Arapların Süryanî ve Nibtilerden aldığı hat noktasızdı. Süryanîce bugün bile noktasız yazılmaktadır. Araplar iktibas ettikleri yazıyı hicrî birinci yüzyılın ortalarına kadar noktasız kullanıyorlardı,
birinci asrın ortalarından sonra hattın gelişim sürecinde yeni bir dönem başladı. Bu dönemde noktaları ve sesli harflerini belirleyen işaretler kullanılmaya başlandı.
Haccac b. Yusuf Sakafi, Abdulmelik b. Mervan tarafından Irak'a vali olarak atandığı (h:75-84) yıllarda halk yazılarında noktalama işaretlerini kullanmaya başladı ve noktalı harfleri noktasız harflerden ayırt ettiler.
Bu iş İmam Ali'nin (a.s) talebelerinden olan Ebu Esved Ed-Dueli'nin iki talebesi Yahya b. Yamur ve Nasr b. Asım tarafından gerçekleştirildi.
Bu işi yapmalarının nedeni ise her geçen gün "Mevalilerin" sayılarının artmasıydı. O dönemlerde İslam ülkesinde Arap olmayanlar çoğalmıştı, anadilleri Arapça olmayan bu insanlar Arapçayı telâffuz ettiklerinde bazen hataya düşüyorlardı, bu yüzden Kuran'ı okuduklarında harekeleri yanlış koyduklarından dolayı rahatsız edici manalar ortaya çıkıyordu.
Ebu Ahmed Askeri bu konu hakkında şöyle diyor: "Halk Abdulmelik b. Mervan dönemine kadar geçen kırk küsur yıl içerisinde Osmanî Kuran'la haşir neşir olmuştu, sonraları Kuran kıraatinde önemli değişmeler yaşandı ve bu değişiklikler daha çok Irak'ta gözlemleniyordu.
Haccac b. Yusuf bu konudaki endişelerini etrafındakilere söyledi ve onlardan benzer harfler için ayırıcı noktalama işaretleri koymalarını istedi.
Bu işi ilk yapanın da Nasr b. Asım olduğu söylenmektedir. Üstat Zerkani de, harflere noktalama işareti koyan ilk kişilerin Ebu Esved Ed-Dueli'nin talebeleri olan Yahya b. Yamur ve Nasr b. Asım olduğunu söylemektedir.
Harake ve İrab Şekli
Arap hattında başlangıçta nokta olmadığı gibi hareke ve irabta bulunmamaktaydı. Kufî ve Süryanî hattan alınma eski Nash hattıyla yazılan Mushaflarda kelimenin harekesini ve irabını belirleyecek hiçbir işaret yoktu, İslam'ın ilk yıllarında Müslümanların çoğu ayetleri ezberlediklerinden bu bir engel teşkil etmiyordu.
Hafızların Arap ve Kuran'ın da Arapça olması Müslümanların işini kolaylaştırıyordu, dolayısıyla Arap olan Müslümanlar Kuran'ı doğru olarak okuyabiliyorlardı. Bu, Kuran'ı yanlışlardan ve hatalardan koruyordu.
Müslümanlar Kuran'a büyük bir önem verdiklerini, bunu Peygamber (s.a.a) zamanında yaşayan büyüklerinden öğrendiklerini ve Kuran'ın doğru olarak yazıp ezberleme imkânına sahip olduklarını unutmamak gerekir.
Lâkin hicrî birinci yüzyılın sonlarında Arap olmayan ve Arapça bilmeyen toplumların da Müslüman olmasıyla noktalama ve hareke işaretlerine büyük ölçüde ihtiyaç duyuldu.
"Acem" ya da "Mevali" denilen bu yeni Müslümanların Kuran'ı sahih okumaları için mutlaka hareke ve irab konulmalıydı. Meselâ her Arap "Ketebe Rabbukum ala nefsihi er-rahme" (Rabininiz merhamet etmeyi kendisine yazdı) ve "kutibe aleykum es-siyam" (Oruç size de farz olarak yazıldı) gibi ayetlerdeki ketebe ve kutibe kelimelerini doğru okuyorlardı, ama Arap olmayanlar malûm ve meçhul kiplerini birbirlerinden ayıramıyorlardı, bu yüzden de anlam bozuklukları ortaya çıkıyordu.
Nitekim İmam Ali'nin (a.s) öğrencisi Ebu'l-Esved, birisinin Kuran okurken ; "İnnellahe beriun minel müşrikine ve rasuluhu" ayetindeki "resuluhu" kelimesini "resulihi" şeklinde okuduğunu gördü.
"Rasuluhu" olarak okunduğunda ayetin anlamı "Allah ve Resulü müşriklerden beridir" ama ayet "Resulihi" şeklinde okunursa "Allah müşriklerden ve Resulünden beridir" anlamına gelir.
Böylesi bir yanlışı/hatayı duyan Ebu Esved şöyle dedi: "Durumun bu aşamaya varacağını hiç düşünmemiştim." Bunun üzerine Küfe valisi olan Ziyad b. Ebih'e giderek olayı ona anlattı.
