Kur'an-ı Kerim ve öğretilerinin en güzel yönlerinden biri bilim ve ilime ilgi duymak ve alimleri ve bilginleri takdir etmektir. Bu durum Kur'an-ı Kerim’i her türlü hurafe ve kuruntudan arınmasına ve öğretilerinin tazeliğini korumasına ve ebedi bir kitap haline gelmesine vesile olmuştur.
Gerçekte Kur'an-ı Kerim’ın diğer semavi kitaplara göre en bariz imtiyazlarından biri okumaya ve talim ve terbiyeye emretmekle başlamasıdır. Kur'an-ı Kerim bilim üzerine çok vurgu yapmıştır, nitekim Zümer suresinin 9. Ayetinde bilenlerin ve bilmeyenlerin bir olmadığını ve ancak akıl sahibi olanların hakkıyla düşündüğünü buyurur. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki Kur'an-ı Kerim açısından alimlerin değeri ve konumu ancak hak ve adalet yolunda ve toplumun ıslahı ve ilerlemesi için adım attıkları takdirde takdire şayandır.
Kuşkusuz dünyatalep ve bilimini satan alimlerin olumsuz etkileri bildiklerinin olumlu etkisinden kat kat fazladır. Kur'an-ı Kerim bu tür alimleri bir misal çerçevesinde şöyle beyan eder: Onlara (yahudilere), kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur.
İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler. Araf suresinin 175 ve 176. Ayetleri olan bu ayetler ilkin müminlerin saflarında yer alan ve ilim ve marifet sahibi olan, ancak daha sonra şeytanın vesveseleri ile doğru yoldan sapan ve sonu kötü ve bedbahtlık olan birinin öyküsünü anlatır. Bu şahıs, İsrailoğulları alimlerinden biriydi. Müfessirler söz konusu şahsın Bal’am Baura olduğunu ve Hz. Musa (sa) çağında yaşadığını ve İsrailoğullarının ünlü bilgin ve alimlerinden biri olduğunu beyan ediyor.
Baura ilim ve marifet edinme yolunda o kadar ilerledi ki duaları hak teala katında kabul görürdü, ancak dünyaperestlik Baura’nın sapmasına yol açtı ve iş öyle bir yere geldi ki bilimini ilahi olmayan amaçlar uğruna kullanmaya başladı ve Firavun’ un sarayının ruhanilerinden biri oldu. Baura Firavun’a olan eğilimi ve onun vaatleri yüzünden Hz. Musa’yı ve İsrailoğullarını lanetlemeye başladı, ancak yüce Allah’ın iradesi ile tüm manevi mevkilerini kaybetti. Kur'an-ı Kerim bu sapkın alimin öyküsünü anlatarak başkalarına ibret olmasını sağladı.
Kurani misali içerin söz konusu ayetler insan iradesine de işaret ediyor ve eğer yüce Allah Baura’yı hak yolunda kalmasına irade buyursaydı bunu yapabileceğini, ancak bunu yapmadığını ve Baura’nın kendi iradesi ile ne yapacağını görmek istediğini belirtiyor. Nitekim İnsan suresinin 3. Ayetinde şöyle buyuruyor: Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör. Bu ayetler hidayet ve kemal yolu dayatılan bir yol olmadığını gösteriyor. Yüce Allah insanları hür ve iradeli yarattı ve hidayete erme, tekamül, ilerleme, sınanma, sevap, mükafat ve azap yolunu seçmesini kendisine bıraktı.
Bu misalde Baura kuduz köpeğe benzetiliyor. Kuduz köpek sıradan köpeklerden farklı olarak makul çıkarı söz konusu değildir ve insanlara hizmet etmez. Kuduz köpeğin bir özelliği ağzının sürekli açık olması ve suyunun akmasıdır. Bu durum hastalık yüzünden köpek vücudunda oluşan aşırı hararet yüzündendir. Kuduz köpek sürekli susar ve asla sudan doymaz ve her türlü durumda insanlara saldırır. Kur'an-ı Kerim bu anlamlı misalde sapkın alimin topluma hiç bir yararı olmadığını, bilakis çok tehlikeli olduğunu beyan eder. Sapkın alim sürekli dünyevi güç ve çıkar peşindedir ve dünyaperestlikten kaynaklanan hırs ve heves gözünü öylesine kör etmiştir ki ne dostu tanır ne düşmanı. Buara yüce makamından o kadar alçaldı ki Kur'an-ı Kerim onu yırtıcı ve hiç kimseye acımayan ve kuduz köpek gibi her tarafa saldıran birine benzetiyor.
