Bazen Kur’an tabirlerinde tabiatın bazı sırlarına işaret edilmektedir. Bu işaretler Allah’ın sözlerinin arasında görülür. Lakin bu sözün asıl hedefi zati maksadı bu cihetin beyanı değildir. Nitekim hiçbir zaman bu gibi işaretlerin açıklanmasında acele edilmemiş ve tamamen beyan edilmemiştir. Zira Kur’an’ın asıl hedefi hidayet etmek için yol göstermek, talim, dini terbiye ve maneviyattır. Sadece ince ayrıntıları bile göz önünde bulunduran insanlar bu geçici işaret ve sırları algılayabilirler. Bu nükte âlimlere göre Kur’an’ın mucize olmasının delilidir.
Tabi bu konuda ilmi bulguların Kur’an’a tahmil edilmemesi gerektiği meselesine dikkat edilmesi gerekir. Zira ilmi bulgular sabit değildir. Hâlbuki Kur’an’ımeseleler, sabit hakikatlerdir ve asla sabit olmayan bir şey sabit olan bir hakikate tatbik edilmemelidir. Kesinlik kazanmış sabit ilmi konular Kur’an’ın ilmi bazı işaretlerinin derki için vesile olabilir. Tabi mutlak bir şekilde değil. “Şayet böyledir” kabilinden ibarelerin eklenmesi şartıyla. Zira zahiren sabit olan bu ilmi nazariyenin değişmesi durumunda Kur’an’ın kuvvet ve istihkâmına zarar gelmemesi için böyle bir şart getirilmelidir. Kesinlikle Kur’an’ın herhangi bir ayeti ilmi bir faraziye veya sabit olmuş bir nazariyeye muhalif olursa Kur’an’ı hâkim ve o nazariyeyi veya ilmi faraziyeyi yanlış biliyoruz. Bize göre böyle bir görüşü kabul eden âlimler hataya duçar olmuşlardır.
Biz ilmin kendi kati vesileleriyle Kur’an’ın bazı ilmi işaretlerinin üstündeki perdenin kenara çekildiğini birçok örnekle hatırlattık[14] ve kitabın yine sonunda bazı örnekleri zikredeceğiz.
9- Kur’an Anlatımının Sağlamlığı: Kur’an farklı münasebetlerle değişik zamanlarda ve mekânlarda nazil olup bazı olayları mükerrer bir şekilde beyan etmesine rağmen tekdüze ve üstün bir diyalektiğe sahip ve anlatımdaki her türlü ihtilaf ve tezattan ıraktır. Eğer bu beşeri bir kelam olsaydı zamanın akışı içinde değişik münasebetlerle bazı konuların beyanında ihtilaf ve çelişki ortaya çıkardı. Zira ister istemez anlatımda çelişkiye düşmek insan tabiatının gereksinimidir. Nitekim insanın hafızası, bugün söylediği bir söz ile yirmi yıl önce bazı maslahatlardan dolayı söylenen bir sözü mutabık kılacak kudrete sahip değildir. Kur’an, bunu mucize oluşunun delillerinden biri olarak saymıştır. Allah’u Teala buyuruyor ki: “أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُوا فِيهِ اخْتِلاَفًا كَثِيراً” “
10- Uzaklaştırma meselesi; Ebu İshak Mizan (Ö. 231.h) ve öğrencisi Cahiz (Ö. 255.h) Seyyid Murteza (Ö. 436.h ) İbni Sinan Haffaci (Ö. 466.h) gibi büyüklerin itikadına göre Kur’an’ın mucize olmasının sırrı “Uzaklaştırma meselesinde” gizlidir. Yani Allah’u Tealanın kendisi Kur’an’la mukabele etmek isteyenlerin engelleyicisidir. Bazı insanlar Kur’an’la mukabele etmeye gücüne sahip olabilirler. Lakin Allah’u Tealanın kahri iradesi Kur’an’la mukabele etmek isteyenlerin önünü alır.” سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ”
Uzaklaştırma meselesine inanan insanlara göre mukabele ve benzerini getirmekten kasıt zarar vermektir ki Kur’an’ın mucize olmasını ortadan kaldırır.
Lakin Müfessirlerin çoğu bu ayeti başka bir şekilde tefsir etmiş ve ayetin kastının şüphe oluşturmak ve Allah’ın ayetlerini yok etmek isteyen insanların müstekbirce öne sürdükleri şüphelerin bertaraf edilmesi anlamını verdiğini söylemişlerdir.
