Hicr Suresi 2
Bugünkü sohbetimizde yine Hicr suresinden diğer bazı ayetlerden söz edeceğiz. Hicr suresinin 26 ila 42. Ayetlerinde yaratılışın şaheseri yani insanın yaratılışına değiniliyor ve gayet anlamlı ayetlerle insanın yaratılışının detayları beyan ediliyor. Ayetler yüce Allah’ın insanı kuru ve kara bir çamurdan yarattığını ve ona hayat verdiğini hatırlatıyor.
Bir başka ifade ile beşerin özü topraktır. Yine beşerin bekası da topraktan elde edilen besin maddeleriyle beslenmesine bağlıdır. Bazı ayetlerde insan soyunun ilkin topraktan yaratıldığı ve daha sonra nutfaların aracılığı ile çoğaldığı beyan ediliyor. Fakat insanın asaleti ve yüksek konumunun nedeni yüce Allah’ın ona üflediği ilahi ruhtur.
Bu yüzden insanların tekamül yolunda ilahi sıfatlara bürünmesi gerekir. Bu ayetlerde ayrıca meleklerin Hz. Âdem’e secde etmeleri, fakat iblisin kendisini üstün bilerek inkara kalkışması da anlatılıyor. Bu macera daha önce Araf suresinde de anlatıldı ve biz de bu öyküyü beyan ettik. Burada ise yüce Allah bir kez daha şeytanın ihlaslı ve mümin kullarını kandırmaktan aciz olduğunu vurguluyor ve sadece sapkınların şeytanı izlediğini buyuruyor. Hicr suresinin 45 ila 48. Ayetlerinde ise şöyle okumaktayız: (Allah'ın azabından korkup rahmetine sığınan) takvâ sahipleri, mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar. "Oraya emniyet ve selâmetle girin" (denilir, onlara).
Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar. Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır. Bu ayetlerde cennetten ve içindeki maddi manevi nimetlerden söz ediliyor. Muttaki insanlar cennetin yeşil bahçelerinde ve duru çeşmelerinin yanı başında yaşayacaktır.
Kur'an'ı Kerim’de yer yer sözü edilen bahçe ve çeşme tabiri, cennetteki nimetlerin çeşitli olduğu gerçeğine işaret ediyor. Nitekim Kur'an'ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde çeşitli çeşmelerden söz ediliyor ki belki de insanların fani dünyada salih ve iyi alemlerinin bir nevi tecellisi olabilir. Bu ayetlerde cennet ehli olanlara selametle ve emniyet içinde cennete girin şeklinde buyurulur.
Bu da cennetlik nimetlerin en başında selamet ve emniyetin geldiğini ortaya koyuyor, nitekim başka hiç bir nimetin bu iki nimet olmaksızın anlamı olmadığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Hatta fani dünyada da tüm nimetlerin başına sağlık ve selamet ve güvenlik geliyor. Cennet ehli olanlar her türlü acı ve elemden korunur ve selamet içinde yaşar ve hiç bir şey onları tehdit etmez.
Cennet ehli olanlar fani dünyadaki sıkıntıları yaşamaz. Cennette fani dünyadaki gibi sınıf farklılığı yoktur, kin, düşmanlık ve nefret duyguları yok olup gider ve bütün herkes kardeştir. İnsanlar burada aynı seviyede yaşar ve asla üzülmez ve yorulmaz. Cennet ehli olanlar için bir gün cennet lezzetlerini kaybetme endişesi de söz konusu değildir, çünkü onlar bunca bol nimetle donatılan cennetten asla kovulmaz.
Kur'an'ı Kerim ayetlerinden cennette de bahçe, meyve, çeşme, nehir ve benzeri nimetlerin bulunduğu ve bunun yanında emniyet, safa, kardeşlik ve dostluk gibi manevi nimetlerin de cennetin seçkin özel nimetleri arasında yer aldığı anlaşılıyor. Bazen cennetin büyüleyici nimetlerinden söz edildiğinde günahkar ve suçlu insanların iyi insanların sonu hakkında hasrete kapılabilir ve keşke biz de bu muhabbetlerden yararlanabilseydik, diyebilir.
İşte burada yüce Allah büyük bir şefkatle surenin 49. Ayetinde peygamberine hitaben şöyle buyuruyor: (Resûlüm!) Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver. Burada yüce Allah günahkar insanları da kendi kulları arasında sayıyor. Burada Kullarım tabiri, varlık alemini yaratan güçlü ve tedbirli Allah tarafından kullanılan en güzel ve en latif tabirdir.
Bu tabirin ardından Allah’ın bağışlayıcı ve esirgeyici oluşunun beyan edilmesi insanlarda şevki doruk noktasına ulaşıyor. Gerçekte yüce Allah büyük bağışlayıcı ve esirgeyici olduğundan günahkar kullarını tövbe etmeye ve kendilerini düzelterek O’na dönmeye ve böylece ebedi cennet nimetinden yararlanmaya davet ediyor. Hicr suresinin bu ayetlerinde cennet nimetlerinden sunulan tablo aslında bu dünyada da var olan nimetlerdir.
Burada sanki ayetler bu dünyada da bu nimetleri temin ederek fani dünyadaki yaşamınızı da saadetli yapabileceğimizi ima etmeye çalışıyor. Gerçekten de eğer dünyaya selamet ve güveni geri kazandırır, kinleri ve düşmanlıkları kalbimizden silip atar ve kardeşlik bağları güçlendirir ve bireysel ve sosyal yaşamda faydasız ve hatta zararlı bazı ayak bağlarından kurtulursak o zaman yeryüzünde de cennetin küçük bir örneğini hayal edebiliriz.
Hicr suresinin daha sonraki ayetleri yüce Allah’ın iki büyük Peygamberi yani Hz. İbrahim –s– ve Hz. Lut’un –s– öykülerini anlatıyor. Bu ayetlerde meleklerin yabancı misafirler kılığında Hz. İbrahim’e yüce Allah’ın ona bir bebek verdiğini müjdelemeye ve yine Hz. Lut’a kavmine ilahi azab nazil olacağını bildirmeye geldiği beyan ediliyor.
Ayetler iki peygamberin meleklerle diyaloglarını anlatıyor. Lut kavmi eşcinsellik gibi çirkin bir sapkınlık ve günah yüzünden fesat ve ahlaki sapkınlık bataklığına saplanmıştı ve sonuçta yüce Allah onları en ağır biçimde cezalanırdı ve tarih boyunca başka milletlere ibret olmasını istedi. Bu ayetlerden sonra 80 ila 84. Ayetlerde Hicr ashabının öyküsü beyan ediliyor.
Hicr kavmi yine aynı adı taşıyan bir diyarda müreffeh bir yaşam sürdüren bir kavimdi ve yüce Allah onları hidayete erdirmek için Salih Peygamberi gönderdi. Ancak kavim Hz. Salih’i tekzip etti. Bazı tarih yazarları bu yörenin Medine’den Şam’a uzanan yolun üzerinde yer aldığını belirtiyor. Günümüzde Hicr kavminin yaşadığı kentten hiç bir iz geride kalmadığı anlaşılıyor. Hicr diyarında dünyevi refah için çok çalışan çalışkan bir kavim yaşıyordu. Bu bölge dağlık bir alandı ve kavim gelişmiş ve zengin bir medeniyete sahipti, öyle ki bu servet onlara dağların içinde sağlam ve güvenli evler inşa etmelerine ve kendilerini sel ve diğer doğal afetlere karşı korumalarına imkan veriyordu.
Fakat ne var ki Hicr kavmi ahlaki ve manevi açıdan sapkın insanlardan oluşuyordu. Allah teala kavmi hidayete erdirmek için bazı peygamberler gönderdi, ancak bu insanlar refah ve fesat içinde yaşıyordu ve servetleriyle kibre kapılmıştı ve bu yüzden Allah’a ve peygamberlerine itaat etmeyi reddetti. Hicr kavmi hatta ilahi ayetleri dinlemek bile istemiyor ve sürekli ayetlerle alay ediyordu, ancak bu fesat ve isyan sonunda ilahi öfkeye ve azaba sebebiyet verdi. Kur'an'ı Kerim bu durumu şöyle anlatıyor: Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç ses yakaladı. Kazanmakta oldukları şeyler onlardan hiçbir zararı savmadı.
Bu korkunç ses o kadar ölümcüldü ki evlerinde başlarına geldi ve o kadar eziciydi ki cansız bedenleri bir bir yere yığıldı ve ne o yüksek dağlar ve ne de inşa ettikleri sağlam evler ve ne de onca servetleri asi kavmi kurtarmaya yetmedi ve ilahi azab, hepsini helak etti. Hicr suresinin son ayetlerinde İslam Peygamber’inin –s– aleni davet meselesi gündeme geliyor: Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!(Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz.
İslam Peygamberi –s– tam üç yıl boyunca İslam’a davetini gizlice yürüttü, ancak bu sürenin sonunda yüce Allah o hazrete davetini aleni yapmasını ve müşrikleri İslam’a davet etmesini ve onlara dinin hakikatini açıkça anlatmasını ve şirk koşmayı sürdürenlere yüz çevirmesin emrediyor. Yüce Allah peygamberine moral vermek için onunla alay edenlere karşı onu koruyacağını vaadediyor ve şöyle buyuruyor: Seninle alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Onlar Allah ile beraber başka bir tanrı edinenlerdir. (Kimin doğru olduğunu) yakında bilecekler! Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını andolsun biliyoruz.
Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol! Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et! Evet, gerçi tarih boyunca batıl sürekli hakka karşı direndi ve hakla alay etti, fakat hak taraftarları yüce Allah dayanmak ve O’na tesbih ve ibadet etmek suretiyle hak tealanın sonsuz gücünden yardım istedi ve batıla karşı durdu.