Dünya aşkı, heves ve şeytana uyma durumu en yüce ilahi mevkilere ulaşan bir insanı o kadar saptırdı ki kuduz köpek gibi dünyatalepliği hiç bir zaman tatmin olmuyordu. Bu tür alimlerin büyük tehlikeleri söz konusudur. Örneğin zalimlere hizmet etmeye başlar ve insani olmayan amaçlar uğruna çalışır. Tarihte anlatıldığı üzere çok eski zamanlarda padişahın biri özel bir programı uygulamaya karar verir. Padişah saraydaki alimi çağırır ve programını anlatarak onun görüşünü sorar. Sapkın alim şöyle der: şeriatin alanı geniştir, esas padişahın iradesi hangi yönedir, ona bakmak gerekir.
Yani sapkın alim, padişah neyi isterse ona şer’i kılıf uyduracağını beyan ediyor. Evet, sapkın alimler zalimlerin zulmünü haklı gösterdiği gibi, zulmün temellerini de pekiştirir ve insanları zulmü yönelik itiraz etmekten caydırır ve halkın inançlarının temelini sarsar. Gerçekte amelsiz alimi gören sıradan insanlar, alimin zalimlere hizmet ettiğini görünce bu kez inançları da sarsılmış olur. Tarih boyunca dünyanın çeşitli ülkelerinde sapkın alimlerin onca yeteneklerine karşın sapkın kitaplar yazarak toplumları saptırdığına şahit olmaktayız. Kuşkusuz beşeri toplumlarda ilimlerini zalim ve cebbar hükümdarların hizmetine sunan sapkın alimlerden daha tehlikeli bir şey yoktur.
Nitekim zalim hükümdarlar da insanları kandırmak için bu tür sapkın ve satılmış alimlerden azami derecede yararlanır. Bu durum sadece Hz. Musa veya geçmiş peygamberlerin dönemine özgü değildir ve günümüzde de geçerli olan bir durumdur. Baura gibi ailmler bilimini ve sosyal nüfuzunu para ve mevki karşılında ve hatta kıskançlık yüzünden sapkın hükümetlere ve devletlere sunmuştur ve sunmaktadır. Nitekim günümüzde müslümanların katledilmesine yine zalim rejimlerin hizmetinde olan alimler hükmetmektedir.
Bu yüzden günümüzde zalim hükümdarlar bu tür sapkın alimlerin üzerinde yatırım yapar ve onları para pulla kandırır. Dolaysıyla insan hangi mevkie ulaşırsa ulaşsın, kendini şeytan vesveselerinden uzak görmemesi gerekir, çünkü bu duygu sapmanın ve çökmenin başlangıcıdır. İnsan sürekli şeytan vesveselerine ve nefsani isteklerine karşı duyarlı olmalı ve bundan yüce Allah’a sığınmalıdır.
Büyük alim ve fakih şeyh Ensari, müslüman ve haktalep aliminin özelliğini beyan ederken İmam Hasan Asgeri’den (sa) çok güzel bir hadise işaret ederek şöyle anlatıyor: Eğer alimler ve bilginler dört sıfatı olursa, insanların onları izlemesi vaciptir: ilkin, kendilerini dünyanın şatafatına karşı korumalar gerekir. İkincisi dini korumalı ve dinini ve dünyasını başkalarına satmamalıdır. Üçüncüsü, nefsi ammere ile mücadele etmeli ve nefsani heveslere teslim olmamalıdır. Ve en önemlisi, sadece Allah rızasını gözetlemeleri ve ancak O’na teslim olmalıdır.