Semavi Sureler 15
Araf suresi Kur'an-ı Kerim’in 7. Suresidir. Bu sure Mekke’de ve İslam peygamberinin (sav) Medine’ye hicretinden önce nazil olmuştur. Surede 206 ayet yer alıyor. Araf suresinin ilk ayetlerin inançla ilgili bazı konulara kısaca işaret ediyor. Bazı ayetlerde ise Hz. Adem’in yaratılışı anlatılıyor. Ayetler insanları bazı konularda uyarıyor ve yüce Allah’ın insanlardan hidayet yolunda aldığı sözleri sayıyor.
Araf suresi tevhid ve doğru yoldan sapan kavimlerin hüsrana uğradığını ve gerçek müminlerin zafer kazandığını göstermek için bazı geçmiş kavimlerin ve Enbiyaların öykülerini beyan ediyor. Surenin sonunda yine bazı inançla ilgili konular yer alıyor.
بِسمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِیمِ / المص / کِتَابٌ أُنزِلَ إِلَیْک فَلا یَکُن فى صدْرِک حَرَجٌ مِّنْهُ لِتُنذِرَ بِهِ وَ ذِکْرَى لِلْمُؤْمِنِینَ
Elif. Lâm. Mîm. Sâd. (Bu), kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir şüphe olmasın. Bu ayet İslam peygamberini (sav) Kur'an-ı Kerim ayetleri yüce Allah katından nazil olduğunu için asla kaygı duymamasını, yani ne ağır risaleti yüzünden üzerine düşen yükün ağırlığı yüzünden, ne de Kur'an-ı Kerim hakikatlerine karşı inatçılık sergileyen düşmanlar yüzünden kaygı duymamasını buyuruyor. Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik.
İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı. Hz. Adem’in öyküsü Bakara ve diğer bazı Kur'an-ı Kerim surelerinde gelmiştir, ancak Araf suresinin 11 ila 27. Ayetleri bu öyküyü tamamlamaktadır.
Kur'an-ı Kerim bu ayetlerde yüce Allah’ın Adem’i yaratığını ve onun yüce makamını ilan etmek üzere meleklere Adem karşısında secde etmelerini emretmiştir. Kuşkusuz meleklerin Adem’e secde etmesi ona tapma anlamına gelmemektedir, çünkü tapmak ancak yüce Allah’a mahsustur. Burada secdeden maksat Adem karşısında huşu ve tevazu içinde olmaktır, yani melekler Hz. Adem’in azameti karşısında secde etmiştir.
Yüce Allah’ın emri üzerine bütün melekler secde eder, ancak iblis Allah’ın emrine uymaz. Bunun üzerine yüce Allah iblisi serzeniş ederek şöyle buyurur: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi. Allah: Öyle ise, "İn oradan!" Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir.
Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu. Ve böylece yüce Allah iblisi yersiz kibri yüzünden ilahi kattan kovar. Bu ayetler şeytanın aslında kibir ve bencilliği yüzünden düştüğünü gösterir. Şeytanın kendini üstün görmesi ve bulunduğu mevkidan daha yüksek bir mevkiye layık olduğunu düşünmesi, Adem’in karşısında secde etmemesine sebep olmakla kalmadı, hatta Allah’ın ilim ve hikmetini bile inkar etti ve hak teala karşısında isyankar oldu ve bu yüzden bulunduğu makam ve mevkii de kaybetti.
İblis yüce Allah’tan kendisine kıyamet gününe katar mühlet vermesini istedi, Allah da bu talebi kabul etti. İblis, insanları doğru yoldan saptırmak üzere yemin etti ve böylece insanları vesvese etme fırsatını buldu. Burada önemli olan nokta şu ki insan, şeytan karşısında savunmasız değildir. İnsan şeytanın vesveselerinden kurtulmak ve saadet yolunu izlemek için bir çok imkanı bulunmaktadır.
İnsan akıl ve düşünce gücü ile şeytanın vesveselerine karşı güçlü bir set oluşturabilir. Pak fıtrat ve kemal aşkı da insanların saadete ermelerinde önemli rol ifa eder. Nitekim peygamberler ve melekler iyiliklerin ilham kaynağıdır ve şeytanın vesveselerinden kurtulmak isteyen insanlara yardımcı olur.
Araf suresinin 19. Ayetinden sonraki ayetler Hz. Adem öyküsünün bir başka bölümünü anlatır ve yüce Allah’ın Adem ve eşi Havva’ya cennete yerleşmelerini emrettiğini şöyle beyan eder: (Allah buyurdu ki) : Ey Adem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz. Cennette ise Allah katında kovulan şeytan Adem ve eşi Havva’yı vesvese etmeye başlar ve yollarında çeşitli pusular kurar.
Şeytan Adem ve Havva’ya şöyle der: ... Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı. Şeytan onların hayrını istediğine dair yemin etti ve sonunda vesveseleri etkili oldu ve Adem ve Havva şeytanın tuzağına düştü. Adem ve Havva yasak ağacın meyvesini yedi ve Allah’a kulluk ve itaat etmeyi terk etti ve böylece ilahi cennetten kovuldu.
Hz. Adem’in öyküsü bu dünyada insanların yaşamına da işaret ediyor. Gerçekte günümüz dünyasında insanlar akıl ve nefsani eğilimlerin sürtüşmesi arasında her defasında bir yöne çekiliyor. Bazı sahtekar insanlar sürekli başkalarını vesvese ederek akıllarını çalmayı ve hak yolundan alıkoymaya çalışıyor. Bu tür insanların vesveselerine karşı teslim olmanın sonucu tabi ki insanı Allah’a kulluk etmekten ve takvalı bir yaşam sürdürmekten alıkoyar ve maddi yaşamın türlü acılarına ve musibetlerine doğru sürükler.
Yüce Allah Hz. Adem’in öyküsünü ve kaderini beyan ettikten sonra Adem oğullarına bir dizi yapıcı programlar sunuyor ve şeytana kanmamalarını tavsiye ediyor. Surede bir kaç kez Adem oğulları hitabı kullanılıyor. Örneğin 26. Ayette yüce Allah şöyle buyuruyor: Ey Adem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır.
Bunlar Allah'ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi). İnsanların gafil kaldığı konulardan biri de bu dünyada ölümleri ve yaşamlarının son bulacağıdır. Gerçekte sadece insanlar değil, aynı zamanda ümmetler ve beşeri medeniyetler de fanidir. Nitekim tarih boyuncu nice güçlü medeniyetler kurulmuş, ancak bir süre sonra zulüm ve fesat yüzünden çökmüştür.
Güç ve servet sahipleri de genellikle ellerinde bulunan güç ve servetin ebedi olduğunu zanneder, ancak yüce Allah onlara şu hatırlatmada bulunur: Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler. Araf suresinin 44 ila 50. Ayetleri ise cennet ehli olanlarla cehennem ehli olanların arasında geçen diyalogla ve cennetle cehennem arasında yer alan ve Araf denilen bir alanla ilgilidir:
Cennet ehli cehennem ehline: Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenir. "Evet!" derler. Ve aralarından bir çağrıcı, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun! diye bağırır. Araf sözcüğü iki kez Araf suresinde tekrarlanmış ve yüksek mevki anlamına gelir. Bu yüksek mekan cennetle cehennem arasında yer alıyor ve bu iki mekanı bir birinden ayırıyor. Bu mekanın konumu, cennet ehli ile cehennem ehli olanların bir birini görmelerine mani oluyor, ancak iki taraf bir birinin sesini duyabiliyor.
Ancak Araf alanında yer alanlar hakkında bazı noktaları hatırlatmakta yarar vardır. Araf’ta duranlar cennet ve cehenneme bakarak her iki kesimi görebilir ve onları tanıyabilir. Araf ehli olanlar bazı nedenlerden ötürü cennete girmemiştir, fakat cennete girmeyi arzu etmektedir. Araf ehli olanlar cennet ehli olanlara baktıklarında onları selam ediyor ve onlarla birlikte olmak istiyor, ancak öbür tarafa, cehennem ehli olanlara baktıklarında korkuyor ve Allah’a sığınıyor.
Bu durum 46 ve 47. Ayetlerde şöyle beyan ediliyor: İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve A'râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak cennet ehline: "Selâm size!" diye seslenirler. Gözleri cehennem ehli tarafına döndürülünce de: Ey Rabbimiz! Bizi zalimler topluluğu ile beraber bulundurma! derler. O sırada bazı Araf ehli olanlar bazı cehennem ehli olanları yüzlerinden tanır ve onlara seslenir ve dünyada mal ve servet ve güç biriktirmenin onlara hiç fayda etmediğini belirterek onların kibir ve bencilliklerinin ne gibi bir sonu olduğunu sorgulayarak onları tenkit eder.