Kur'an-ı Kerim ne zaman ondan yararlanırsak nazil olduğu ilk günlerde olduğu gibi hayat veren, cazip ve kültür ve medeniyetlerin ortaya çıkmasına vesile olan yegane ebedi ilahi kitaptır. Tarihin de şahadet getirdiğine göre dünyada hiç bir kitap Kur'an-ı Kerim kadar izleyenlerinin güncel yaşamı üzerinde nüfuz etmemiş ve insanların gönüllerini aydınlatmak ve insanları yaratan karşısında huşu haline getirmekte güçlü olmamıştır.
Kur'an-ı Kerim'in ilahi öğretileri kısa sürede cahiliye çağının sapkın kültürünü yok etti ve akılcı bir mücadele çerçevesinde hurafeleri yıktı ve tüm dünyayı tevhit ışığı ile aydınlattı. Bu kutsal kitap insanları hidayete erdirmek ve saadete kavuşturmak amacıyla Allah resulünün (sav) mübarek kalbine nazil olurken öylesine haşmetli, azametli ve muhteşemdir ki her zaman kalpleri kendine çekmeye kadir ve muktedirdir. Yüce Allah bu nurani kitabın azametine bir misalle beyan etmiştir. Bugünkü sohbetimizde bu misalle tanışacağız. Yüce Allah Haşr suresinin 21. Ayetinde şöyle buyurur:
« لَوْ أَنزَلْنَا هَـٰذَا الْقُرْآنَ عَلَىٰ جَبَلٍ لَّرَأَیْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْیَةِ اللَّـهِ ۚ وَتِلْکَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ یَتَفَکَّرُونَ »
Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz. Haşr suresinin son ayetlerinde beyan edilen bu misal Kur'an-ı Kerim'in fevkalade azameti ve gücünü anlatır. Yüce Allah bu ayeti şerifte Kur'an-ı Kerim'in insan üzerindeki manevi nüfuzunu dağların bu semavi kitaba karşı huşu haline benzetmiştir. Eğer Kur'an-ı Kerim dağlara nazil olsaydı dağların muhakkak bu kitabın azametini kaldıramaz ve Allah korkusundan param parça olurdu, şimdi nasıl olur da insanlar hak ayetlerini duyar da değişmez veya hiç bir tepki vermez? diye ikazda bulunmuştur.
Ayetin devamı, bu misalin insanlar ilahi ayetlerin üzerinde düşünsün diye verildiğini buyurur. Bir çok müfessir bu ayetin esas maksadı, Kur'an-ı Kerim'e saygı göstermekten ibaret olduğunu beyan eder. Bu ilahi kitap yüce Allah'ın kelamıdır ve hakiki maarifleri, şeriat ilkelerini, ibret verici dersleri ve öyküleri ve bir çok vaaz ve vaadi içerir. İşte bu yüzden yüce Allah şöyle buyurur:
Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Peki eğer dağlar Kur'an-ı Kerim karşısında böyle ise, eşrefi mahlukat olan insan, Kur'an-ı Kerim ayetlerini duyduğunda veya bizzat okuduğunda kalbi huşu içinde olması gerekmez mi? demek ki Kur'an-ı Kerim karşısında huşu etmeyen ve bilakis ona karşı çıkan veya inkar etmeye kalkışan insanların kalbi dağlardan ve taşlardan daha sert ve daha ulaşılmazdır.
Bazı âlimler ise bu ayet hakkında şöyle der: Başta dağlar olmak üzere bu âlemde tüm mahlûkların kendilerine göre bir nevi idrak gücü ve şuuru vardır ve eğer bu ayetler onlara nazil olsaydı, param parça olmaları kaçınılmazdı. İslam peygamberi (sav) Kur'an-ı Kerim ilahi bildirgesi ile dünyayı değiştirdi ve cahillik, vahşilik, kibir ve kan akıtma gibi en çirkin sıfatları yıkarak yerine bilinç, sevgi, kardeşlik ve haktaleplik temelleri üzerine bir medeniyet inşa etti. Allah resulüne (sav) nazil olan harikulade ve güzel ayetlerin fevkalade bir mucizesi söz konusuydu. Özellikle Mekke'de nazil olan kısa sureler harmoni, musiki ve ahenk bakımından oldukça seçkindi.
Kur'an-ı Kerim'in güzel nesiri Arapların arasında farklı ve bir birine zıt iki duyguya neden oluyordu. Araplar bir yandan Kur'an-ı Kerim'in hoş ayetlerine hayran oluyordu, çünkü ayetlerin belagat ve fesahatine şaşırıyordu ve öbür yandan ayetlerin içeriği onların inandığı hurafelere aykırı olduğundan kabul etmekten kaçınıyordu. Kuşkusuz o dönemde Araplar Kur'an-ı Kerim'in reddettiği cahiliye kültür ve geleneklerinden kolay kolay vazgeçemiyordu, ama aynı zamanda bu semavi kitabın güçlü mantığı ve insanları düşünmeye davet etmesi karşısında da ellerinden hiç bir şey gelmiyordu.
