Meryem Suresi
Geçen bölümde Meryem suresinin Mekki surelerden biri olduğunu anlattık. Bu surede yer alan öyküler oldukça güzel, etkileyici ve ibret verici öykülerdir.
Meryem suresi âlemleri yaratan Allah'ın bir olduğunu ve hiç bir eşi veya ortağı olmadığını vurguluyor.
Hz. Meryem ve Hz. İsa'nın öyküsü anlatıldıktan sonra sure 41. ayetten itibaren tevhit kahramanı Hz. İbrahim'in yaşamının bir bölümünü anlatıyor ve bu büyük peygamberin daveti, diğer ilahi peygamberlerde olduğu gibi tevhid ve Allah'ı tanıma noktasından başladığını beyan ediyor. Sure bu çerçevede o hazretin babasıyla tartışmasını anlatıyor.
Gerçi müfessirler Hz. İbrahim'in tartıştığı kişinin babası, üvey babası veya amcası olduğu konusunda görüş farklılığı yaşıyor.
Hz. İbrahim davetini ilkin yakınlarıyla başladı. Çünkü genelde insanın yakınları üzerindeki etki ve nüfuz gücü daha fazladır. Bu yüzden o hazret en başta babasını tevhide davet ederek şöyle diyor:
Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi.
Öyle ise bana uy ki, seni düz yola çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu.
Hz. İbrahim babasına ve tüm beşeriyeti temel bir gerçeği öğretiyor, şöyle ki herkesin yaşamında belli bir amacı olması gerekir. İnsan hak yolunu tanımalı ve doğru yolda ilerlemesi gerekir, aksi takdirde şeytanın vesveselerinin esiri olur ve doğru yoldan sapar. İnsan hayır ve maslahatını her türlü bağnazlıktan ve körü körüne taklit etmekten uzak bir şekilde tespit etmesi gerekir.
Bu yüzden Hz. İbrahim babasın şirk ve putperestliğin kötü akıbeti konusunda uyarıyor ve şöyle diyor:
Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum.
Ancak Hz. İbrahim'in özel bir sevgi ve şefkatle beraber dile getirdiği mantıklı ve güçlü sözü babasının kalbini etkileyemedi ve babası hidayet yolunu bulamadı.
Bu sözleri duyan babası öfkelenerek şöyle karşılık verdi:
Ey İbrahim! dedi, sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!
Hz. İbrahim diğer tüm ilahi peygamberler gibi babasının sert ve keskin tepkisine karşı gayet saygılı bir şekilde şöyle karşılık verdi:
Selâm sana (esen kal) dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır.
Ve sonunda Hz. İbrahim, inatçı müşriklerin hak sözü kabul etmedikleri için o toplumdan çekilmeye başladı. Hz. İbrahim sürekli tevhidden söz ediyor ve bu daveti üzerinde ısrar ediyordu. Gerçi o dönemde yaşayan fasık insanlar ona karşı çıkıyordu, fakat sonuçta o hazret yalnız kalmadı. Allah Teâlâ merhametiyle Hz. İbrahim'e İshak ve oğlu Yakub gibi evlatlar verdi ve bunların her biri birer büyük peygamber oldu. Yüce Allah bu insanların sergiledikleri fedakârlık ve direniş yüzünden adlarını yüceltti ve onları takva, tevhid ve cihat abideleri olarak tanıttı.
Meryem suresinin daha sonraki ayetleri Hz. Musa'nın peygamber olarak seçilmesini ve ihlasını beyan ediyor. Hz. Musa da gerçekte Hz. İbrahim gibi büyük bir peygamberin yolunu izledi ve tamamladı.
Surenin 54 ve 55. ayetleri ise Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'den söz ediyor:
(Resûlüm!) Kitap'ta İsmail'i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, resûl ve nebî idi. Halkına namazı ve zekâtı emrederdi; Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi.
Bu ayetlerde Hz. İsmail'in herkese örnek oluşturabilecek bir kaç seçkin özelliklerinden söz ediliyor. O hazret her zaman sözünü tutan seçkin bir peygamberdi ve her zaman hanedanını ve halkını namaza ve zekâta emreder ve Allah Teâlâ'nın hoşnutluğu için çaba harcardı.
Sure 56 ve 57. Ayetlerde de İdris peygamberden söz ediyor:
Kitapta İdris'i de an. Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi. Onu üstün bir makama yücelttik.
