Nahl Suresi 2
Bugün geçen bölümde başladığımız Nahl suresinin diğer bazı ayetlerini ele alıyoruz. Nahl suresinin 48. Ayetinde şöyle okumaktayız: Allah'ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek ve Allah'a secde ederek sağa sola döner. Bu ayet yüce Allah’ın azametinin bir başka işaretinden söz ediyor.
Ayette yüce Allah eşyaların gölgelerinin sağa sola dönmelerini kendi azametinin işareti olarak gündeme getiriyor ve bu eşyaların kendisine secde ettiğini buyuruyor. Bir başka ifade ile sadece eşyalar değil, onların gölge gibi özellikleri de Allah Teâlâ karşısında huşu içindedir. Kuşkusuz eşyaların gölgesi insanların yaşamında da önemli etkileri söz konusudur.
Nitekim güneş ışınları insanların ve tüm mahlûkların hayatında ve gelişmesinde etkili olduğu gibi gölgeler de güneş ışınlarını dengelemekte hayati rol ifa eder. Güneş ışınlarının uzun süre ve aynı şiddetle eşyaların üzerinde etkili olması onları olumsuz etkiler ve solmalarına sebep olur, ancak gölge bu şiddeti dengeler. Bu ayet gölgelerin secdesinden söz ediyor, ancak bir sonraki ayet bunun bütün mahlûklar için genel bir program olduğunu beyan ediyor.
Nahl suresinin 49. Ayeti şöyle buyuruyor: Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler. Secde fiili ve hakikati tevazu ve huşu etmenin nihayetidir. Madem varlık âleminde tüm mahlûklar ve hatta gölge Allah Teâlâ karşısında huşu içindeyse o zaman insanlar neden kibirlenmeli ve isyan etmeli?
Varlık âleminde tüm mahlûklar bu âlemin genel kanunlarına karşı mutlak teslimiyet içindedir. Öte yandan bu kanunların hepsi yüce Allah tarafından belirlenmiştir. O zaman bütün mahlûklar O’nun katına secde etmektedir. Göklerde ve yerde bulunan bütün mahlûkları Allah’a secde ettikleri tabiri açıkça yeryüzünden başka göklerde de canlı mahlûkların varlığını ispat eder. Nahl suresinin 65. Ayetinden sonra gelen bir kaç ayette yüce Allah’ın insanlara sunduğu bazı nimetlerden söz edilir: Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır.
Yeryüzünde yaşamın gökten yağan yağmurun sayesinde şekillendiği gerçeği Kur'an'ı Kerim’in bir çok ayetinde gündeme gelmiştir. Kurak ve çorak topraklar yağan yağmur ve ardından gelen güneş ışınlarıyla canlanır ve üzerinde türlü bitkiler ve çiçekler yeşerir ve bunun ardından da türlü haşereler, kuşlar ve hayvanlar ortaya çıkar ve yaşamaya başlar.
Bu tablo yaratılışın en şaheser tablolarından biridir. Nahl suresi bir sonraki ayette şöyle buyuruyor: Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki dışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz. Besin maddeleri arasında en saf ve en temiz ve en faydalı maddelerden biri olan süt hayvanların dışkı ve kanlarının arasından çıkarak elde edilir.
Bu durum gerçekten şaşırtıcıdır, çünkü onca iğrenç ve nefret bile uyandıran pisliğin arasında süt gibi tertemiz ve faydalı bir besin maddesi üretilmektedir. İlahi nimetlerin beyan edildiği önceki ayetlerin devamında Nahl suresi 68. Ayetinde bal arası ve bu haşerenin ürettiği önemli besin maddesi yani baldan söz etmektedir:
Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır. Bu ayetler bal arısını dağlarda, ağaçların üzerinde ve başka yerlerde kovanlar yapması emredildiğini beyan ediyor. Kur'an'ı Kerim vahiy çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Örneğin peygamberlere vahiy veya ilham anlamında vahiy gibi.
Bazen de vahiy sözcüğü bilinçsiz ve içgüdüsel ilham şeklindedir ki yüce Allah örneğin bal arasının içine yerleştirmiştir. Kur'an'ı Kerim surede bal arasının esrarengiz yaşamına işaret ediyor. Günümüzde bilimsel araştırmalar da bal arısının harikulade sosyal yaşam düzeninden söz ediyor. Ayetlerde bal arısının ilk görevi kovan yapma şeklinde beyan ediliyor.
