Kehf Suresi
Yüce Allah Kehf suresine şöyle buyuruyor: (Resûlüm)! Yoksa sen, bizim âyetlerimizden (sadece) Kehf ve Rakîm sahiplerinin ibrete şâyan olduklarını mı sandın? Evet, bugün Kur'an'ı Kerim’in 18. Suresi olan Kehf suresiyle tanışıyoruz. Bu surenin 110 ayeti bulunuyor ve 28. Ayetin dışında diğer tüm ayetleri Mekke’de nazil olan ayetlerdir.
Kehf suresi Kur'an'ı Kerim’in ilginç surelerinden biridir. Bu surede Allah Teâlâ hamd ediliyor ve bu dünyadaki yaşamdan ve insanların sınanmasından bir tablo sergilendikten sonra insanda tevhid, iman ve direniş gücünü geliştiren üç ilginç öykü anlatılıyor. Bu öyküler ashabi kehf öyküsü, Hz. Musa ve Hz. Hızır’ın öyküsü ve Zülkarneyn öyküsüdür.
Kehf suresinin 7. Ayetinde yüce Allah: “Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık” şeklinde buyuruyor ve insanların sınandığını ve onlara iman ve irade gücünü ve maneviyat ve faziletini sergileme fırsatı verildiğini vurguluyor.
Gerçekte bu dünya bütün insanların ilahi sınavlara tabi tutulduğu ve böylece dünyanın görece güzelliklerine kanarak onlara gönül bağlamamaları sağlandığı bir dünyadır. İnsanlar bunun yerine iyi amelleri düşünmeleri ve uygulamaları gerekir, çünkü fani dünya tüm güzelliklerine rağmen kalıcı değildir ve bir gün tamamen yok olacaktır.
Bir gün bazı Kureyş liderleri iki elçiyi İslam peygamberinin –s– davetinin yahudi âlimlerce araştırılmasını talep etmeleri ve acaba bu davet hakkında eski semavi kitaplarda bir şey yazılıp yazılmadığı konusunda soru sormaları için Medine’ye yollar. İki elçi Medine’ye gelir ve kentte yaşayan yahudi âlimlerle temasa geçer. Yahudi âlimler şöyle der: Siz Muhammed’den üç şeyi sorun. Eğer hepsine ikna edici cevap verirse bilin ki o Allah tarafından gönderilen büyük bir peygamberdir, yoksa sahtekâr biridir ve hakkında istediğiniz kararı verebilirsiniz.
İlkin Muhammed’den kendi kavminden ayrılan bir grup gencin öyküsünü sorun. Yine yeryüzünün tümünü tavaf eden ve dünyanın doğusundan batısına kadar ulaşan adamın öyküsünü sorun. Ayrıca Muhammed’den ruhun hakikatini sorun. Kureyş elçileri geri döndü ve Allah Resulü’nün –s– huzuruna çıktı ve sorularını gündeme getirdi. Allah Resulü –s– onlara “cevabınızı yarı vereceğim” şeklinde karşılık verdi, ancak vahiy 15 gün sonra nazil oldu ve vahiy meleği Kehf suresini yüce Allah tarafından getirdi ve bu surede söz konunu gençleri ve ayrıca yeryüzünü gezen seyyahın öyküsü ve yine ruh gerçeği ile ilgili ayetler vardı.
Kehf suresinin ayetleri o günlerde Müslümanların ihtiyacı duyduğu önemli bir meseleyi temas ediyordu, o da küçük ve haklı bir azınlığın büyük, güçlü ama haksız ve fasık bir çoğunluğa karşı teslim olmaması ve onların içinde çözülüp gitmemesi gerçeğiydi. Bu haklı azınlık ashabi kehf gibi küçük bir grup gibi hesabını fasık ortamdan ayrı tutması gerekiyordu. Bu haklı azınlık eğer gücü yetiyorsa fasık çoğunlukla mücadele etmesi, aksi takdirde de hicret etmesi gerekirdi. Peki ama kimdi bu ashabi kehf? Kur'an'ı Kerim ashabi kehfin öyküsünü şöyle anlatıyor:
Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık. Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz. Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler.
(Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı? (İçlerinden biri şöyle demişti:) "Madem ki siz onlardan ve onların Allah'ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık sağlasın." (Resûlüm! Orada bulunsaydın) güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi. (Böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı). İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın.
Gençler mağaranın içine girer ve hepsi derin bir uykuya dalar. Kur'an'ı Kerim öyküye şöyle devam ediyor: Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı. Kur'an'ı Kerim 309 yıl olarak zikrettiği uzun yılların ardından bu mümin insanlar uyanır, fakat hepsi de bir gün veya yarım gün uyuduklarını zanneder.
Ardından birini eline bir gümüş sikke alıp kente inmek ve kendilerine yiyecek getirmekle görevlendirirler, ama aynı zamanda da ona tanınmamaya özen göstermesini tembih ederler, çünkü kentteki insanların onlardan haberdar oldukları takdirde onları batıl inanca zorlayacaklarını veya katledeceklerini düşünürler. Ashabi kehfin kente gönderdiği adam kente indikten sonra çok tuhaf bir durumla karşılaşır. Kentte yaşayan insanların hiç biri onun tanıdığı insanlar değildir, hatta konuştukları dili pek iyi anlayamaz. İnsanlar ona kim olduğunu ve nereden geldiğini sorar, o da sırrını açıklar.
O dönemde muvahhid biri olan kentin padişahı askerleriyle beraber o adamla mağaraya doğru yola çıkar. Ancak mağaraya vardıklarında Allah Teâlâ onların içine panik ve dehşet düşürür, öyle ki hiç biri mağaraya girmeye cesaret edemez ve sadece ashabi kehften olan adam mağaraya girebilir. Ashabi kehf mağaraya giren arkadaşlarını görünce panikler, çünkü mağaranın önünde bekleyenlerin yaşadıkları çağın zalim hükümdarı ve putperestler olduğunu zanneder. Ancak arkadaşları onları derin uykuları ve Allah Teâlâ tarafından insanlara ayet ve işaret ve ibret oldukları konusunda bilgilendirir.
Ashabi kehf bunları duyunca çok sevinir ve sevinç gözyaşı döker. Fakat uyandıktan sonra pek uzun yaşamaz ve Allah’ın mucizesinden haberdar olduktan sonra Allah’tan onları eski haline geri döndürmeyi talep eder. Kur'an'ı Kerim surenin 21. ayetinde şöyle buyurur: Böylece (insanları) onlardan haberdar ettik ki, Allah'ın vâdinin hak olduğunu, kıyametin şüphe götürmez olduğunu bilsinler.
Hani onlar aralarında Ashâb-ı Kehfin durumunu tartışıyorlardı. Dediler ki: "Üzerlerine bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir." Onların durumuna vâkıf olanlar ise: "Bizler, kesinlikle onların yanı başlarına bir mescit yapacağız" dediler. Kehf suresindeki ayetlerin devamında İslam Peygamberi’nin –s– müstekbir ve fasık eşraf tarafından yoksul müminleri dışlamak üzere baskı altında tutulduğunu anlatır. Yüce Allah ise peygamberine artan bu baskılara karşı direnmesini ve asla teslim olmamasını emreder.
Surenin 28. ayetinde şöyle buyurur: Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme. Gerçekte bir toplumda bir kesim refah içinde yaşar ve israf ve fesada batar ve bir başka kesim en ilkel haklardan mahrum yaşarsa, o toplumun sağlıklı insani bir toplum olduğu söylenemez ve içinde var olan ayrımcılık ve adaletsizlik yüzünden de İslam tarafından kabul görmez.
Bu yüzden Allah Resulü –s– eşraf ve zengin kesimlere karşı durmak ve yoksul kesimlere meydan vermek suretiyle tevhidi bir toplum inşa etti ve bu toplumun bireylerinde var olan yetenekleri geliştirdi ve bu toplumda her insanın değeri ve kişiliği takvası ve imanı ve cihadı ve salih ameli ile belirlendi.