Meryem suresi 58. ayette şöyle devam ediyor:
İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail (Ya'kub) 'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah'ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Sure daha sonra da peygamberlerin davetinden ve öğretilerinden uzaklaşan insanları anlatıyor:
Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler. Ancak tövbe edip, iman eden ve iyi davranışta bulunan kimseler hariçtir. Bunlar, cennete, girecekler. Ve hiç bir haksızlığa uğratılmayacaklardır.
İslam Peygamberi'nin –s– döneminde müşriklerden biri eline çürümüş bir kemik almış ve kemiği eliyle yumuşatarak oluşan tozu rüzgârın önünde savuruyor ve alaylı bir şekilde şöyle diyordu: Şu Muhammed'e bakın, biz öldükten sonra kemiklerimiz şu kemik gibi çürümesinin ardından Allah bizi bir kez daha dirilteceğini zannediyor. Böyle bir şey asla mümkün değil.
O sırada ayet nazil oldu ve insanları kıyamet günü ve yeniden dirilecekleri konusunda uyardı:
İnsan der ki: "Öldüğüm zaman sahi diri olarak (kabrimden) çıkarılacak mıyım?" İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır? Öyle ise, Rabbine andolsun ki, muhakkak surette onları şeytanlarla birlikte mahşerde toplayacağız; sonra onları diz üstü çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız. Sonra her milletten, rahman olan Allah'a en çok âsi olanlar hangileri ise çekip ayıracağız.
Bu ayetler de maad ile ilgili diğer bir çok ayet gibi, cismin maad meselesine ve yeniden şekillenmesine vurgu yapıyor. Yoksa eğer sadece ruhun bekası söz konusu olsaydı ve cismin kıyamet günü yeniden dirilmesi gündemde olmasaydı, bu soruya ve cevabına hacet yoktu.
Meryem suresinin son ayetleri bir kez daha tevhid meselesine dönüyor. Bu ayetlerde şirk ve müşriklerin sonundan söz edildiğinden, surenin sonlarına doğru şirkin bir işareti olan Allah için evlat sahibi olduğu inancına temas ediyor. Bilindiği üzere müşrikler melekleri Allah'ı kızları olarak biliyordu.
Yahudiler ise Uzeyr'i Allah'ın evladı sanıyor ve Hristiyanlar da Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğuna inanıyordu. Ancak tüm bunlar tevhid ilkesine aykırı şirktir. Allah'ın ne eşi ne benzeri ve ne de evladı vardır ve bunların hiç birine ihtiyacı yoktur.
İnsanların evlada ihtiyaç duymalarında bir çok etken etkilidir. İnsan ömrü sınırlı bir mahlûktur ve bekası için üremesi gerekir. İnsanın gücü sınırlıdır ve bu yüzden yardımcıya muhtaçtır. İnsan yalnızlıktan korkar ve bu yüzden kendisine eşlik edecek başkalarına muhtaçtır. Oysa bu kısıtlayıcı etkenlerin hiç biri Allah Teâlâ için söz konusu değildir.
Allah'ın gücü sonsuz ve ömrü ebedidir ve asla kendisini yalnız hissetmez. Bundan başka çocuk ve eş sahibi olmak cisim sahibi olmanın işaretidir ki Allah Teâlâ bundan münezzehtir.
Yaratılış tevhid temeli üzerinde inşa edildiğinden sanki âlemdeki tüm mahlûklar Allah'ın evlat sahibi olduğu gibi haksız bir iftiradan derin panik ve ızdırap duyuyor ve bu yüzden Kur'an'ı Kerim net bir ifade ile bu iftiranın çirkinliğini beyan ediyor:
"Rahmân çocuk edindi" dediler. Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız.
Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir! Rahmân'a çocuk isnadında bulunmaları yüzünden. Halbuki çocuk edinmek Rahmân'ın şanına yakışmaz.
Meryem suresinin genel mesajına gelince, Allah Teâlâ'nın rahmet ve merhameti sonsuzdur, öyle ki Zekeriya gibi yaşlı ama aynı zamanda salih bir kulunun duasını icabet ediyor ve hiç umudu yokken ona şayeste bir evlat veriyor. Yine bunca rahmeti ve kerameti olan Allah fesat ve günah bataklığına saplanan sapkın insanları helak ediyor. Çünkü Allah Teâlâ hem Rahman ve hem Kahhar'dır. Bu yüzden hem rahmetine ümitvar olurken, öfke ve gazabından da korkmamız gerekir.