Semavi Sureler 17
Araf suresi bir takım konuları gündeme getirdikten sonra Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Lut, Hz. Şuayb ve en son Hz. Musa’nın öykülerine işaret ediyor ve böylece geçmiş kavimlerin ibret verici tarihini anlatıyor. Sure ilkin Nuh peygamberin öyküsü ile başlıyor ve o hazretin asi ve maceraperest kavmi ile bazı diyaloglarını beyan ediyor. Ayetlere göre Hz. Nuh kavmine gönderildiğinde onlara hatırlattığı ilk nokta, tevhid hakikati ve putperestliği reddetmesiydi. Hz. Nuh uyuyan vicdanları uyandırmaya ve insanları putperestliğin akibetinden sakındırmaya çalışıyordu. Araf suresinin 59. Ayetinde şöyle okumaktayız: Andolsun ki Nuh'u elçi olarak kavmine gönderdik.
Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum. Gerçekte tevhid ve yegane Allah’a inanmak ve tapmak sadece Hz. Nuh’un değil, bütün ilahi peygamberlerin baş şiarıydı. Araf suresinde yer alan en önemli öykülerden biri, Hz. Musa’nın zalim Firavun iktidarı ile mücadelesidir. Kur'an-ı Kerim hem bu surede ve hem diğer bir çok surede ibret verici bu öykünün çeşitli bölümlerini beyan ediyor. Nitekim Araf suresinin 103. Ayetinde yüce Allah şöyle buyuruyor: Sonra onların ardından Musa'yı mucizelerimizle Firavun ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkâr ettiler; ama bak ki, fesatçıların sonu ne oldu! Bu ayet zalim ve despot rejimlerle mücadele etmek, ilahi peygamberlerin toplumda eşitlik ve adaleti inşa etmek amacıyla ilk programları olduğunu gösteriyor.
Hz. Musa peygamber olarak seçildiğinde ilk iş olarak Firavun ve adamlarına gitti. Hz. Musa nübüvvetinin doğruluğunu ispat etmek için elinde bir takım mucizeler ve ayetler bulunuyordu, ancak Firavun ve adamları Hz. Musa’nın sözünü kabul etmedi ve o hazrete karşı mantıksız ve bağnaz bir şekilde davrandı. Musa dedi ki : "Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Allah hakkında gerçekten başkasını söylememek benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık bir delil getirdim; artık İsrailoğullarını benimle bırak!" Aslında Hz. Musa’nın bir amacı İsrailoğullarını Firavun’un sömürüsünden kurtarmak ve Mısır topraklarından çıkarmaktı ve bu iş, Firavun’la görüşmeksizin mümkün değildi.
Çünkü toplumda her türlü fesat ve sapkınlıkla mücadele etmek için en başta o toplumun başında yer alan ve siyaset, iktisat ve kültür meseleleri ellerinde bulunan yöneticilerin ıslah olması gerekir ki bu durumda toplumun ıslah edilmesi çok kolaylaşır. O dönemde İsrailoğulları Mısırlı Kıbti’lerin elinde köleydi ve en ağır işlerde çalıştırılıyordu. Hz. Musa hakkaniyetini ispat etmek için iki büyük mucize gösterdi: Bunun üzerine Musa asasını yere attı. O hemen apaçık bir ejderha oluverdi! Kuşkusuz asanın büyük bir ejderhaya dönüşmesi büyük bir mucizedir, fakat muvahhid insanlara göre bu mucize ancak doğa üstü bir güç tarafından gerçekleşebilir.
Hz. Musa’nın diğer mucizesi bir sonraki ayette beyan ediliyor: Ve elini (cebinden) çıkardı. Birdenbire o da seyredenlere bembeyaz görünüverdi. Macera şöyle devam ediyor ve Firavun’un adamları bu mucizeleri gördükten sonra şöyle diyor: Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Bu gelişmelerin ardından Firavun’un adamları Hz. Musa’ya karşı ne yapmaları gerektiği konusunda istişare etmeye başladı ve ardından Firavun’a şöyle dediler: Musa ve kardeşi Harun hakkında acele etme ve her türlü kararı sonraya bırak, ama adamlarını tüm kentlere yolla ki en usta sihirbazları toplayıp sana getirsinler.