Çoğumuz bal arılarının yuvasını görmüşüzdür. Bal arısı peteğini altıgen şeklinde ve adeta bir arkitekt gibi inşa eder. Nitekim Kur'an'ı Kerim’in de buyurduğu üzere bal arısının yuvaları sarp dağlarda ve bazen ağaçların dalları arasında ve şimdilerde de insanların onlar için hazırladığı yerlerde inşa eder. Öte yandan bal arısının çalışma yöntemi de ilginçtir. Sabah olunca bir grup bal arısı çiçeklerin bulunduğu alanları keşfetmek üzere kovandan ayrılır. Onlar çok esrarengiz bir yöntemle çiçekli alanları tespit ettikten sonra bu alanların kovandan olan mesafesini ve yönünü diğer arılara bildirir. Daha sonra bir grup bal arısı bu alanları bulur ve çiçeklerden beslenmeye başlar ve böylece bal üretir.
Bal, insanlar için önemli besin maddesi ve şifa kaynağıdır. İnsan bal tüketerek aslında çiçeklerin ve bitkilerin tedavi için yararlı olan maddelerinden yararlanır. Bal arısının yuvasını inşa etme yöntemi, çiçeklerden beslenerek bal üretmesi, hepsi yüce Allah’ın azametinin işaretleridir. Nahl suresinin 90. Ayeti İslam dininin sosyal, insani ve ahlaki meselelerle ilgili en geniş kapsamlı tealimini beyan ederek şöyle buyuruyor: Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.
Adalet, varlık aleminin tümünün ekseni olan ilkedir. Gökler ve yeryüzü ve tüm mahluklar adalet üzerine yaratılmıştır. Varlık aleminin küçük bir parçası olan beşeri toplum da cihanşümul olan bu kanundan müstesna değildir ve insanlar adalet olmaksızın sağlıklı bir yaşama kavuşamaz. Ancak adalet tüm ehemmiyetine karşın bazen tek başına yeterli olmayabilir. Bu yüzden ayette adaletin yanında iyilikten de söz ediliyor. Bu iki ilke toplumun düzelmesi için önemli tesiri vardır. Nitekim İmam Ali’den –s– bir hadiste şöyle okumaktayız: Adalet insanlara hakkını vermek ve iyilik onlara ihsanda bulunmaktır.
Aynı ayette fuhuştan, münkirden ve zulümden uzak durulması emrediliyor ve insanlardan başkalarına zulmetmemeleri ve haklarına el uzatmamaları isteniyor. Bu ayet İslam’ın evrensel bildirgesinin bir maddesi olarak her zaman Kur'an'ı Kerim bilginlerinin ilgi odağında olmuştur. Çünkü eğer dünyada adalet ve ihsan inşa edilir ve fuhuş ve zulüm gibi sapkınlıklarla mücadele edilirse, dünya imarlı hale gelir ve herkes mutlu ve saadetli bir şekilde yaşar.
Bir gün adamın biri Allah Resulü’ne –s– şöyle arz etti: Ya Resulullah, benim Emrul Kays adında bir komşum var, benim arsamın bir bölümünü gasp etti. Allah Resulü –s– Emrul Kays’ı çağırttı ve konuyu kendisine sordu. Ancak Emrul Kays her şeyi inkar etti. Allah Resulü –s– ona yemin etmeyi önerdi.
Ancak Emrul Kays yemin etmek istediğini Allah Resulü –s– ona mühlet verdi ve şöyle buyurdu: Git ve bu konu üzerinde biraz daha düşün ve sonra yemin et. Bu gelişmenin ardından insanları yalan yeminden ve sonuçlarından sakındıran ayetler nazil oldu. Allah Resulü –s– ayetleri okuduğu zaman Emrul Kays şöyle dedi: Evet doğrudur, ben onun arsasının bir bölümünü gasp ettim, ama ne kadar olduğunu bilmiyorum. Şimdi ne kadar hakkıysa gelsen alsın ve şimdiye kadar onun arsasını kullanmamın bedeli olarak da bir o kadarını da eklesin. O sırada Nahl suresinin 97. Ayeti nazil oldu ve imanla beraber salih amelde bulunanlara tayyibe hayat müjdelendi:
Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz. Evet, iman ve salih amelin mükafatı bu dünyada tayyibe hayattır. Tayyibe hayat, yaşamın her türlü zulüm, ihanet, kin ve düşmanlıktan arınmış bir hayat demektir. Sosyal açıdan da tayyibe hayat, huzurlu, güvenli, refah, barış ve dostluk içinde bir toplumun gerçekleşmesidir.
Böyle bir toplum tecavüz, zulüm ve isyandan doğan her türlü acı ve elemden uzak olur. Nahl suresinin 114. Ayeti ise şöyle buyurmakta: Artık, Allah'ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin, eğer (gerçekten) yalnız Allah'a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin. Ayeti insanları nimetlerden yararlanmaya ve Allah’a şükretmeye teşvik ediyor. İslam dini ruhbanlığı ve inzivaya çekilmeyi reddeder ve insanlarda pak ve helal olmak kaydıyla Allah’ın sunduğu rızıktan yararlanmalarını ve şükretmeleri ister. İslam dininde pak olmayan haram yiyecekler yasaktır.