Kuranı Kerimin Nüzulü 7
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Engellemekte olanı gördün mü? Namaz kıldığı zaman bir kulu. Gördün mü ya o kul doğru yol üzerinde ise, ya da takvayı emrettiyse. Gördün mü? Ya bu yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise, O Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu? Hayır; eğer o, bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; o yalancı, günahkâr olan alnından. O zaman da meclisini (yakın çevresini) çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız." (Alak, 918) Ayetlerden açıkça, birinin namaz kılan birini engellediği ve onun bu tavrını gidip meclisinde gündeme getirdiği ve bu hasmane tavrına son vermediği anlaşılmaktadır. Bundan sonraki ayette geçen "Hayır ona boyun eğme" (Alak, 19) ifadesinden hareketle, namaz kılan bu şahsın Peygamber efendimiz (s.a.a) olduğunu söyleyebiliriz.
Böylece "Alak Suresi" Resulullah efendimizin (s.a.a) Kur'ân'dan ilk surenin inişinden önce namaz kıldığını, bir hidayet üzere olduğunu, zaman zaman takvayı emrettiğini ortaya koymaktadır. Onun bu hâline peygamberlik (nübüvvet) denir (risalet değil.) Uyarı olarak nitelendirilemez. Dolayısıyla, O, bu surenin inişinden önce nebiydi ve namaz kılıyordu. Kur'ân kendisine inmemişti, Fatiha Suresi de inmemişti. Tebliğ etmekle de yükümlü değildi henüz.
"Fatiha Suresi" ise, bundan çok sonraları inmiştir. Eğer, yazarın iddia ettiği gibi, "Alak Suresi"nden hemen sonra ara verilmeden peygamberimizin aklına Rabbinin adını nasıl zikredeceği sorusu gelmesi üzere indirilmiş olsaydı, "Fatiha Suresi"nde şöyle bir ifade tarzının kullanılmış olması gerekirdi: "De ki: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a özgüdür..." veya şöyle bir giriş yapılmış olması gerekirdi: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla: De ki: Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a özgüdür." Ayrıca, konu "Din gününün sahibidir." ifadesiyle son bulmalıydı. Çünkü bundan sonraki ayetler, konunun dışında sayılırlar. Yüce Kur'ân'ın kusursuz ifade tarzına yaraşan budur çünkü.
Evet, ayetlerinin içeriğinden de anlaşıldığı gibi, Mekke inişli olan "Hicr Suresi"nin bir ayetinde yeri gelince bunu açıklayacağız şöyle buyuruluyor: "Andolsun, sana tekrarlanan yediyi ve büyük Kur'ân'ı verdik." (Hicr, 87) "Tekrarlanan yedi"den maksat "Fatiha Suresi'dir." Büyük Kur'ân'la karşılaştırılarak gündeme getirilmiştir. Ancak yüceltme ve önemini vurgulama unsurlarının ön plânda tutulmuş olmasına rağmen, başlı başına "Kur'ân" olarak nitelendirilmemiş, tam tersine ondan yedi ayet; onun bir parçası olarak ön plâna çıkarılmıştır. Bunun kanıtı da, başka surede yeralan şu ayeti kerimedir:
[Bu ayette Kur'ân'ın bütünü mesani olarak nitelendirilmiştir.]
Bunun yanında, "Hicr Suresi"nde, "Fatiha Suresi"nden söz edilmiş olması, Fatiha'nın daha önce indiğini gösterir. Hicr Suresi'nde, ayrıca şöyle bir ayet de vardır: "Öyleyse sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme. Şüphesiz alay edenlere karşı Biz sana yeteriz." (Hicr, 9495) Bu ayeti kerime, Resulullah efendimizin (s.a.a) bir süre uyarı işine ara verdiğini, sonra "açıkça söyle" emriyle yeniden bu süreci başlattığını ortaya koymaktadır.