Aslında Firavun’un sarayındakilerin amacı söz konusu sihirbazları getirerek Hz. Musa’nın mucizelerini etkisiz hale getirmek ve halkın gözünden düşürmek ve ardından onu öldürerek o hazretin ve kardeşinin macerasını ebediyen halkın kafasından silmekti. Bu yüzden de bu macerayı izlemek için herkesi davet ettiler ki bu du Firavun’un Hz. Musa’ya karşı zafer kazanacağından emin olduğunu gösteriyor. Sonunda beklenen gün yaklaştı ve sihirbazlar da hazırlıklarını yaptı. Sihirbazlar biraz özel ip ve asa hazırlamıştı. Bu ipler ve asalar içerdikleri özel maddeler yüzünden güneş ışınları ile ısınarak hareket edebiliyordu.
Çok ilginç bir sahneydi. Hz. Musa sadece kardeşi ile sihirbazların ve halk kitlelerinin karşısına çıktı. Sihirbazlar özel bir kibirle Hz. Musa’ya isterse önce onun başlamasını söyledi. Ancak Hz. Musa önce siz başlayın, dedi. Sihirbazlar iplerini ve asalarını meydanın ortasına attı ve kendilerince halkı panikleterek büyük bir sihir yaptı. Bu gelişmenin ardından halk sihirbazlara büyük alkış tuttu. O sırada Firavun ve adamları büyük bir memnuniyet duymaya başladı. Tam o sırada Hz. Musa’ya ilahi vahiy nazil oldu: Biz de Musa'ya, "Asanı at!" diye vahdettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti. Bu büyük mucizenin ardından birden her şey değişti. Halkın bir kısmı bayıldı, bir kısmı da kaçmaya başladı. Firavun ve adamları büyük bir panik ve dehşet içinde bu manzaraya bakıyor, karanlık geleceklerini düşünüyordu.
Firavun ve adamlar asla böyle bir manzara ile karşılaşacaklarını ummuyordu. Ve böylece zalim Firavun’un iktidarı ilk darbeyi almış oldu. Fakat Firavun esas darbeyi Hz. Musa ile mücadeleye kalkışan sihirbazlardan yedi. Hz. Musa’nın mucizesini gören sihirbazlar yere diz çöktü ve hepsi yüce Allah’ın azameti karşısında secde etti. Sihirbazlar biz alemleri yaratan Allah’a, Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik diye haykırıyordu. Aslında Firavun ve adamları asla sihirbazların tavır değiştireceklerini beklemiyordu. Sihirbazlar Firavun ve adamlarının gönül bağladığı kişilerdi, fakat tam tersine hepsi ilk iman edenlerden olmuştu. Gerçekte sihiri iyi bilen bu sihirbazlar, Hz. Musa’nın yaptıkları sihrin çok çok ötesinde insan üstü bir güçten kaynaklandığını anlamıştı ve bu yüzden Firavun’un tehditlerine aldırış etmeden ve başlarına geleceklerden hiç korkmaksızın açık açık iman ettiklerini ilan ettiler. Ayetlerinden devamında isa yüce Allah Firavun ve adamlarının denizde boğulduklarını anlatarak zalim ve despot hükümdarların her ne kadar güçlü olursa olsun, sonunda devrilmeye mahkum olduğunu buyuruyor. (Bana ibadet etmesi için) Musa'ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilâve ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu.
Musa, kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma. Bu ayetten sonraki bir kaç ayette Hz. Musa’nın yüce Allah ile görüşmesi ve bununla ilgili konular yer alıyor. 148. ayetten sonra ise İsrailoğullarının buzağıya tapma macerası anlatılıyor: (Tûr'a giden) Musa'nın arkasından kavmi, ziynet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular. İsrailoğulları Mısır’da köle olarak yaşadıkları yıllarda Mısırlıların buzağıya tapmalarına şahit olmuştu. Bu yüzden Nil ırmağını geçtikten sonra ırmağın öteki kıyısında yaşayan bir kavmin putperestliği onların ilgisini çekti. İsrailoğulları Hz. Musa’dan onlar için putlara benzer bir tanrı yapmasını istedi. Hz. Musa ise kavmini bu talep yüzünden sert bir şekilde tenkit etti.
Fakat Hz. Musa Tur dağına çıktığında ve on gün gecikmesinden sonra Sameri adında bir şahıs İsrailoğullarını iman zafiyetinden faydalanarak hepsinin zinet eşyalarını topladı ve altından bir buzağı heykeli yaptı ve halkı bu heykele tapmaya davet etti. Sameri buzağıdan böğürme sesi çıkmasını sağlamıştı ve İsrailoğullarına bu sizin ve Musa’nın tanrısıdır, dedi. İsrailoğulları da bu sözleri benimseyerek heykeli tanrı sandı. Burada Kur'an-ı Kerim insanların şuur ve bilincini yargılıyor ve şöyle buyuruyor: Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor?