bu dersler özellikle düşmanın işgaline uğramış İslam ülkeleri için de büyük dersler sayılıyor. Al-i İmran suresinde üzerinde durulan bir başka konu, müslümanların vahdeti ve tefrikadan uzak durmalarıdır. Nitekim 103. ayetin bir bölümünde şöyle buyurmakta: Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişilerindeniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.
İslam peygamberinden (sav) şöyle rivayet edilmiştir: Bakara ve Al-i İmran surelerini öğrenin, zira onlar kıyamet gününün iki parlayan yıldızıdır ki iki melek kılığında ortaya çıkar ve onları okuyanların cennete gitmeleri için şefaatte bulunur.