Arapçada tevhid, bir tek olmaya hükmetme anlamına gelir ve kelam ilminde yüce Allah'ın tek ve yegane olduğunu bilmektir. Bu yüzden tevhidi savunan kelam ve felsefe bilginleri, Allah'ın yegane olduğunu ve tüm özellikleri ve sıfatlarında eşsiz olduğunu bilmeyi ve bunu itiraf etmeyi, tevhid olarak tanımlamıştır. Kur'an-ı Kerim de tüm ilke ve öğretilerini tevhid temeli üzerinde inşa etmiştir ve tevhid, düşünce ve öğretinin ekseni olarak her yerde en ciddi biçimde göze çarpar, öyle ki tevhid ilkesi olmaksızın hiç bir ilke İslamî ve Kurani olamayacağını söylemek mümkün.
Bu yüzden Allah'ın yegane olduğna inanmak, İslam dininin en temel inaçlarından biridir. Tevhid, İslam'ın temel düşüncesi ve bir tabirle tüm İbrahimi dinlerin temelidir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde bu önemli ilkeye işaret eder. Bu yüzden bugünkü sohbetimizde tevhid ve şirkle ilgili bir misalle tanışacağız. Yüce Allah Zümer suresinin 29. Ayetinde şöyle buyurur: Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam (köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.
Bu Kurani misal, şirk ve tevhidle ilgilidir. Bu ayeti şerifte müşrik insan bir çok sahibi olan bir köleye benzetilir. Ancak bu kölenin sahipleri aralarında bir çok anlaşmazlıkları söz konusudur ve her biri ona başka türlü emreder ve bu da o kölenin şaşkınlık yaşamasına sebep olur. Ancak Muvahhid ve tevhide inanan insan sadece bir tak sahibi olan ve tüm programları açık ve belli olan birine benzetilir. Birinci kölenin sahipleri sürekli bir biri ile tartışır ve her biri köleye farklı bir emir verir. Bu köle ise şaşkınlık içindedir. Köle gün boyunca her bir sahibinden bir emir alır.
Örneğin biri ona bugün dinlen diye emrederken, öteki bugün, gün boyunca çalışmalısın diye emreder. Biri ona seyahate çık derken, öteki seyahate çıkamazsın der. Öte yandan bu köle hatta günlük ihtiyaçları konusunda şaşkınlık içindedir, çünkü her bir sahibi kölenin giderlerini öteki sahibin üzerine atmaya çalışır.
Sonuçta çok sayıda sahibi olan bu kölenin yaşamı aksamaktadır ve ayrıca sonu da belirsizdir. Bir kaç tanrı veya puta tapan müşriklerin misali de bu tür bir kölenin misalidir. Putperestler çeşitli putlara tapar ve yaşamlarında hangi amacı güttükleri belirsizdir. Bu insanlar hangi puta sığınmaları gerektiğini de şaşırır.
Müşrikler her gün farklı bir şeye gönül bağlar. Müşrikler her gün yeni bir dost edinip ertesi gün o dosttan ayrılan başarısız insanlara benzer. Gerçekte bu tür insanların ne dayanağı ve ne de doğru düzgün bir yaşamı söz konusudur. Bir gün adamı biri Allah resulünün (sav) huzuruna çıkar ve sorar: ilmin en üst mertebesi nedir? Allah resulü (sav) şöyle karşılık verir: Allah'ı şayeste olduğu gibi tanımaktır. Allah resulü (sav) ardından şöyle devam eder: Allah'ın hiç benzeri olmadığını bilmek ve onu tek yaratan, kadir, her şeyin başı ve sonu, zahiri ve batını olarak bilmek, ne eşi ve ne emsali olduğunu bilmek, işte bu Allah marifetinin hakikatidir.
Asr-ı saadet tarihinde anlatıldığında göre hicretin 8. Yılında müşriklerden olan Sakif aşiretinin liderleri Medine'de İslam peygamberinin (sav) huzuruna çıkar ve şöyle der: Biz İslam'ı benimsemeye hazırız, tabi eğer bizim iki şartımızı kabul ederseniz: Bize Lat putuna tapmak üzere üç yıl daha süre verin ve ayrıca namaz kılmayalım. Allah resulü (sav) her iki öneriyi kesinlikle reddeder, çünkü ilk şart şirkin ispatı ve ikinci şart da öz tevhidi terk etmenin işaretiydi. Allah resulü (sav) ayrıca namaz konusunda şöyle buyurur: Namazı olmayan dinden hayır gelmez. Şirk ve putperestlik beşeriyetin en büyük afeti ve insani kemalat ve kerameti yok eden ateştir.
İslam peygamberinin (sav) şirke karşı tavrı o kadar kesin ve netti i hatta en zorlu şartlarda şirki kabul etmeye, hatta geçici de olsa, yanaşmadı. Kureyş liderleri İslam peygamberine (sav) şöyle dedi: Biz bir yıl boyunca senin dinini kabul ederiz, ama sen de bir yıl bizim dinimizi kabul et. O zaman sana en iyi imtiyazları veririz. Allah resulü (sav) kureyş müşriklerine şöyle karşılık verdi: Allah'ı ortak koşmaktan yine Allah'a sığınırım. Ancak mümin ve muvahhid insanın misali bir tek sahibi olan kulun misalidir. Böyle bir insanın görevi ve kaderi bellidir ve asla şaşırmaz ve sahibi ne derse itaat eder.
Böyle bir insan ihtiyaçlarını karşılama konusunda da hiç bir sıkıntı çekmez ve her şeyi bellidir. Muvahhid insanlar bir tek yaratana gönül bağlar ve bir tek O'na sığınır ve her türlü sorunlarında O'ndan medet umar ve hacetlerini ve ihtiyaçlarını da ancak Hak Tealadan niyaz eder. Muvahhid insanların umudu O'dur ve O'na boyun eğmektedir ve ancak ilahi görevlerini yerine getirmeyi düşünür. Bu ayetin misdaki ve tek mevlası olan ve sadece O'nu izleyen ve O'na güvenen ve dayanan insanın örneği, Hz. Ali'dir (sa). İmam Ali'nin (sa) tevhid anlayışı en mükemmel ve en has tevhiddi ve bu yüzden tevhidin en büyük habercisi olan Allah resulünü (sav) izlerdi. Ehli sünnet muhaddislerinden Ebulkasım Hasakani, Kur'an-ı Kerim ayetlerinin nazil oluşunun şanı hakkında kaleme aldığı Şevahidul Tanzil adlı eserinde bu ayetin altında İmam Ali'den (sa) şöyle buyurduğunu nakleder:
Tek mevla karşısında teslim olan ve çok sayıda mevlaya yönelmekten sakınan muvahhid adam, benim. Ben Allah resulünün (sav) huzurunda teslimim. Bu sadece bir iddia değil, İmam Ali'nin (sa) yaşam tarihi da o hazretin bu söylediklerini doğruluyor. İmam Ali (sa) Allah resulüne (sav) hayran olan ve sürekli emrine amade olan ve tehlike anlarında Allah resulünün (sav) canını koruyan bir insandı. Büyük müfessir Allame Emini, Kadir adlı değerli eserinin ikinci cildinde bu ayeti açıklarken, Ehli Sünnetten on ünlü kaynağa işaret ediyor ve bu kaynakların tümünde sözü edilen ayetin Hz. Ali (sa) şanında nazil olduğu vurgulandığını beyan ediyor.
Allame daha sonra da bu alanda nakledilen rivayetlerin bolluğuna işaret ediyor. Rivayetlere göre İslam peygamberi (sav) Hz. Ali'ye (sa) hitaben şöyle buyuruyor: Ben Mekke'den Medine'ye gitmekle görevlendirildim, ancak evimin etrafını 40 Arap aşireti temsilen kırk kılıçlı adam kuşattı ki sabah erkenden evime baskın yapsın ve beni yatakta katletsin, Ey Ali, acaba benim yerime yatağımda yatmaya hazır mısın ki ben de Medine'ye doğru yola çıkayım? Vücudu Allah resulü (sav) sevgisi ile dolup taşan Hz. Ali (sa) şöyle karşılık verir: Ya Resulüllah, eğer ben sizin yatağınızda yatsam, siz sağ salim Medine'ye varır mısınız?
Allah resulü (sav), evet, bu durumda ben de selametle varmış olacağım. İmam Ali (sa) Resulüllah efendimizin (sav) yatağına uzandı ve o hazret de selametle Medine'ye doğru yola çıktı. Gerçekte İmam Ali (sa) pratikte Allah resulünü (sav) ne denli sevdiğini ve o hazretin yolunda canını bile feda etmeye hazır olduğunu ispat etti. Bugün üzerinde konuştuğumuz Zümer suresinin 29.ayeti aynı zamanda sosyal meselelere de temas ediyor. Ayetin mesajlarından biri de şu ki, sosyal durumlarda karar merciinin de tek olması gerekir. Eğer bir toplumda çeşitli karar alma mercileri olur ve tek bir şahıs veya tek bir organ gerekli kararları almazsa, kuşkusuz böyle bir toplum, bir çok sahibi olan köle gibi olur ve hem şaşkınlık yaşar ve hem tüm gücünü kaybeder. Böyle bir toplumun tüm gücü çeşitli kanatların sürtüşmesinde heba olur ve sonuçta kaybeden taraf, toplum olur.