Allah’u Teala kendi inayetiyle delillerini açık ve müstahkem bir şekilde beyan etmiş ve her türlü saldırıların önünü almıştır. [17] “Uzaklaştırmayı” bu anlamıyla ele alanlar Kur’an’ın üstünlüğünü selb etmiş ve Kur’an’ın mucize olmasını kahri iradeyle sınırlamışlardır. Bu itikat Kur’an’ın zahiri ve açık beyanına terstir. Hâlbuki Kur’an'ın mucize olması onun kendisinden ve özelliklerindendir.
“Uzaklaştırma” Emir Yahya bin Hamza Alevi Zeydi’nin (Ö749) belirttiği gibi üç şekilde tefsir edilebilir.
A-“Uzaklaştırmadan” kasıt Allah’u Tealanın Kur’an’la mukabele etmek isteyenleri bu hedeflerinden alıkoymasıdır. Yani bu insanlar Kur’an’la mukabele etme hedef ve iddialarını ameli kılmak istedikleri zaman bu işe karşı ilgisiz olurlar.
B-Allah’u Teala Kur’an’la mukabele etmek isteyen insanların mukabele için ihtiyaç duydukları vesileleri iki şekilde ellerinden alır.
1-Normal durumlarda sahip oldukları olanakları (gerekli olan ilim, maarif ve edebiyatı) Kur’an’la mukabele etmek istedikleri zaman mukabele şartlarını kendilerinden alır. Aslında bu gibi insanlar için deruni bir değişim meydana gelir
2-Aslında insana Kur’an ile mukabele edecek olanaklar verilmemiştir. Mezkür ayetteki “Uzaklaştırmanın” anlamı da budur. Allah ayetlerinde şüpheye ve tahribe neden olacak bir yer bırakmamıştır. Esasen ilahi ayetleri tahrip etme imkânı insanoğlu için müyesser değildir. “بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُحِيطُوا بِعِلْمِهِ” “Hayır, öyle değil. Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve kendilerine yorumu gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar.”[18] Ayeti de bu gerçeğe işaret etmektedir. “ثُمَّ انصَرَفُوا صَرَفَ اللّهُ قُلُوبَهُم بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَفْقَهُون” "ilahi ayetlere yüz çevirdiler. Anlamayan bir toplum olmalarından dolayı, Allah onların kalplerini çevirmiştir.” [19] Bu ayet kalplerin çevrilmesinin nedenini hakikatleri derk etmeme olarak almıştır ki kendileri sebep olmuştur.
C- Bazı insanlar Kur’an’la mukabele edecek olanaklara sahiptir. Lakin bu işe girişmek istedikleri zaman Allah onları cebren ve kahren engeller. Böylelikle iradelerinde gevşeklik meydana gelir ve Kur’an’la mukabele etmekten el çekerler.
Bu tefsir ile ilk tefsir arasındaki fark şudur; ilk tefsire göre bu insanların istek ve temayülleri kendilerinden alınır. Ama bu tefsire göre o insanların istek ve temayülleri vardır fakat bu işi yapma cesaretlerini elden verirler. Bu zorla önü alınan ama işi yapmaya istekli olan insan gibidir.
Tabi birinci ile üçüncü anlam ve ikinci anlamın ilk bölümü zaruretin hilafına ve o zamanın Arapçasının açık beyanının aksinedir. Zira eğer böyle olsaydı Araplar bu deruni değişimden dolayı şaşırmaları gerekirdi. Yoksa Kur’an’ın ruhlara esenlik veren cazipliği karşısında değil. Özellikle Arap kabilelerinin mensupları Mescid-ul Haram’a geldikleri zaman kulaklarına pamukla tıkayan Kureyş’ten Ebu Cehil ve onun gibi kimselerin insanları Peygambere (s.a.a) yaklaştırmamaya çalışmaları ve Kur’an’ın sesini işitmelerini engellemek istemeleri Kur’an’ın gönül okşayıcı ruhani çekiciliği ve onunla mukabele etme imkânsızlığını gösteren şahitlerdir.
İkinci tefsirin ikinci bölümü görünüşe göre bir yere kadar makuldür. Bu düşüncede olan Seyyid ve diğer bazı büyüklerin sözlerinin zahiri anlamları da budur. Aslında başkalarının kendisi ile mukabele etmekten aciz olduğu Kur’an’ın farkı, zatında gizlidir. Zira böyle bir şey beşerin imkânı dâhilinde değildir.
Ayetullah Marifet
[14] Bkz. El- Temhid, C. 6
[15] Nisa, 82
[16] Araf 146
[17] Bkz.mecmu’ul beyan, C4,S477–478
[18] Yunus 39
[19] Tövbe 127