Bugün Rad suresini ele alıyoruz.
Bu sure Mekke’de nazil oldu ve 43 ayetten oluşuyor. Bundan önce de belirtildiği üzere Mekki sureler Allah resulünün (sav) İslam’a çağrısının ilk günlerinde ve Mekkeli müşriklerle sürtüşmelerinin doruk noktasında nazil olduğundan, genellikle tevhide davet, şirkle mücadele ve maadın ispatından söz ediyor, oysa Medeni sureler İslam’ın yayılması ve Medine’de İslam devletinin inşa edilmesinden sonra nazil olduğu için genellikle sosyal düzenlerle ilgili ahkam ve meseleleri beşeri toplumların ihtiyaçlarına uygun olarak gündeme getiriyor.
Rad suresi Kur'an'ı Kerim’in hakkaniyetine vurgu yaptıktan sonra tevhit ayetlerine ve yüce Allah’ın işareti olan yaratılış sırlarına değiniyor. Sure daha sonra maad meselesini gündeme getiriyor ve insanların kaderinde her türlü değişikliğin en başta onların kendilerinden başlaması gerektiğini beyan ediyor.
Rad suresinin ayetleri ayrıca insanları ahde vefa, sıla-i rahim, sabır, direniş ve infaka davet ediyor. Bu sure insanları tarihin ta derinlerinde götürerek asi kavimlerin öyküsünden ve kaderinden söz ediyor. Sure en son kafirleri sarsıcı tabirlerle tehdit ederek uyarıyor. Rad suresinin 12. Ayetinde şöyle okumaktayız: Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır.
(Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır. Yaratılış alemi, yüce Allah’ın şaheserlerinden biridir ve bilim bizleri varlık aleminin sırlarına doğru yönlendirir. Bu ayet yaratılış nizamı ve bir dizi doğa kanununa açıklık getiriyor, öyle ki Kur'an'ı Kerim nazil olduğu dönemde hiç kimse bu sırları bilmezdi. O dönemde Batlamyus’un nücum ilmi bilimsel çevrelerce benimsenen bir düşünceydi ki buna göre gökler iç içe küreler şeklinde bir birinin üzerinde uzanmış ve her biri ötekine dayanıyordu.
Ancak asırlar sonra insan, gökte yer alan semavi kürelerin her biri belli bir yörüngede ve asılı bir vaziyette yer aldığını ve hiç bir yere dayanmadığını ve sadece cazibe ve çekim gücü ile yerinde dengelendiğini ispat etti. Bu güçlerin arasındaki denge adeta görünmeyen bir sütun gibi gök cisimlerini yerinde sabit tutuyor ve belli bir yörüngede dolaşmalarına imkan sağlıyor.
Ayet ise şöyle buyuruyor: Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. Burada direksiz güçten maksat, çekim gücüdür. Kuşkusuz yaratılışın şaşırtıcı özelliklerinden haber veren ayetler gerçekte alemleri yaratan Allah’ın azametini ve tedbirini beyan eder. Nitekim Newton da yerçekimi gücünü keşfettikten hemen sonra daha önemli bir hakikati de itiraf etti ve şöyle dedi:
Gezegenler alemine hakim olan düzeni yorumlamak için sadece çekim gücü yeterli değildir, bunun yanında bilge ve güçlü bir kaynak bunların her birinin ağırlığını, hızını ve birbirinden olan mesafelerini de ölçmüş olması ve onları belli bir yörüngeye yerleşmiş olması gerekir ve o da, Allah’tır. 2. ayetin devamında, 3. ayette ise şöyle deniliyor: Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır. Yüce Allah yerküreyi öyle yarattı ki insanların, bitki ve hayvanların yaşamı için uygun hale gelsin.
Allah tehlikeli çukurları ve sarp yamaçları dağları yıpratmak ve taşa toprağa dönüştürmek sureti ile doldurdu ve yeryüzünü yaşam için uygun hale getirdi. Oysa yerkürenin yüzeyinde ilk durum, insanların ve diğer mahlukların yaşamı için asla uygun değildi. Ayette daha sonra dağların ortaya çıkışına işaret ediliyor.
Dağlar Kur'an'ı Kerim’in diğer ayetlerinde de yere çakılan çivilere benzetiliyor. Bunun sebebi belki de şu ki, dağlar yeraltında bir birine sıkı sıkıya bağlıdır ve adeta sağlam bir zırh gibi yeryüzünü kaplar ve böylece iç ve dış basınçları dengeler ve sonuçta yerkabuğunun sürekli sarsılmasına mani olup ortamı yaşam için uygun hale getirir. Ayet daha sonra su ve akan ırmaklara işaret ediyor. Yeryüzünde dağların yardımı ile kurulan sulama sistemi oldukça ilginçtir. Yeryüzünde bulunan bir çok dağlar suyu zirvelerinde kar şeklinde veya derelerinde saklar. Bu karlar zamanla erir ve yüksek zirvelerden alçak ovalara ve vadilere doğru akmaya başlar. Böylece yeryüzünde yılın her günü topraklar bu sularla sulanır. Bundan sonra ayet toprakta su ve güneş ışınları sayesinde yetişen meyvelere ve besin maddelerine işaret ediyor: orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur.
Bilindiği üzere insanlar ta eski zamanlardan beri hurma ağacı gibi bazı bitkilerin dişi ve erkek olmak üzere çift cinsten yaratıldığını biliyordu, fakat hiç kimse bunun doğada genel bir kanun olduğunu bilmiyordu, ta ki 18. Yüzyılın ortalarında bilim adamları bunun genel bir kanun olduğunu keşfetti ve bitkilerin de hayvanlar gibi dişi ve erkeğin döllenmesi ile meyve verdiğini anladı. Oysa Kur'an'ı Kerim bu gerçeği 11 asır önce beyan etmişti ki bu da bu semavi kitabın ilahi ve bilimsel mucizelerinden biri sayılır. Rad suresinin 4. Ayetinde doğa gerçeklerinin devamında şu ifadelere yer veriliyor:
Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır. Yeryüzünde çeşitli bahçeler ve ağaçlar ve türlü üzümler, hurma ağaçları ve tarlalar vardır. İşin ilginç tarafı bu ağaçların ve çeşitlerinin bazen bir tek gövdeden yetişmesi ve bazen de farklı gövdelerden meydana gelmesidir ve daha da ilginç olan şu ki bu dallardan her birinin özel bir meyve vermesidir.
Bu durum belki de ağaçları aşılamaya ve her birinden farklı meyveler elde etmeye işaret ediyor. Burada toprak bir, kök bir ve dal birdir, fakat farklı meyveler elde edilir. İşin daha da hayret verici boyutu, hepsinin aynı sudan sulanmasıdır. Gerçekten de ağaçların dallarında nasıl bir laboratuvar kurulmuştur ki aynı maddelerden beslendikleri halde farklı ürünler verir? Bazı müfessirlere göre rad suresi bazı doğal mucizelere işaret ettiği için Kur'an'ı Kerim’in ilmi mucizelerinden biri sayılması gerekir. Rad suresi 11. Ayette ise şu vurguyu ve ikazı yapıyor: Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır.
Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur. Yüce Allah insanları her türlü tehlikeden koruyacak melekler görevlendirmiştir. Böylece meleklerden bir grup gece gündüz aralıklı olarak insanlara uğrar ve onların koruyucuları sayılır. Kuşkusuz insan yaşamı boyunca türlü afetlere ve felaketlere maruz kalabilir. Hastalıklar, yerden ve gökten nazil olan türlü tehlikeler insanları her taratan sarmıştır.
Özellikle insan bilgisi yetersiz bir çocukken, her an yeni bir tehlike ile karşılaşabilir. Bizler güncel yaşamımızda da bu tür koruyucu güçlerin varlığı ile ilgili işaretleri açıkça hissedebiliyoruz. Sanki bir güç bizi ölümcül hadiselere karşı korumaktadır. İslam dininin önde gelen büyüklerinin sözlerinde de bu konuya vurgu yapılmıştır. Örneğin İmam Sadık (sa) şöyle buyurur: Her kulun yanında onu koruyan iki melek vardır, ancak yüce Allah’ın kesin emri gelince onu hadiselere teslim ederler. Bu arada insanları koruyan bu gücün kayıtsız şartsız onları koruduğunu ve eğer bir uçuruma yuvarlanır veya yanlış bir amelde bulunursa bir şey olmayacağını ve Allah’ın melekleri onu koruyacağını düşünmemek gerekir.
Kuşkusuz yüce Allah bir kavmi veya bir milleti cezalandırmaya emrederse, insanların muhafızları da onlardan uzaklaşır ve gelen azaba teslim eder. “Yüce Allah hiç bir kavmin kaderini onlar değiştirmedikçe değiştirmez” ifadesi genel bir kanunu beyan eder. İslam’ın sosyal gelişmelere has bakışını yansıtan bu kanun bizlere her milletin ve her kavmin kaderi en başta kendi elinde olduğunu ve her türlü değişiklik de en başta onları etkilediğini beyan eder. Allah’ın merhameti veya cezası durup dururken ve rastgele bir millete nazil olmaz. Burada söz konusu milletin veya kavmin istek ve iradesi onları Allah’ın merhametine veya cezasına mustahak hale getirir. Bir başka ifade ile Kur'an'ı Kerim’in bu ilkesine göre milletlerin ve kavimlerin başına gelen her türlü dış değişim, onların iç değişiminin sonucudur ve yine her türlü zafer veya hezimet de aynı noktadan kaynaklanır.