Sohbetimize Bakara suresinin 184. ayetinin bir başka bölümü ile devam ediyoruz. Ayette şöyle okumaktayız:
و من تطوع خیرا" فهو خیر له
Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir.
Değerli dostlar, Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir, ibaresi aslında Kuran-ı Kerim’in kemal peşinde olanlara tanıttığı bir terbiye ve davranış ilkesinin ifadesidir.
Yüce Allah sürekli insanları ibadet ve diğer hayır amellerle kendilerini Allah katına yakınlaştırmayı tavsiye etmiştir. Bu yüzden kim infak ve kullara hizmet etmek gibi ister farz ister müstahap, hayır amelleri gönül rızası ile yerine getirirse en başta kendisi bu hayır amellerin faydasından yararlanır. Nitekim bu tür ameller kulu Allah katına yaklaştırır ve dünyevi ve uhrevi saadeti beraberinde getirir.
Rivayetlere göre evliyalardan biri, ne zaman bir yoksula maddi veya manevi her hangi bir yardımda bulunursa, yardımı gören kişi teşekkür etmeden bu evliya ondan teşekkür eder ve şöyle dermiş: Senin benim üzerimde hakkın var, çünkü talebinde aslında bana yüce Allah katına yakınlaşma ve kendime sevap yazdırma fırsatı verdin.
Kuran-ı Kerim fidyeyi farz kılmakla birlikte yüce Allah’ın bu sözünü pekiştirmiş oluyor.
Değerli dostlar fidye demek, yoksulların çeşitli gerekçeler yüzünden oruç tutamayan ve bir sonraki ramazan ayına kadar kazasını yerine getiremeyen insanlarca doyurulmasıdır.
Kuran-ı Kerim oruç yerine yoksullara yardım etmeyi ifade ettikten sonra oruç tutamayan insanları daha fazla hayır ve sevaba davet ediyor ve onlardan bu kadarlık infakla yetinmemelerini buyuruyor. Çünkü infak, hayır ve bereket sebebidir ve faydası, herkesten önce, bu ameli yapan kimseye yetmektedir.
Rivayetler ve hadisler de oruç tutmaktan muaf olan mümin kulları, infaka, halka hizmet etmeye ve özellikle ramazan ayında yoksulları doyurmaya teşvik etmektedir. İmam Rıza’dan (sa) şu rivayet nakledilir:
Kim iftar vakti yoksullara ve muhtaç insanlara hatta bir parça ekmek sadaka verecek olursa, yüce Allah onun günahlarını siler ve bir kulu serbest bırakma sevabını onun amel karnesine yazar.
Yüce Allah Bakara suresinin 184. ayetinin son bölümünde şöyle buyuruyor:
وان تصوموا خیرلکم ان کنتم تعلمون
Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
Bundan önce yüce Allah Kuran-ı Kerim’de oruç farizasını belli sebeplerden ötürü yerine getiremeyenleri bu farizadan muaf tuttuğunu ve yerine bazı alternatifler sunduğunu anlattık.
Yüce Allah oruç tutmaktan muaf tutulan kullarına bunun yerine yoksulları doyuracak şekilde fidye vermelerini buyurdu. Ancak yüce Allah ayetin son bölümünde bir kez daha oruç tutmanın daha iyi olduğunu buyuruyor. Hak Teala bu gerçeği oruç tutamayan insanlar için beyan ediyor ve oruç tutmak onlar için her ne kadar zor olursa olsun, fidye vermekten daha iyi olduğunu vurguluyor.
Kuşkusuz bu ifade, bizi orucun azamet ve bereketi ile daha da iyi tanıştırıyor. Çünkü yüce Allah hatta oruç tutmanın zor olduğu kullarına bile bu zorluklara katlanmalarını ve böylece orucun bereketlerinden yararlanmalarını buyuruyor.
İmam Rıza (sa) orucun hikmetini beyan ederken şöyle buyurmakta:
İnsanlar açlık ve susuzluk duygularını hissetmek ve böylece ahiretin yoksulluğu ve biçareliğini idrak etmek, açlık ve susuzluk duygusu yüzünden mütevazı olmak, kibir ve bencilliği bir kenara bırakmak, amellerinin hesabını tutmak ve nefislerini kontrol altına almak ve şehvetlerine gem vurmakla mükafatı hak etmek üzere oruç tutmaya emredildi, ki bu da insanlar için bu dünyada bir ibret ve vaaz sayılır ve yine hükümleri yerine getirme alıştırması ve gelecek kuşaklar için bir tavsiyedir.
İmam Ali (sa) da şöyle buyurmakta: Yüce Allah insanların ihlasını sınamak için orucu farz kıldı.
Hz. Fatıma (sa) da şöyle diyor: Yüce Allah orucu, kulların ihlâsını pekiştirmek için farz kıldı.
Değerli dostlar, orucun faziletleri hakkında çok sayıda hadis söz konusudur ve gerçekte yüce Allah’ın ayette ifade buyurduğu son sözün tefsiri sayılır.
Böylece ilahi ve bereketli bir ibadet olan oruç ibadetine bağlı kalmak ve bizleri bu büyük ilahi hediyenin nimetlerinden mahrum bırakacak her şeyden uzak durmak gerektiği sonucuna varırız.
Masum imamlar (sa) da kendi mensuplarını bu ilke ile tanıştırmaya çalışırdı.
İmam Sadık (sa) ile ilgili bir rivayette şöyle okumaktayız:
Müminlerden biri ramazan ayı gelince, yolculuk niyetinde olmadığı halde önemli bir iş için yolculuk yapması icap ediyor ve bu konuda imam Sadık’tan (sa) görüşünü soruyor. İmam susuyor ve gerçekte bir nevi gönlü adamın yolculuk yapmasına ve böylece ramazan bereketlerinden mahrum kalmasına rıza göstermediğini ima etmeye çalışıyor. Adam soruyu bir kaç kez soruyor ve sonunda imam şöyle karşılık veriyor: İyisi mi yolculuk etmemesi ve oruç tutmasıdır, tabi zorunlu ise yolculuk yapabilir.