Kur’an-ı Kerim açısından gerçeğe ulaşma yollarından biri öğüttür. Öğüt, dinleyicinin ruhunu ve kalbini yumuşatan açıklama türüdür.
Rağıb-i İsfahanî, “Müfredat” kitabında şöyle yazmıştır:
“Öğüt, bir insanı korkutarak her hangi bir işten alıkoymaktan ibarettir.”
Muhatap üzerinde etki gösteren, kötülükler hususunda korkutan ve kalbini iyiliklere yönlendiren her söz “öğüt”tür. İşte bundan ötürü de Kur’an-ı Kerim öğüttür.
Allah-u teala, Kur’an-ı Kerim’in bir öğüt olduğuna vurgu yapmış ve Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
Konuyla ilintili bir diğer ayet şöyle buyurmaktadır:
“Kadınları boşadınız da boşandıktan sonraki müddetlerini geçirdiler mi artık onları ya iyilikle tutun, yahut hoşlukla salıverin. Haklarında aşırı muâmelede bulunmak için zararlarına olarak onları zorla tutmayın.
Bunu kim yaparsa ancak kendisine zarar eder. Allah'ın âyetlerini şaka sanmayın. Size verilen Allah nîmetlerini, öğüt vermek için indirdiği kitabı ve ondaki hikmeti anın. Sakının Allah'tan ve bilin ki o, her şeyi bilir.” [2]
Bu hususta rivayet edilen bir hadis şöyledir:
“Allah’tan sakınanlar için en güzel söz ve en açık seçik öğüt, izzet ve hikmet sahibi Allah’ın kitabıdır.” [3]
Kur’an-ı Kerim, öğreti, hikmet ve öyküleri açıklamakla müminlerin kalplerini yumuşatmakta ve böylece de hidayete ermeleri için zemin hazırlamaktadır.
Kur’an-ı Kerim bu hususta şöyle buyurmaktadır:
Ayette vurgulanan “huşu”, önemli bir hakikat veya önemli bir şahıs karşısında insanın bulunduğu hem bedensel ve hem de ruhsal anlamda alçakgönüllülük ve saygı halidir.
Fuzayl b. İyaz, İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s) hadis rivayet eden güvenilir biridir ve aynı zamanda da meşhur zahitlerdendir. Fuzayl, ömrünün son dönemini Kâbe’nin komşuluğunda yaşamış ve bir Aşura günü de dünyadan ayrılmıştır.
Fuzayl, önceleri acımasız bir soyguncu idi ve insanların ondan ödü kopardı. Bir gün bir mahalleden geçerken bir kız görür ve ona ilgi duyar. Bu ilgi, giderek yakıcı bir aşka dönüşür.
Bu aşk ile takatını yitiren Fuzayl, bir gece kızın evinin duvarına çıkmaya ve ne pahasına olursa olsun, aşık olduğu kıza kavuşmaya karar verir. Bu kararını gerçekleştirmek üzere duvardan yukarı çıktığı esnada, etraftaki evlerden birinden Kur’an sesi gelir. Bu gönül gözü açık olan insan, tam da şu ayeti okumaktaydı:
“İnananlara, o çağ gelmedi mi henüz, Allah'ı anış ve Kur’ân'dan inen şeyler, onların gönüllerini yumuşatsın...”
Bu ayet, bir ok gibi yer etmişti Fuzayl’ın kirlenmiş kalbine. Fuzayl tam bir değişim ve dönüşümle ansızın söylenmeye başladı: “Andolsun Allah’a ki o vakit gelip çatmıştır!”
Duvardan aşağı inerek, bir kervanın konakladığı ve gitmek istedikleri yere nasıl gidebilecekleri hakkında istişare eden insanların bulunduğu bir harabeye girdi. Bu insanlardan bazısı şöyle diyordu: “Fuzayl ve çetesi mutlaka yoldadır. Eğer hareket edecek olsak yolumuzu kesecek ve kervanın yükünü yağmalayacaktır.”
Bu sözleri duyan Fuzayl sarsıldı ve bu yüzden kendini kınayarak kendi kendine şöyle dedi: “Ne kadar da kötü biriymişim ben!”
