Bugünkü sohbetimizde geçen bölümde başladığımız Hud suresini tanıtmaya devam edeceğiz. Yüce Allah Hud suresinin 7. Ayetinde şöyle buyurmakta: O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): "Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kâfir olanlar derhal "Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir" derler.
Bu ayet başlı başına Kur'an'ı Kerim’in mucizelerinden biri sayılırken, çok önemli ilmi bir hakikate işaret ediyor ve varlık aleminin ilk maddesi su veya suya benzer bir madde olduğunu ve yüce Allah varlık alemini bu maddenin üzerinde inşa ettiğini beyan ediyor. Müfessirlere göre yaratılışın başında varlık alemi, eriyik maddelerden oluşuyordu.
Daha sonra bu eriyik kitlede şiddetli hareketlilik ve muazzam patlamalar yaşandı ve bazı bölümleri yüzeyden koparak art arda dışa fırladı. Sonuçta bu büyük kitlenin sürekliliği ve bütünlüğü dağıldı ve ayrışmalar başladı ve ardından gezegenler, yıldızlar ve güneş sistemi gibi sistemler bir biri ardı sıra ortaya çıktı. Varlık alemi bu muazzam eriyik ve suyumsu maddenin üzerine inşa edildi.
Enbiya suresinin 30. Ayetinde de bu konuya temas ediliyor: İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? Kuşkusuz bu yaratılış bir anda değil, altı uzun dönemde gerçekleşti. Ayetin işaret ettiği bir başka nokta, varlık aleminin yaratılış gayesidir. Bu amacın önemli bir bölümü insanla ilgilidir.
Ayet şöyle buyurmakta: O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Kur'an'ı Kerim açısından varlık alemi ve beşerin yaratılış amacı, insanın gelişmesi ve kemale ermesidir. İnsan talim ve terbiye yolunu izlemeli ve böylece tekamül yolunu kat ederek her an Allah katına daha da yaklaşmalıdır.
Bu da ancak ilahi sınav düzeni sayesinde mümkün olur. İlahi nizamda kim daha iyi amelde bulunursa, daha yüksek bir mevkie ulaşır. Kuşkusuz ilahi sınavlar insanların içini ve ruh halini öğrenmek için değildir ve esas amaç, insanları yetiştirmek ve geliştirmektir. İşin ilginç tarafı, bu ayetin her insanın değerini onun amellerinin çokluğu ile değil, hüsnü ameli ile ölçüldüğünü beyan etmesidir. Bu durum İslam dini amelin niceliğine değil, niteliğine vurgu yaptığını gösterir.
Geçen bölümde Hz. Nuh’un risaleti ve kavminin ibret verici öyküsü il tanışmıştık. Sure daha sonra adını aldığı Hz. Hud ve kavminin macerasını anlatıyor. Milattan yaklaşık 700 yıl önce bugünkü Yemen diyarında Ad adında bir kavim yaşıyordu. Ad kavminin insanlar uzun boylu ve güçlü insanlardı ve bu yüzden savaşçı ve cengaver insanlardı.
Ad kavmi medeniyet bakımından da büyük ilerleme kaydetmişti. Ad kavmi imarlı kentlerde yaşıyor ve verimli tarlaları ve bahçeleri bulunuyordu. Kavim bir süre bol nimet ve refah içinde yaşadı, fakat diğer bir çok müreffeh insanlar gibi kibir ve benciliğe kapıldı ve zulüm ve fesat işlemeye başladı. Ad kavmi müstekbirleri ve zalimleri lider edindi ve putlar yaparak tapmaya başladı, ta ki yüce Allah onları hidayete erdirmek için Hz. Hud’u gönderdi. Kur'an'ı Kerim Hud suresinde maceranın devamını şöyle anlatıyor: Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin.
Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz. Ancak Hz. Hud, halkı hakka teslim olmadığını anladı. Bu yüzden onları istiğfarda bulunmaya ve tövbe etmeye ve böylece günahlardan ve kötülüklerden arınarak ilahi rahmet kapılarının açılmasına zemin hazırlamaya tavsiye etti. Hz. Hud kavmine yüce Allah’ın onlara sunduğu verimli tarlaları, bahçeleri, nehirleri, çeşmeleri hatırlattı ve böylece onları doğru yola hidayete erdirmeye çalıştı. Hud suresi şöyle devam ediyor: Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tövbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın.
Günah işleyerek (Allah'tan) yüz çevirmeyin. Günahtan tövbe etmek, kıtlıkların ve kuraklıkların bertaraf olması ve rahmet yağmurunun yağması ve imar ve kalkınmanın zemininin hazırlanmasında faydalıdır. Bu ayetlerde Kur'an'ı Kerim tövbe ve istiğfardan ve Allah’a yönelmekten, imar ve bolluğun vesilesi şeklinde söz ediyor ve maddi ve manevi konuların arasında ilginç bir bağ kuruyor.
