Semavi Sureler 19
Bugünkü sohbetimizde Enfal suresine devam ediyoruz. Enfal suresi Kur'an-ı Kerim'in 8. Suresidir ve hicretin ikinci yılında Medine'de nazil olmuş ve 75 ayetten ibarettir. Surenin ilk ayetinde kamuya ait malların ve nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili hüküm yer aldığından sure Enfal suresi olarak adlandırılmıştır. Surenin bir başka adı Bedir suresidir, çünkü sure Bedir savaşından sonra nazil olmuştur.
Müslümanların düşmanların saldırısına karşı görevi, hums hükmü, müslümanların cihad için askeri, siyasi ve sosyal açılardan hazırlıklı olma zarureti, savaş esirleri ve onlara karşı teamül meselesi, müslümanların ilk başta zayıf konumda oldukları ve daha sonra İslam sayesinde güçlenmeleri, Enfal suresinde yer alan bazı konulardır.
Bundan başka Allah yolunda hicret etmek, münafıkları tanımak ve onlarla nasıl mücadele edilmesi gerektiği, Enfal suresinde yer alan diğer bazı konulardır. Enfal suresinin 27. Ayetinde şöyle okumaktayız: Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber e hainlik etmeyin; (sonra) bilebile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. Kur'an-ı Kerim kültüründe emanettarlık geniş kapsamlı bir kavramdır ve insanların yaşamında tüm sosyal, siyasi ve ahlaki boyutları kapsamaktadır.
Emanete ihanet etmek İslam dini açısından en çirkin ve kabul edilemez bir ameldir. Emanet kime ait olursa olsun, velev ki malın sahibi bir gayri müslim olsun, hakkında emanettarlık ilkesi uygulanmalıdır. Bu görev ve sorumluluk her müslümanın dini ve ahlaki sorumluluğudur. Tarihte anlatıldığı üzere Karizeoğulları yahudileri müslümanlarla anlaşmalarını bozarak müslümanların düşmanları ile birlik oldu. bu yüzden İslam ordusu onları kuşattı.
O sırada Saad Bin Maaz müslümanları temsilen yahudilerle müzakere etmesi kararlaştırıldı. Ancak yahudiler müslümanlardan daha önce Ebulbabe adında bir şahısın onlarla müzakere etmesini istedi, çünkü Ebulbabe yahudilerde eskiden dosttu ve ayrıca hem ailesi ve hem evlatları ve hem mal varlığı yahudilerin arasındaydı. İslam peygamberi (sav) bu talebi kabul etti. yahudiler Ebulbabe ile Saad Bin Maaz'ın aralarında hükmetmesini kabul edip etmemelerini istişare etti. Ebulbabe boğazına işaret etti, yani eğer kabul ederseniz öldürüleceksiniz, o zaman bu öneriyi reddedin. O sırada vahiy meleği Hz. Cebrail İslam peygamberini (sav) bu maceradan haberdar etti ve Enfal suresinin 27 ve 28. Ayetleri nazil oldu: Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber e hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.
Ebulbabe Allah'a ve peygamberine ihanet ettiğini anladı ve büyük pişmanlık duydu ve bu yüzden kendini bir iple Mescidi Nebi'nin sütunlarından birine bağladı ve Allah tövbesini kabul edene kadar ölünceye dek yememeye ve içmemeye yemin etti. Yedi gece gündüz geçti ve Ebulbabe aşırı açlık ve susuzluk yüzünden bayıldı. O sırada yüce Allah Ebulbabe'nin tevbesini kabul etti. Müslümanlar bu haberi Ebulbabe'ye ulaştırdı, ancak Ebulbabe Allah resulü (sav) gelip mübarek elleri ile bağı çözmeden kendisini çözmeyeceğini söyledi. Gerçekte bazen mal ve evlat sevgisi ve kişisel çıkarlar insanın gözünü ve kulağını örter ve sonuçta topluma zarar verecek hatalar işlemesine vesile olur.
Ancak önemli olun şu ki insan Ebulbabe gibi hemen hatasını anlasın ve yaptığı hatayı telafi etmeye çalışsın. Enfal suresinin 30. Ayetinde şöyle okumaktayız: Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir. Bu ayet, İslam peygamberinin (sav) Mekke'den Medine'ye hicret etmesine yol açan hadiselere işaret ediyor. Müfessirler tarafından farklı tabirlerle anlatılan bu hadiselerin hepsi bir tek hakikate işaret ediyor, o da şu ki yüce Allah mucizevi bir şekilde peygamberini büyük bir tehlikeden kurtarır. Mekke müşrikleri İslam peygamberi (sav) inancından asla vazgeçmeyeceğini anlayınca gizli bir oturumda o hazreti ortadan kaldırmayı kararlaştırdı. Gizli oturumda bunun için bir kaç öneri gündeme geldi.
Biri Allah resulünün (sav) hapse atılmasını ve böylece hapiste ölmesini önerdi. Ancak ötekiler bu durumda Allah resulünün (sav) taraftarları saldırıya geçerek uygun bir fırsatta o hazreti hapisten kurtarabileceğini söyledi. Bir başka İslam peygamberini (sav) sürgün etmeyi ve böylece ebediyen kurtulmayı önerdi, ancak ötekiler Allah resulünün (sav) kelamının nüfuzuna dikkat çekti ve gittiği yerde başka insanları güçlü kelamı ile cezb ederek bu kez büyük bir kalabalıkla geri dönerek onları kentlerinden atacağını söyledi. Tam o sırada Allah Resülünün (sav) büyük düşmanı Ebu Cehil şu öneride bulundu: Her aşiretten cesur ve cengaver bir genci seçelim ve her birinin eline keskin bir kılıç verelim. Bu gençler hep birlikte Muhammed'e saldırsın ve gece yarısı yattığı yatağında öldürsün.
