Kehf Suresi
Kehf suresinde üç ibret verici öykü anlatılmıştır. Bu öyküler bir açıdan birbirinden bağımsız da sayılır.
Ashabi Kehf, Hz. Musa ve Hz. Hızır’ın yolculuğu ve Zülkarneyn macerasından oluşan bu üç gerçek öykü bizleri güncel yaşamımızın çok çok ötesinde ufuklara götürür ve bu dünyanın sadece gördüklerimiz şeylerle sınırlı olmadığını ortaya koyar.
Hz. Musa ve Hz. Hızır’ın öyküsü en başta yaşanan olayların esas yüzü bizim ilk bakışta algıladığımız gibi olmadığını gösterir. Surenin 60. ayetinde şöyle okumaktayız: Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "Durup dinlenmeyeceğim; tâ iki denizin birleştiği yere kadar varacağım yahut senelerce yürüyeceğim." Kehf suresinin 60 ila 82. ayetleri Allah Teâlâ’nın iki Peygamberi yani Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın öyküsünü anlatıyor.
Bu öyküde şaşırtıcı sahnelerle karşılaşıyoruz, öyle ki hatta Hz. Musa gibi büyük bir peygamberin bile bazı açılardan ilminin sınırlı olduğu ve bu yüzden ilim ve hikmet öğrenmek üzere başka bir öğretmene başvurduğu anlaşılıyor. Rivayetlere göre bir zamanlar Hz. Musa âlemde hiç kimse ondan daha âlim olmadığını düşünüyordu.
O sırada vahiy geldi ve Kızıldeniz’in kuzeyinde ondan daha bilge bir insan yaşadığı belirtildi. Hz. Musa yol arkadaşıyla beraber Kızıldeniz’in kuzeyine Doğu yola çıktı ve bu bilge adamı bulmak istedi. Yolda bir takım hadisenin ardından sonunda belirlenen yere vardı: Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
Burada kullarımızdan bir kul tabiri, bir insan için en büyük onurun Allah’ın gerçek kulu olmasından ibaret olduğunu gösteriyor. Kur'an'ı Kerim öyküye şöyle devam ediyor: Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi. Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin? Musa: İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın.
Senin emrine de karşı gelmem. (O kul:) Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi. Her halükarda Hz. Musa, Hz. Hızır ile birlikte olma sözü verir. Hz. Musa kesinlikle itiraz etmeme, hatta tek bir söz söylememe ve hiç bir soru sormamaya ve sadece izleyip dinlemeye ve Hz. Hızır'ın emirlerini yerine getirmeye söz verir. Kuşkusuz Hz. Musa, Hz. Hızır'ın işlerinin sırrını bilmiyordu ve bu yüzden o hazretin yaptığı görünüşte tuhaf işlere bakıp susamaz veya daha önce söz verdiği gibi itiraz etmeden ve soru sormadan duramazdı.
İlk olay, gemiye bindiklerinde yaşandı ve Hz. Hızır hiç bir sebep olmaksızın gemiyi delmeye başladı. Kuşkusuz bu iş hem gemi sahibine zarar verecek, hem de yolcuların helak olmasına sebep olacaktı. Bu iş görünüşte de hem şeriata, hem akla aykırıydı. Bunun dışında bu iş, gemideki yolcuların canını da tehlikeye atıyordu.
Normal bir insanın böyle bir işi yapmayacağını düşünen Hz. Musa, şimdi yüce Allah'ın kendisine öğretmen olarak tanıttığı birinin böylesine tuhaf bir iş yaptığına şahit oluyordu. Bu yüzden verdiği sözü unuttu ve Hz. Hızır'ı bu büyük münkirden men çalıştı. Fakat Hz. Hızır, Hz. Musa'ya sözünü ve susması gerektiğini hatırlattı. Hz. Musa, bu işe itiraz ettiğinden dolayı utandı ve Hz. Hızır'dan hatasını affetmesini ve kendisini dışlamamasını istedi. Gemiden indikten sonra bir bölgeye vardılar ve Hz. Hızır hiç bir sebep yokken bir çocuğu öldürdü. Doğal olarak bu olay, Hz. Musa’nın sert tepkisi ile karşılaştı, çünkü böyle bir işi Hz. Hızır gibi birinden asla beklemiyordu.
