Al-i İmran suresi Kur'an-ı Kerim’in üçüncü suresidir ve Bakara suresinden sonra gelir. Ancak bu sure nazil oluşu itibarı ile Kur'an-ı Kerim’in 89. Suresi sayılır. Bu sure Medine’de Allah resulüne (sav) nazil olmuştur.
Bir çok müfessir Al-i İmran suresi hicretin ikinci ve üçüncü yılları arasında Bedir ve Uhud savaşları sırasında nazil olduğunu belirmiştir. Bugünkü sohbetimizde Al-i İmran suresi ile tanışmak istiyoruz. Birlikte dinleyelim. الم اللّهُ لا إِلهَ إِلاّ هُوَ الْحَیُّ الْقَیُّومُ - نَزَّلَ عَلَیْکَ الْکِتابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِما بَیْنَ یَدَیْهِ وَ أَنْزَلَ التَّوْریةَ وَالاِْنْجیلَ - مِنْ قَبْلُ هُدىً لِلنّاسِ وَ أَنْزَلَ الْفُرْقانَ إِنَّ الَّذینَ کَفَرُوا بِآیاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذابٌ شَدیدٌ وَ اللّهُ عَزیزٌ ذُو انْتِقام» Elif. Lâm. MîmHayy ve kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur. (Resûlüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti. Daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Furkan'ı indirmiştir. Bilinmeli ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.
Hicaz’ın Güney batısında Necran diyarında yaşayan Hristiyanlardan 60 kişilik bir grup o yörede yaşayanları temsilen Medine’ye gelir ve İslam dini hakkında araştırma yapmak ister. Bu grubun içinde Ebu Harise adında oldukça bilge ve nüfuz sahibi bir bilgin de vardır. Ebu Harise Hristiyanların bütün dini kitaplarını okumuş ve bilen biriydi. Söz konusu Hristiyan grup Medine’de peygamber efendimizin (sav) camiine girdi. O sırada namaz ve ibadetlerinin zamanı gelmişti. Hristiyanlar doğuya doğru yönelerek ibadetleri ile meşgul oldu. Sahabeden bazıları bu işe engel olmak istedi, ancak Allah resulü (sav) sahabeden onları ibadetlerinde serbest bırakmalarını istedi. Daha sonra Hristiyanların temsilcileri Allah resulünün (sav) huzuruna çıktı.
Resulüllah efendimiz (sav) onları İslam’a davet etti. Hristiyanların temsilcisi biz daha önce İslam getirdik ve Allah’a teslim olduk, diye karşılık verdi. Bu cevabın ardından Allah resulü (sav) ile Hristiyanların temsilcisi arasında şöyle bir diyalog yaşandı: Allah resulü (sav) buyurdu: Siz nasıl kendi inancınızı hak inancı olarak bilirsiniz? Oysa siz Allah’ın evladı olduğunu ve İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddia ediyorsunuz? Böyle bir inanç, hak dinine aykırıdır. Hristiyanların temsilcisi dedi ki: Eğer İsa Allah’ın oğlu değilse, o zaman babası kimdir? Allah resulü (sav) buyurdu: Acaba siz her oğulun babasına bazı benzerlikleri olduğunu kabul ediyor musunuz? Hristiyanların temsilcisi dedi ki: Evet. Allah resulü (sav) buyurdu: Acaba yüce Allah’ın her şeye hakim olduğunu, kayyum olduğunu, mahlukların rızkı O’nun elinde olduğunu kabul ediyor musunuz? Hristiyanların temsilcisi dedi ki: evet ediyoruz, kuşkusuz öyledir.
Allah resulü (sav) buyurdu: Peki, acaba İsa böyle özellikleri var mıydı? Hristiyanların temsilcisi dedi ki: Hayır. Allah resulü (sav) buyurdu: Acaba yerde ve göklerde hiç bir şeyin yüce Allah’tan saklı olmadığına ve Allah’ın her şeyi bildiğine inanıyor musunuz? Hristiyanların temsilcisi dedi ki: evet inanıyoruz. Allah resulü (sav) buyurdu: Peki acaba İsa yüce Allah’ın ona öğrettiklerinden başka bir şey biliyor muydu? Hristiyanların temsilcisi dedi ki: Hayır bilmiyordu. Allah resulü (sav) buyurdu: Acaba biliyor musunuz bizim Rabbimiz, İsa’yı annesinin rahiminde irade buyurduğu gibi yarattı? Acaba İsa’yı da annesi diğer bebekler gibi rahiminde taşıdığını ve onu diğer anneler gibi doğurduğunu kabul ediyor musunuz?