Kuşkusuz savaş, ihanet, nifak, zulüm ve fesada bulaşan ve halkı türlü suçları işleyen bir toplum asla ayakta duramaz ve ilahi rahmet ve bereket bu toplumdan uzaklaşır. Ancak Ad kavmi öylesine maddi zevk ve lezzetlere batmıştı ki Hz. Hud’un şefkatle yaptığı nasihatler etki etmiyordu. Ad kavmi açıkça Hz. Hud’a putlardan el çekin onun Rabbine iman etmeyeceklerini söylüyor.
O sırada ilahi azab işaretleri nazil olmaya başladı ve üç yıl boyunca bir damla bile yağmur yağmadı. Hz. Hud bu uyarının ardından kavmini nasihat etmeye başladı ve Ad kavminde tövbe etmeleri ve Allah’a dönmelerini istedi, fakat Ad kavmi yine küfür ve isyanı sürdürdü, ta ki iş işten geçti ve esas azab nazil oldu: İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; O'nun peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular. Sonunda korkunç ve yıkıcı fırtına koptu ve Ad kavminin sarayları yerle bir oldu ve sonbaharda rüzgarla savrulan kuru yapraklar gibi cenazeleri her tarafa savruldu. Gerçi Hz. Hud ve ona iman eden müminler bu azabdan kurtuldu.
Evet Hz hud’un kavminin macerası ve kaderi tarihin tüm zalim ve cebbar hükümdarları için büyük bir ibrettir. Hud suresinin devamında Kur'an'ı Kerim Semud kavmi ve peygamberleri Hz. Salih’in öyküsünü anlatıyor ve o hazretten kendi halkı için hayır ve iyilikten başka bir şey istemeyen iyi bir kardeş şeklinde söz ediyor: Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik).
Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tövbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir. Hz. Salih’in programı da diğer peygamberlerin stratejik programı gibiydi.
Hz. Salih de kendi kavmine tevhidden söz etti ve yegane Allah’a tapmalarını istedi. Hz. Salih Allah’ın onları yarattığını ve onlar için imar ve refah imkanlarını sağladığını, bu yüzden O’na ortak koşmamalarını istedi. Ancak Semud kavmi de Hz. Salih’in davetini reddetti. Semud kavmi kendi yaptıkları putlara tapıyor ve maddi lezzetlerde ve her şeyde ifrat ve tefrit yolunu tuttu. Semud kavmi Hz. Salih’in hak sözünü benimsemediği gibi onu hezeyan ve saçmalamakla suçladı ve Salih’in aklını kaybettiğini ve kendini Allah’ın elçisi sandığını söylemeye başladı. Semud kavmi Hz. Salih’ten peygamberliğini ispat etmek için bir mucize getirmesini istedi.
Yüce Allah peygamberine yardım etmek üzere dişi bir deveyi gönderdi ve Semud kavmine deveye zarar vermemelerini emretti, şöyle ki Semud kavmi deveyi taciz etmemesi, ürkütmemesi ve o hayvana binmemesi veya başını kesmemesi gerekiyordu. Yüce Allah devenin su içmesi için belli bir gün belirledi ve halkın da başka günlerde suyu kullanmalarını emretti ve Semud halkını deveye zarar verdikleri durumunda azap nazil ederek cezalandıracağı konusunda uyardı. Ancak Semud kavmi yüce Allah’ın emrini umursamadı ve deveyi keserek azabın nazil olmasına sebebiyet verdi. Kur'an'ı Kerim’in Hud suresi bazı ilahi peygamberlerin öykülerini beyan ederek tüm peygamberlerin ortak bir amacı izlediğini beyan ediyor.
Allah’ın peygamberleri beşeriyeti her türlü esaretten kurtarmak ve tevhide yöneltmek ve şirkten sakındırmak istiyordu, çünkü şirk, beşeriyetin tüm sorun ve musibetlerinin kaynağıdır. Allah’ın tüm peygamberlerinin şiari iman, ihlas ve Allah yolunda direnmekti. Gerçi çeşitli kavimlerin bu büyük insanların karşısındaki tepkileri mantıksızdı ve bu yüzden ilahi gazabı beraberinde getirdi. Bir başka ifade ile toplumların gerçek ıslahı, tevhide iman etmeden ve şirki reddetmeden mümkün değildir, çünkü toplumun birlik ve beraberliği ve her türlü gerginlikten ve sürtüşmeden korunması, tevhid inancı ile mümkün olur. Oysa şirk, tefrika, sürtüşme ve yok olmanın kaynağıdır.