Gerçi Hz. Musa susmak için söz vermişti, ancak görecede şeriata aykırı olan bir olay karşısında susmak caiz değildi ve münkeri men etmesi gerekirdi. Üçünce aşamada, yani gemiyi delmek ve çocuğu öldürmekten sonra ki her ikisi de Hz. Musa’ya göre kötü ameldi, bir köye vardılar ve yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar. Her ikisi yorgun ve bitkindi, ancak köy halkı onlara yardımcı olmadı ve yiyecek de vermedi.
Buna karşın Hz. Hızır tek başına duvarı onarmaya başladı. Hz. Musa ise Hz. Hızır’a yardım etmedi ve hatta tekrar itirazda bulundu ve neden onlara yiyecek vermeyen köy halkı için bedava çalıştığını, en azından yiyecek alabilecek bir para karşılığı bunu yapabileceğini söyledi. Hz. Musa gördüğü her şeye karşı sabretme sözü vermişti, ancak her üç olaya karşı itiraz etti.
Aslında Hz. Musa’nın tepkisi doğaldı ve susmaması gerekirdi ve tabi bu tepki, evliyaların kapasitelerindeki farkı da ortaya koyuyordu. Gerçi Hz. Musa, Hz. Hızır’ın kendisine ilahi sırları öğretmekle görevlendirildiğini biliyordu, lakin yine onun yaptıklarını kabullenemiyordu. Bu yüzden bu birliktelik pek uzun sürmedi ve ayrılık zamanı çabucak geliverdi. Hz. Hızır, Hz. Musa’ya artık yola devam etmenin mümkün olmadığını ve ayrılık zamanı geldiğini, fakat ayrılmadan önce her olayın hikmetini anlatmanın yerinde olacağını söyledi. Hz. Hızır şöyle devam etti: O bindiğimiz gemi, birlikte inşa etikleri bir kaç yoksul insana aitti. Bu insanlar denizde yolcu taşıyordu.
Ancak ben, denizin öbür kıyısında sağlam gemileri zorla gasp eden bir hükümdarın yaşadığını biliyordum. Bu yüzden gemiyi gasp etmemeleri için deldim ve kusurlu yaptım, öyle ki daha sonra gemi sahipleri bu kusuru onarabilecekti. Bu yüzden görecede sen benim işimi tahrip şeklinde algıladın, oysa ben işin sonunu düşünüyor ve gemiyi sahipleri için korumaya çalışıyordum. Hz. Hızır şöyle devam etti: "Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk." (Devam etti:) "Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin." "Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi.
Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur." Kehf suresinin 83 ila 99. ayetleri Zülkarneyn öyküsünün bir köşesini anlatıyor: (Resûlüm!) Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım. Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik. Zülkarneyn, Allah Teâlâ onu akıl ve dirayet ve her türlü imkânla donattığı bir kuldu.
Zülkarneyn dünyanın çeşitli bölgelerine seyahat ederek bu imkânları insanlara hizmet yolunda kullanıyordu. Zülkarneyn ilkin tam donanımlı bir ordu ile batıya doğru yola çıktı ve güneşin battığı yere kadar ilerledi ve orada bir kavimle karşılaştı. Kur'an'ı Kerim maceraya şöyle devam ediyor: Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.
O, şöyle dedi: "Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, Rabbine gönderilecek; sonra Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak." "İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz." Zülkarneyn bu bölgede zalimlerin zulmünü ve şerrini bertaraf etti, iyileri mükâfatlandırdı, adalet ve barışı inşa etti. Zülkarneyn daha sonra Batıdan doğuya yöneldi ve bu bölgedeki diyarları seyahat etti. Kur'an'ı Kerim şöyle anlatıyor: ... ve burada güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.
Zülkarneyn ilim ve tedbirleriyle bu diyarın insanlarının karanlık ortamını aydınlattı ve o kötü durumdan kurtardı. Kur'an'ı Kerim Zülkarneyn’in üçüncü yolculuğunu şöyle anlatıyor: Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu. Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye'cûc ve Me'cûc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi?
Dedi ki: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.” Bana, demir kütleleri getirin." Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): "Üfleyin (körükleyin)!" dedi. Artık onu kor haline sokunca: "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim" dedi. Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler.