Geçen bölümde Yunus suresi ile tanışmıştık. Şimdi sohbetimizi aynı sure ile sürdürüyoruz. Surenin 22 ve 23. Ayetlerinde şöyle okumaktayız: Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah'a halis kılarak:
"Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız" diye Allah'a yalvarırlar. Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ayetler şöyle buyurmakta:
Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar. Bu ayet insan fıtratının en derin noktalarını aydınlatıyor ve nasıl büyük sorunlar ve tehlikelerle yüzleştiğinde yüce Allah’a yalvarıp yakardığını ve Allah’a seslenerek şöyle dediklerini beyan ediyor: Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız" diye Allah'a yalvarırlar.
Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Bu konu dünyaperest ve kapasitesiz insanlar hakkında genel bir ilkedir. Ne zaman ki türlü afetler ve tehlikeler bu insanları sarar ve büyük baskı altında kalınca, hemen yüce Allah katına sığınır ve bu afetten kurtuldukları takdirde şöyle yaparız, böyle yaparız diye yemin etmeye başlar, ama bu uyanış pek fazla sürmez ve bu tür insanlar iradesiz, imanları zayıf veya unutkan insanlar olduğundan sorun bertaraf olunca yeniden geçmişteki hatalarını işlemeye başlar. Kuşkusuz günah ve suça daha az bulaşmış insanlar genellikle bu tür hadiselerde ve tehlikeli durumlarda uyanır ve yanlış yoldan geri dönerek kendini düzeltmeye başlar.
Fakat Allah’ın seçkin kullarının hesabı başkadır. Bu insanlar dengeli insanlardır ve huzur ve refah içinde yaşarken bile zorlu günler kadar yüce Allah’a yönelir, çünkü onlar yararlandıkları her türlü hayır ve bereketin yüce Allah katından geldiğinin bilincindedir. Yunus suresinin 90 ila 92. Ayetleri kısa ama dakik ibarelerle İsrailoğullarının Firavun’la mücadele zincirinin son halkasına ve zalim Firavun’un kaderini şöyle beyan ediyor: Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun:) "Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim.
Ben de Müslümanlardanım!" dedi. Şimdi mi (iman ettin)! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. (Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler. İsrailoğullarını Firavun ve adamlarının pençesinden kurtarmak isteyen Hz. Musa, israiloğulları ile birlikte Mısır’dan ayrıldı. Ancak Firavun İsrailoğullarını yok etmek için büyük bir ordu ile birlikte bu kavmi takip etmeye başladı. Yüce Allah’ın emri üzerine Hz. Musa asasını Nil ırmağına vurdu ve ırmaktaki su ikiye bölünerek iki dağ gibi açılan yolun iki tarafında durdu.
İsrailoğulları açılan yolu sağ salim aşarak karşı kıyıya geçti. Bu manzarayı gören Firavun ve ordusu İsrailoğullarını takip etmek amacıyla ırmağa girdi, ama binden açılan yolun iki tarafında duran sular bir biri ile bütünleşti ve hem Firavun ve hem ordusu Nil ırmağının azgın sularına boğuldu. O sırada kendini bir saman çöpü gibi azgın suların pençesinde gören ve ölümle burun buruna gelen Firavun o anda iman ettiğini ve İsrailoğullarının iman ettiği Allah’tan başka ilah olmadığını söylemeye başladı. Aslında Firavun böylece ölümden kurtulacağını sanıyordu.
Fakat gerçek şu ki bir afet nazil olduğunda veya ölüm anı yaklaştığında gündeme gelen iman, her suçlunun ve her günahkarın sıkıştığı zaman dem vurduğu imandır ve böyle bir imanın hiç bir değer ve itibarı yoktur. İşte bu yüzden yüce Allah o sırada Firavun’a şimdi mi iman ettin? Diye sorar. Sonunda Firavun kurtulmaz ve Nil ırmağında boğulur. Yüce Allah dalgaları Firavun’un cenazesini kıyıya atmalarını emreder ve böylece gelecek kuşaklara ibret olmasını sağlar. Günümüzde Mısır ve İngiltere müzelerinde bir kaç Firavun’un mumyaları saklanmaktadır. Mısır devleti başta Fransız bilim adamı prof. Muris Bukay olmak üzere bilim adamlarından söz konusu mumyaların üzerinde inceleme yapmalarını ve böylece acaba Hz. Musa döneminde yaşayan Firavun’un cesedinin de bu mumyaların arasında olup olmadığını tespit etmelerini istedi.
Bilim adamları bu mumyaların birinin üzerinde yaptığı derin anlaşmaların ardından üzerinde tuz kalıntılarına rastladı ve böylece bu cesedin denizde boğularak öldüğünü ve ondan sonra mumyalandığını tespit etti. Fakat prof. Bukay’ı şaşırtan mesele, bu cesedin diğer mumyalanmış cesetlere göre daha sağlam kalmış olmasıydı.