İbn-i Ziyad daha önce Ebu Esved'ten bu meseleye bir çare bulmasını istemişti, ama Ebu Esved, İbn-i Ziyad gibi zalim bir yöneticiyle işbirliği yapmak istemiyordu, fakat yukarıdaki yanlışlığı gördükten sonra kabul etti ve İbn-i Ziyad'a şöyle dedi: "Benden istediğini yapmaya hazırım." Ebu Esved söylediklerini iyice yazabilmesi için bir kâtip istedi, "Abdı Kays" kabilesinden bir kâtibi emrine verdiler ama Ebu Esved onu beğenmedi, daha becerikli olan bir kâtibi kendisine verdiler, Ebu Esved bu yeni kâtibi kabul etti.
Ebu Esved o kâtibe dedi ki:
İbn-i Eyaz, Ebu Esved'in sözlerinin devamında şunları söylediğini yazmaktadır: Eğer herhangi bir harfi burundan okursam (ğunne) o harfi iki nokta ile belirle. Kâtip de denilenleri yaptı."
Daha sonra herkes bu işaret, noktalar ve harekeleri kullanmaya başladılar. Bazen de noktalar Mushaf hattının yazılmış olduğu renkten farklı bir renkle yazıldı, çoğunlukla kırmızı renk kullanıldı.
Nasr b. Asım Mushaf'taki noktasız harfleri noktalı harflerden ayırt etmek için noktalama tekniğini kullandıktan sonra, noktanın harfe mi yoksa harekeye mi ait olduğunun belirlenmesi için hareke noktaları renkli yazıldı; zira farklı renklerin kullanılması yanlışlıkların önünü almaktaydı.
Corci Zeydan bu özelliklere sahip bir Mushaf'ı Mısır'ın Daru'l-Kutub'unda görmüş ve bunun hakkında şunları söylemiştir: "Bu Mushaf önceleri Kahire yakınlarında bulunan Amr b. As camisinde korunmaktaydı. Büyük harfler siyah, noktalama ise kırmızı renkle yapılmıştı. Ebu Esved'in belirlediği şekilde harfin üstündeki nokta fethe işareti, altındaki nokta kesre ve önündeki nokta ise zemme işaretini gösteriyordu."
Endülüs'te Mushafları dört renkle yazıyorlardı. Siyah renk yazılar için, kırmızı renk harekeleri belirleyen noktalar için, sarı renk hemzeler için ve yeşil renk de bağlaç görevini yapan elifler için kullanılıyordu.
Bütünleyici Son Değişiklikler
Celaleddin Suyuti diyor ki: "İslam'ın ilk dönemlerinde harflerin harekesi için belli bir işaret yoktu, sadece noktalama vardı, harflerin başında yer alan nokta fetheyi harfin sonunda yer alan nokta ötreyi ve harfin altında yer alan nokta ise kesreyi belirliyordu.
Günümüzde harflerin harekesini belirleyen özel alâmetler harflerden esinlenerek kullanılmıştır ve ilk olarak Halil b. Ahmed bu işaretleri kullanmıştır.
Bu metotta harfin üstünde yer alan uzun bir çizgi fetheyi, harfin altında yer alan çizgi de kesreyi ve harfin üstünde yer alan küçük vav ise ötreyi temsil ediyordu. Tenvin ise, meftuh, meksur ve mezmun olması için iki defa yazılır."
Suyuti yine şunları yazıyor: "Hemze ve şeddeyi ilk olarak kullanan, Halil b. Ahmed'dir."
Zaman içerisinde Müslümanların Kuran'a olan ilgisi her geçen gün artıyordu ve bu ilgiyle sürekli Kuran hattında ve yazımında yenilikler yapılmaktaydı. Bu yeniliklerin amacı Arapça yazılış şeklini kolaylaştırıp güncelleştirmekti.
Hicrî üçüncü yüzyılın sonlarında Kuran hattı mükemmelliğinin en üstün zirvesine ulaştı, öyle ki halk Kuran'ı güzel yazmak ve değişik renklerle alâmet ve işaretler kullanmak için birbiriyle yarışıyordu.
Böylece hat sanatında, dibace yazmalarda ve yıldızlamada büyük ilerleme kaydedildi. Hat sanatındaki yenilikler zarif ve nazik bir şekilde Mushafların yazımında kullanılıyordu.
Bazıları da Haccac'ın döneminde yapıldığı kanısındadır, Ahmed b. Hüseyin bu konu hakkında şöyle diyor: "Haccac Basra karilerini topladı, onlardan bir grubu seçip Kuran harflerini saymalarını istedi,onlar da bu görevi dört ay içinde yerine getirdiler, vardıkları sonuç ise; Kuran'ın 77439 kelime ve 323015 veya başka bir görüşe göre 340740 harften oluştuğudur. Kuran'ın ortasının Kehf suresinde bulunan "velyetelettaf" kelimesi, ayet sayısının da 6236 olduğu belli oldu.
Genel görüş Kuran kurslarında, Kuran öğrenim ve ezberlenmesinin daha kolay olması için otuz cüz ve 120 hizbe taksim edildiğidir.