Bu arada kimileri vahiy ayetlerine iman ederken, kimileri de Allah resulü (sav) ile mücadeleye kalkıştı. İslam peygamberinin (sav) düşmanları Kur'an-ı Kerim'in nüfuzu ve cazibesinden o kadar çok korkuyordu ki Allah resulü (sav) hak ayetlerini tilavet etmeye başladığı anlarda hemen gürültü koparıyor ve güzel ayetlerin ve Kur'an-ı Kerim'in güçlü mantığının halkın kulağına ulaşmasına mani olmaya çalışıyordu.
Aslında Kur'an-ı Kerim'in harikulade cazibesinden kaynaklanan müşriklerin ve kâfirlerin korkularının doruk noktası, Mescidi Haram ve Kabe'yi ziyarete gelen insanlara İslam peygamberinin (sav) sesini duymamaları için kulaklarını pamukla tıkamalarını söylemeleriydi, çünkü müşrikler ve kafirler İslam peygamberinin (sav) tilavetini duyanların büyülendiğini zannediyordu.
Kur'an-ı Kerim bu korkuyu Fussilat suresinin 26. Ayetinde şöyle beyan ediyor:
« وَقَالَ الَّذِینَ کَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهَـٰذَا الْقُرْآنِ وَالْغَوْا فِیهِ لَعَلَّکُمْ تَغْلِبُونَ »
İnkâr edenler: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız, dediler. Kur'an-ı Kerim ayetlerine göre insanlar bu ayetleri duyarken bir kaç gruba ayrılıyor. Bunların bir grubu daha yumuşak ve huşu içinde kalpleri olan müminlerdir. Bu kesim ilahi ayetleri duyduklarında huşunun şiddetinden secdeye kapılır ve ağlamaya başlar. İkinci grup fıtratı aydın insanlardır ki yüce Allah onların kalplerini hak sözü karşı açık etmiştir ve bu inanların hak sözü dinlemek için geniş kapasiteleri söz konusudur ve hak sözü olumlu karşılar. Üçüncü grup ise kalpleri öylesine sert ve acımasızdır ki hatta yanlarında Allah'ın adı zikredildiğinde nefret duygularını beyan etmeye başlar.
Aslında insanlar fıtri olarak kalpleri paktır ve günaha bulaşmadan önce de kalpleri huşu içindedir, nitekim onlara Kur'an-ı Kerim okunduğu zaman gönülleri hak sözü dinlemek için hemen yumuşar. Kalbin sertleşmesine neden olan etkense, günah işlemektir. İnsanlar öyle yaratılmıştır ki ilgi duyduğu her şeye daha fazla yönelmeye başlar veya eğer bir şeye sırt çevirirse zamanla o şeyden daha da uzaklaşır. İşte bu yüzden insanlar her türlü şarta alışabilir. Şimdi eğer şartlar kötülükler ve kirlenmelerle beraber olursa insan onlara alışır ve eğer iyilikler ve şayeste ameller söz konusu ise onlara yönelir ve kemale ermeye başlar.
Günahlara alışmak ve iyiliklerden uzaklaşmaksa insanın kalbini sertleştirir ve bu yüzden Kur'an-ı Kerim ayetlerine karşı duyarsız hale gelir ve huşu etmez. İslam inkılâbı rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, Kur'an-ı Kerim ayetlerine karşı huşu içinde olmanın zarureti hakkında şöyle buyurur: Eğer kalplerimizi ilahi rahmet yağmuruna ve Kur'an-ı Kerim hidayetine açarsak, Kur'an-ı Kerim mesajlarını benimsemek kolaylaşır ve kişisel çıkarlar ve garezler, iktidar ve servet hırsa ilahi ayetlere uymamıza mani olmaz.
Kur'an-ı Kerim her zaman gereklidir ve tesiri de tedrici ve zamanla kendini gösteri, üstelik Kur'an-ı Kerim kavramları sonsuzdur ve bu semavi kitapla alışmak yeni kapıları açar ve düğümleri çözümler. Ayetullah Hamanei Kur'an-ı Kerim ayetlerine karşı huşu etmeni Kurani hidayete zemin oluşturduğunu belirterek şöyle devam ediyor: Kur'an-ı Kerim'in ayeti şerifleri ilahi ilham şeklinde kalplere nazil olduğu vakit çok kolay benimsenir ve kalpler ilahi ayetlere uygun bir şekilde değişime uğrar.