Gökyüzüne bakındı ve tövbe eden kalbiyle yakardı:
“Allah’ım! Ben sana döndüm ve tövbemin temeli de hep senin evinin komşuluğunda yaşamaktır. Allah’ım! İşlediğim kötülüklerden dolayı acılar içindeyim; acılarımı dindir ve derdimi derman eyle. Çünkü bütün acıları dindiren sensin ey yüce, ey her türlü eksiklikten münezzeh, ey benim kulluğuma ihtiyacı olmayan Allah! Benim hiyanetimi rahmetinle affeyle!”
Yüce Allah da onun dualarını icabet eder ve bağışlar.
Bazı tefsir bilginleri, Abdullah b. Abbas’tan şöyle rivayet etmişlerdir:
“Bir gün ashabtan bazıları İslam Peygamberine (s.a.a) şöyle dediler: Ey Allah Resulü (s.a.a)! Bizim için bir hadis buyur da kalplerimizin pasını gidersin.”
İşte ashabın bu isteğinden sonra “İnananlara, o çağ gelmedi mi henüz, Allah'ı anış ve Kur’ân'dan inen şeyler, onların gönüllerini yumuşatsın...” ayeti nazil oldu.
Şanı yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
Yüce Allah öğüt vericidir ve insanlara öğütler vermiştir. Allah-u teala Kur’an-ı Kerim’de, emaneti sahibine ulaştırmayı ve adalet üzere hükmetmeyi öğütlemekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Şüphe yok ki Allah, emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyor. Gerçekten de Allah, size ne de güzel öğüt vermede. Şüphe yok ki Allah, her şeyi duyar, görür.” [6]
Bir diğer ayette adaleti, iyiliği, akrabaları gözetip kollamayı, günahtan ve kötülükten sakınmayı, sınırları aşmamayı emretmekte ve şöyle öğütlemektedir:
“Şüphe yok ki Allah, adâleti, lütuf ve keremde bulunmayı ve yakınlara ihtiyaçları olan şeyleri vermeyi emreder ve çirkin olan, kötü görünen şeylerle haksızlığı nehyeder; öğüt alasınız diye de size öğüt vermededir.” [7]
Bir başka ayet şöyle buyurmaktadır:
“Eğer inanmışsanız Allah size öğüt vermededir bir daha ebedîyen buna benzer birşeye dönmemeniz hakkında.” [8]
Kur’an-ı Kerim, Allah’ın öğütlerinden faydalananların sadece takvalılar olduğunu belirtmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Sizden önce nice dinler gelip geçti.
Yeryüzünü gezin, dolaşın da yalanlayanların sonucu ne olmuş, bakın, görün. Bu, insanlara açıklamadır ve sakınanları doğru yola sevk etmedir, öğüttür onlara.” [9]
Bu husustaki bir diğer ayet şöyledir:
“O zaman bunu görenlerle sonradan gelenlere ibret, sakınanlara da bir öğüt olmak üzere onları maymun şekline sokmuştuk.” [10]
Katılaşmış kalplerin, öğütlerden etkilenmeyeceği bir gerçektir. Hz. Hûd’un (a.s) kavminin sözü, bunun bir örneğidir. Onlar, Hz. Hûd’a (a.s) şöyle demişlerdi:
“Bizce bir dediler, ister öğüt ver bize, istersen öğüt verenlerden olma.” [11]
“Varlık letafetinde şüphe olmayan yağmur
Bahçede lale yeşertir ve tuzlakta diken bitirir”
“Ve biz, Kur'ân’dan, inananlara şifâ ve rahmet olan âyetleri indirmedeyiz ve bunlar, zâlimlerin ancak ziyanlarını arttırır.” [12]
[1] Yunus, 57
[2] Bakara, 231
[3] Men La Yehzuruh’ul Fakih, c: 1, s: 517
[4] Hadid, 16
[5] Zümer, 23
[6] Nisâ, 58
[7] Nahl, 90
[8] Nûr, 17
[9] Âl-i İmran, 137-138
[10] Bakara, 66
[11] Şuarâ, 136
[12] İsrâ, 82