Fakat fıkıh, kıraat ve edebiyat alanında büyük âlimlerden olan ve Şam'da yaşayan Ebu'l- Hasan Ali b. Muhammed Sehavi, Cemalu'l- Kurra adlı eserinde; Kuran'ın otuz cüz ve her cüzün de on iki bölüme ayrılıp,böylece 360 kısma taksim edilmesi işini ilk olarak Mutezile mezhebinin öncülerinden olan ünlü zahid Ebu Osman Amr b. Ubeyd'in Abbasî halifesi Mansur'un emriyle bu işi yaptığını söylemektedir.
Denildiğine göre Mansur kendisinden yılın günlerine göre Kuran'ı bölümlere ayırmasını böylelikle de günlük okuma ve ezberleme için bir düzenleme yapmasını istedi.
Ebu Osman Amr b. Ubeyd, Mansur'un bu isteğine olumu cevap verip düzenli bir şekilde bu taksimatı yaptı. Her cüzün altını da altın bir çizgiyle çizdi.
Mansur bu yeni taksimata göre oğlu Mehdi'yi eğitti, sonrasında başkaları da öyle yapmaya başladı, zaman içinde Müslümanların arasında yerleşti.
Kuran'ın en uzun suresi Bakara ve en kısa suresi de Kevser suresidir. En uzun ayet Bakara suresinde bulunan borç ile ilgili olan 282. ayetidir. Bu ayet 128 kelime ve 540 harften oluşmaktadır.
En kısa ayet ise "vedduha" ve ondan sonrada "velfecr"dir. Kuran'ın en uzun kelimesi on iki harften meydana oluşan "fe esqeynakumu" kelimesidir.
Ahmed b. Hanbel kendi Müsnedinde Evs b. Huzeyfe'den şöyle naklediyor:
"Ben, Malik oğullarından Müslüman olan bir grupla birlikte Peygamber'in huzuruna vardım. Bizleri bir çadıra yerleştirdiler, Peygamber (s.a.a) her gün camiden döndükten sonra evine gitmeden önce bize uğrardı.
Resulullah, geceleri yatsı namazından sonra bizim yanımızda bulunurdu. Arapların Mekke döneminde ve Medine'ye hicretten sonra kendisine nasıl davrandığını anlatıyordu. Bir gece her zamankinden daha geç geldi, niçin geç kaldığını sorduk. Peygamber (s.a.a): "Adet edindiğim üzere her gece Kuran'dan bir hizip okuyorum, onu okumamıştım, okudum ve camiden çıkıp geldim."
Biz sabahleyin sahabeye Kuran'ı nasıl hiziplere ayırıyorsunuz? diye sorduk. Onlar; biz Kuran'ı beş sure, yedi sure, dokuz sure, on bir sure ve on üç sure şeklinde ayırıyoruz, dediler.
Müfesselat olarak adlandırılan küçük surelerin hizip taksimatının ise Kaf suresinden Kuran'ın sonuna kadar olduğunu söylediler."
Peygamber'in buyruğunun devamında söylenen son cümle büyük ihtimalle Evs'in kendi cümlesidir, çünkü Kuran yazılmış ancak bugünkü şekliyle düzenli bir kitap haline getirilmemişti. Her sure ayrı ayrı ve tam bir şekilde yazılmış ve kolayca okunup ezberlenmesi için eşit bölümlere ayrılmıştı.
Kaynaklar:
417-421. Halil Yahya en-Nami, Arap hattının aslı, c. 3. Abdulfettah İbadi, Arap hattının yayılması, s. 13-15. Naci el-Masraf, Müsaviru'u-hatti'l-Arabî, s. 338. Muhammed el-Meliki el-Kürdî, Arap Hattının Tarihi Ve Kuralları, s. 54.
Arap olmayıp da Arapların arasında yaşayan ve onlarla bağı olan kimselere Mevali denilmektedir.
Menahilu'l-İrfan, c. 1, s. 399- 400. Tarih-i Kuran-ı Kerim, s. 68.
Ebu Ahmed Askeri, et-Teshih ve't Tahrif, s. 13.
İbn-i Hallakan, Vefeyatu'l-A'yan, c. 2, s. 32.
Menahilu'l-İrfan, c. 1, s. 399.
Enam, 54.
Bakara, 183.
Tevbe, 3.
Bazıları İbn-i Ziyad'ın, Ebu Esved'in kendisiyle işbirliği yapması için kasten birilerini gönderip ayeti yanlış okutturduğunu söylemişlerdir. (el-Hattu'l-Arabi'l-İslami, s. 26)
el-Fihrist, s. 46.
Hasan Sadr, Tesis'uş Şia li-Ulumi'l- İslamiye, s. 52.
İslam Medeniyeti Tarihi, c. 3, s. 61.
İslâmî Arap Hattı, s. 27.
el-İtkan, c. 2, s. 171.
Tesisu'ş- Şia li Ulumi'l- İslami, s. 52.
Kehf, 19.
Bkz. el-Burhan, c. 1, s. 249- 252
Sehavi, Cemau'l-Kura, Beyrut baskısı, 1193, c. 1, s. 178-179.
Hicr, 22.