Eğer bu şekilde Muhammed'i öldürürsek, kanı tüm aşiretlerin arasında bölünmüş olur ve Haşimoğulları aşireti kan davası için Kureyş'in tüm aşiretleri ile savaşamaz. Öte yandan vahiy meleği Hz. Cebrail İslam peygamberine (sav) nazil oldu ve o gece yatağında yatmamasını istedi. İslam peygamberi (sav) gece yarısı Sur mağarasına doğru yola çıktı ve Hz. Ali'den (sa) onun yerine yatağında yatmasını istedi. Düşmanlar Allah resulünün (sav) evine baskın yaptıklarında yatakta Hz. Ali'yi (sa) buldu ve İslam peygamberinin (sav) nerede olduğunu sordu. Hz. Ali (sa) Resulüllah efendimizin (sav) nerede olduğunu bilmediğini söyledi. Müşrikler Allah resulünü (sav) takip etmeye başladı ve mağaranın önüne kadar geldi, ancak büyük bir şaşkınlık içinde mağaranın önünde örümcek ağı ile karşılaştı. Müşrikler eğer İslam peygamberi (sav) mağaraya girmiş olsaydı örümcek ağından bir iz kalmazdı diye düşündü ve bu yüzden geri döndü.
Bundan sonra İslam peygamberi (sav) üç gün daha mağarada kaldı ve düşmanlar o hazreti bulmaktan umudunu keserek Mekke'ye dönünce, Medine'ye doğru yola çıktı. İslam peygamberinin (sav) Mekke'den Medine'ye hicreti sadece İslam tarihinde değil, beşeriyet tarihinde de yeni bir başlangıç olduğundan, yüce Allah'ın bir kaç örümcek ağı ile tarihin yönünü değiştirdiği söylenebilir. Geçmiş peygamberlerin dönemlerinde de yüce Allah bazen asileri bastırmak için en basit araçlardan yararlanmış ve örneğin bir yerde rüzgardan, bir yerde sivri sinekten ve bir yerde küçücük kuşlardan yararlanarak beşerin ilahi güç karşısında ne denli aciz olduğunu ortaya koymuştur. Enfal suresinin 53. Ayetinde de milletlerin kaderi hakkında çok önemli ve ibret verici noktalara işaret edilmiştir: Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir. Eğer tarih boyunca çeşitli kavimlerin dağılma veya ilerleme etkenlerini inceleyecek olursak, Kur'an-ı Kerim bu etkenleri bulmak için kavimlerin ahlakı ve sosyal düzeni ve düşünce tarzını adres gösteriyor.
Kur'an-ı Kerim toplumlarda yaşanan değişimin temel köklerini bulmak için kavimlerin ahlakı ve sosyal düzeni ve düşünce tarzının incelenmesi gerektiğini belirtiyor. Bu ayet insanın önceden belirlenen bir kaderi mahkûm olmadığını ve tarihin cebrine tabi olmadığını, tarihi ve insan yaşamını şekillendiren esas etkenin insanın düşüncesinde ve yaşam tarzında yaşanan değişiklikler olduğunu beyan ediyor. Bir başka ifade ile ilahi rahmet sonsuz ve genel kapsamlıdır, ancak insanlar liyakat ve şayesteliklerine göre bu rahmetten yararlanabilir. Yüce Allah maddi manevi, tüm nimetlerini tüm kavimlere sunmuştur.
Eğer bu milletler ilahi nimetleri hak yolunda ve tekâmül için kullanırsa, Allah nimetlerini arttırır ve kalıcı kılar, ancak eğer bu nimetler isyan ve fesat için kullanılırsa, yüce Allah bu nimetleri geri alır veya onları afet ve musibete dönüştürür. Enfal suresinin 65 ayeti tekrar İslam açısından cihat meselesine dönüyor ve müslümanların düşmanlarla görece de güç dengesi sağlamayı beklememeleri gerektiğini ve düşmanın saldırısı ile karşı karşıya kaldıklarında bazen hatta sayıları iki kat olan düşmanlar yüzleşmeleri ve kendi sayıları az olduğu için düşmanın önünden kaçmamaları gerektiğini beyan ediyor. Nitekim bir çok savaş arenasında güç dengesi düşmanın lehine olmuş ve müslümanlar genellikle sayı bakımından ve askeri teçhizat açısından daha geride olmuştur. Gerçi askeri güç üstünlüğü savaşları kazanmakta önemli bir etkendir, fakat müslümanlar sayı ve askeri teçhizat bakımından düşmandan daha geride olmalarına karşın bir çok büyük zafere imza atmalarının sebebi, direniş psikolojileriydi ki bu du da iman ağacının meyvesi sayılır. Nitekim müslümanlar iman gücü ile sayıca kendilerinden kat kat fazla olan düşmanlara karşı direnmeyi ve zafer elde etmeyi başarmıştır.
Gerçekte düşmanların şaşkınlığı ve amaçsızlığı ve buna karşı düşmanların yüce ülküleri ve derin bilinci de müslümanların zafer kazanmasında etkili olmuştur. İslam ordusunun savaşlarında müslümanların zafer kazanmasında yüce Allah'ın manevi ve gaybi yardımları da etkili olmuştur. Yüce Allah Enfal suresinin 74. Ayetinde şöyle buyurur: İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.