Prof. Bukay’a Kur'an'ı Kerim Firavun’un Nil ırmağında boğulduğunu ve geleceklere ibret olsun diye cesedinin değişmeden öylece kalacağını haber verdiği anlatıldı. Prof. Bukay ilkin böyle bir şeyin mümkün olmadığını düşünüyor ve İslam peygamberinin (sav) çağında yaşayan Araplar ve başkaları eski Mısır’da Firavunların mumyalandığından haberdar olmadığını savunuyordu. Fakat prof. Bukay daha sonraları katıldığı bir tıp konferansında müslüman bilginlerden birinin dilinden Yunus suresinin 92. Ayetini duyunca öylesine etkilendi ki hemen Kur'an'ı Kerim’e iman ettiğini beyan etti. Prof. Bukay daha sonra Kur'an'ı Kerim’i derinden okumaya ve üzerinde düşünmeye başladı ve yazdığı kitabın önsözünde şu ifadelere yer verdi: Kur'an'ı Kerim’in bilimsel yönleri beni hayrete düşürdü. Hiç bir zaman Kur'an'ı Kerim’in çeşitli konular üzerine bu denli dakik konuştuğunu düşünemezdim.
Bu konular günümüzde beşeri bilim ve bilimsel ilerlemelerinin sonuçları ile örtüşüyor, üstelik bundan 14 asır önce yazılan bir kitap söz konusu. Yunus suresinin 98. Ayeti ise Hz. Yunus ve kavminin macerasına işaret ediyor ve gelecek kuşaklar için ibret olmasını istiyor: Yunus'un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus'un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvalık azabını kaldırdık ve onları bir süre (dünya nimetlerinden) faydalandırdık.
Geçmiş ayetlerde Firavun ve adamları kendi iradeleri ile Allah’a iman etmediklerini, fakat ölüm ve ilahi ceza ile yüz yüze gelince iman ettiklerini dillendirmeye başladığını anlattık. Ancak bu iman artık çok geç beyan edilen bir imandı ve onlar için hiç bir faydası yoktu. Fakat bu ayet şöyle buyurmakta:
Herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Ayet daha sonra Hz. Yunus’un kavmini müstesna sayıyor ve şöyle buyuruyor: Yunus'un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvalık azabını kaldırdık ve onları bir süre (dünya nimetlerinden) faydalandırdık. Hz. Yunus putperest olan ve Allah’a iman etmeyen Babil ve Neyneva halkını tevhid ve hidayete erdirmek için gönderildi. Kur'an'ı Kerim Hz. Yunus’un kavminde sonunda hidayete eren ve sapkınlıktan el çeken tek kavim olarak söz ediyor. Gerçi bir çok kavim peygamberlerin getirdiği din ve inanca iman etti, fakat Yunus kavmini başkalarından ayırt eden şey, kavmin toplu halde ve yüce Allah kesin azabı nazil etmeden önce iman etmeleriydi.
Tarihte belirtildiği üzere Hz. Yunus kavminin iman etmesinden umudunu kesince kavmin abid insanlarından birinin önerisi üzerine kendi kavmini lanetledi, fakat o insanların arasından bir bilgin Hz. Yunus’a umudunu kesmemesini ve yine haklarında dua etmesini ve daha fazla irşad etmesini istedi. Her halükarda Hz. Yunus daha fazla katlanamadı ve kendi kavmini lanetledikten sonra onların arasından ayrıldı.
Bundan sonra azabın ilk işaretleri görünmeye başladı, fakat azab için kesin fermanın zamanı gelmemişti. Hz. Yunus’un kavmi bundan önce çok kez o hazretin sözlerinin doğruluğunu sınamıştı ve bu kez bilgin adamın yanına geldi ve işin çaresini sordu. Hz. Yunus’un kavmi bilgin adamın tavsiyesi üzerine fırsatı değerlendirdi ve onun önderliğinde kentten çıkarak yüce Allah’a dua etmeye, yalvarıp yakarmaya başladı ve pişman olduklarını ve tövbe ettiklerini beyan etti. Daha sonra kavim Hz. Yunus’u bulmak için büyük uğraş verdi, fakat onu bulamadı. Kur'an'ı Kerim Hz. Yunus’un kavminin tövbe ve iman etmesi ve hak tealaya dönmesi zamanında ve bilinç ve ihlasla beraber olduğunu beyan ediyor.
Nitekim kavmin tevbe etmesi ve duaları sayesinde azab işaretleri bertaraf oldu ve yeniden huzur hakim oldu. Hz. Yunus da balığın içinde yaşadığı maceranın ardından sonunda kurtuldu ve kavminin arasına geri döndü, kavmi de onu canı gönülden benimsedi. Bu öykü bir kavim veya bir milletin arasında bilge ve yürek yakan bir liderin ne denli önemli ve etkili olduğunu gösteriyor. Bunun karşısında ilim ve bilimden yoksun olan bir Abidin menfi tesiri yer alıyor. İşte bu yüzden İslam dini her zaman sorumlulukla beraber olan ilmi, bilinçsiz ibadete tercih ediyor ve bilge ve Allah’ı tanıyan alimleri takdir ediyor.