Hristiyanların temsilcisi dedi ki: Evet ediyoruz. Allah resulü (sav) buyurdu: O zaman İsa nasıl Allah’ın oğlu olabilir? Oysa Söz bu noktaya geldiğinde orada bulunan Hristiyanların temsilcileri susuverdi. O sırada Hz. Cebrail Allah resulüne (sav) nazil oldu ve Al-i İmran suresinin 80’i aşkın ayetini vahiy yolu ile o hazrete okudu. Evet, biraz önce de anlatıldığı üzere Al-i İmran suresi Kur'an-ı Kerim’in üçüncü suresidir ve Bakara suresinden sonra gelir. Ancak bu sure nazil oluşu itibarı ile Kur'an-ı Kerim’in 89. Suresi sayılır. Bu sure Medine’de Allah resulüne (sav) nazil olmuştur. Bir çok müfessir Al-i İmran suresi hicretin ikinci ve üçüncü yılları arasında Bedir ve Uhud savaşları sırasında nazil olduğunu belirmiştir. 200 ayeti olan Al-i İmran suresi, Kur'an-ı Kerim’in uzun sureleri arasında yer almaktadır. Al-i İmran suresinin 7. Ayeti Kur'an-ı Kerim ayetlerini “Muhkem” ve “Mütişabih” olmak üzere ikiye ayırmıştır.
Muhkem ayetler, anlamları açık olan ayetlerdir ve tartışma götürmez. Bu yüzden bu ayeti okuyanlar kolaylıkla anlamlarına vakıf olur, örneğin Kul hu Allah-u Ahad ayeti gibi. Ancak müteşabih ayetler, anlamı okuruna açık olmayan ve hemen okumak veya duymakla anlamları anlaşılmayan ayetlerdir. Bu tür ayetleri anlamak için muhkem ayetlere baş vurmak ve bu ayetlerden yardım almak gerekir. Al-i İmran suresinin 7. Ayeti muhkem ayetleri Ümm-ül Kitab, yani kitabın anası ve aslı olarak adlandırmıştır. Şöyle ki, bu ayetler diğer ayetler için asıl, merci, müfessir ve açıklayıcı ayetlerdir. Araştırmacılar muhkem ayetleri anayollara ve müteşabih ayetleri tali yollara benzetmiştir. Açıktır ki insan tali yollarda şaşırarak dolaşan insan en başta kendisini bir anayola ulaştırmaya ve böylece yolunu bulmaya çalışır. Tefsir-i Mizan adlı kitabın yazarı Allame Tebatebai şöyle diyor: Kur'an-ı Kerim bizzat kendisini tefsir eden bir kitaptır ve bazı ayetleri diğer bazı ayetleri için asıl ve merci sayılır. Örneğin Taha suresinin 5. Ayeti şöyle buyurur: الرّحمنُ عَلَی العَرشِ استَوی Yani Rahman Arş’a istiva etmiştir.
Bu ayet, müteşabih ayetlerdendir. Çünkü ayeti duyan kimse için Allah’a Arş’a istiva ettiğinden maksat belli değildir. Fakat başka ayetlere bakıldığında bundan maksat Allah’ın diğer mahluklar gibi bir şeyin üzerinde oturması olmadığı anlaşılır. Gerçekte ayetin anlamı yüce Allah’ın tüm varlık alemine musallat olduğudur, yoksa bir tahta oturmak veya bir mekana dayanmak, maddi mahlukların işidir. Yüce Allah Al-i İmran suresinin 14. Ayetinde şu noktaya işaret etmekte ki kadınları, evlatları, mal ve serveti sevmek ve bunlara aşırı ilgi duymak, hepsi fani dünya içindir, fakat bunlar nihai amaç değildir ve iyi son, yüce Allah katındadır. Ayet şöyle buyurmakta: Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.
Daha sonra da 15. Ayette şöyle buyurmakta: (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür. إنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَ نُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِیمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِینَ ﴿۳۳﴾ ذرِّیَّةً بَعْضُهَا مِن بَعْضٍ وَاللّهُ سَمِیعٌ عَلِیمٌ ﴿۳۴﴾ Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Bunlar birbirinden gelme bir nesillerdir. Allah işiten ve bilendir. Bu ayetler yüce Allah’ın kulları arasında seçtiği ve insanları hidayete erdirmek için gönderdiği seçkin kullarına işaret etmekte. Bunlar Adem, Nuh, Al-i İbrahim ve Al-i İmran’dan ibarettir. Al-i İmran bu surenin en ünlü adıdır, zira surede Al-i İmran’ın öyküsüne işaret edilmiştir.
İmran, Hz. Meryem’in ve Hz. Musa’nın babalarının adıdır. Gerçi bu surede İmran adı, Hz. Meryem’in babasına işaret ediyor ve Al-i İmran adından maksat, Hz. Meryem ve oğlu Hz. İsa’dır ki her ikisi yüce Allah’ın pak ve seçkin kullarıydı. Al-i İmran suresinde çeşitli konular gündeme geliyor, ama ayetlerin önemli bir bölümü kitap ehli olanlar, inançları ve imanları ile ilgilidir. Surede gündeme gelen diğer konularsa Kabe’nin insanlar için güvenli yer olması, kafirlerle dostluk etmekten sakınmak ve onlara itaat etmemek, ecnebilere güvenmemek ve İslam ümmetinin çeşitli ümmetler arasında örnek ümmet olmasıdır. Surede yine mücadelede direniş sergilemek ve zorluklara karşı gevşememek, Allah yolunda canını feda etmek, şehitlerin ölmediği ve Allah katında yüksek mevkileri olduğu gibi konulara işaret edilmektedir. Bir sonraki bölümde Al-i İmran suresi ve değerli ayetleri hakkında daha fazla konuşacağız.