“Üç şey mevta ile birlikte olur; ikisi döner ve biri kalır. Aile ve mal geri döner ve amel onunla kalır.”
Çünkü bireylerin, halkların ve medeniyetlerin hem ilerleme ve olgunluk etkenlerinin ve hem de yaşadıkları sorunlar ve helaket etkenlerinin tümü Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştır. İşte bunları uygulayan ve Kur’an’a saygıyı gözeten kimse, kendini helak olmaktan korur.
İmam Ali b. Ebutalib (a.s), bu hususta şöyle buyurmaktadır:
Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Allah, Kur’an’a yer veren kalbe azap etmez.” [2]
Yüce Peygamberimiz (s.a.a) bir diğer hadisinde Ebuzer’e şöyle buyurmuştur:
“Allah, Kur’an’ın yerleştiği bir kalbe azap etmez.” [3]
Yüce Allah’ın, Kur’an’ın yerleştiği kalbe azap etmeyeceğinin nedeni şöyle şerhedilebilir: Öncelikle bilinmelidir ki cehennemin azap ve ateşi, insanın işlemiş olduğu günahların ürünüdür; daha doğrusu, insanın işlediği günahlar ahiret yurdunda ateşe dönüşecektir. Kalbinde ve canında Kur’an’a yer veren ve Kur’an’a uyarak günahlardan sakınan kimse, elbette ki cehennem azap ve ateşinden uzak kalacaktır.
Yedi cehennem nedir? Kötü amellerindir
Sekiz cennet nedir? İyi amellerindir
Yaptıklarının sûretinde haşrolacaksın
Göreceğin her iyi ve kötü, hallerindir
Ey oğul! Bütün ahlak ve vasıfların
Her zaman sûretlerde temsil olur
Lale, güller, reyhan ve semen gülü
Hepsi senin itaatindir ve güzel ahlakın
Sûretler ve genç hizmetçiler tümüyle vasıflarındır
Ruhunun sevgi ve ayıdır ve temiz kalbindir
Mey ırmağı, su ırmağı ve süt ırmağı
Gönül okşayan temiz vasıflarındır ancak
İnsanın rüku, secde, özveri ve zekatı kıyamette insan için somutlaşacak ve insan onları seyretmekten haz duyacaktır ve işte bunlar kıyamet aleminde, insanın yoldaşı olacaktır. İbadetleri terkedenler yoldaşsız kalacak ve günahkârların yoldaşı ise çirkin olacaktır.
İnsan bir secde veya bir rüku ektiğinde
Diğer alemde rüku, cennet oluverir
Elinden özveri ve zekat yeşerdiğinde
Bu el diğer tarafta, hurma ve bitki olur
O vasıf, bu dünyada senin emrindeydi
Akan o ırmaklar da emrinde olacaktır
O ağaçlar senin emrine uyarlar
Çünkü o ağaçlar, senin sıfatlarının ürünüdür
Bu vasıflar burada senin emrinde olduğundan
Orada da o karşılıklar senin emrinde olacaktır
Elin, mazlumda bir yara yeşertse
O, bir ağaç olacak ve ondan zakkum yeşerecek
Öfkenle gönüllere ateş versen
Cehennem ateşinin yakıtı olursun
O yılan ve akrepvar sözlerin
Yılan ve akrep olur ve eteğini tutar
Merhum Ayetullah Mevla Muhammed Mehdi Nerakî (ölümü 1209 h.kamerî), aklî ve naklî ilimler sahibi; ilim, amel ve ilahî irfan ehli; fıkıh, fıkıh metodolijisi, felsefe, matematik, gizli ilimler, ahlak ve irfan alanında İslam’ın yetiştirdiği ender alimlerden biridir. Necef’te yaşamış, Necef’te vefat etmiş ve orada da İmam Ali’nin (a.s) kutsal türbesine defnedilmiştir.
Ayetullah Muhammed Mehdi Nerakî, bir Ramazan ayında bir gün evine geldiğinde, iftar edecek bir şey olmadığını öğrenir. Hanımı, “Yiyecek hiç bir şey yok; bir bak, ne temin edebilirsin?” der.
Ayetullah Muhammed Mehdi Nerakî, kuruş parası olmaksızın evden ayrılır ve direkt olarak Necef’teki Vadi’s Selam mezarlığına, kabir ehlini ziyarete gider. Kabirlerin arasında oturur ve gün batıncaya kadar kabir ehline Fatiha okur. Git gide hava kararmaktadır. Tam bu sırada, defnedilmek üzere bir cenazenin getirildiğini görür. Cenazeyi getirenler mezarı kazar ve cenazeyi kabre koyarak Ayetullah Mevla Muhammed Mehdi Nerakî’ye, “Bizim bir işimiz var ve hemen geri dönmeliyiz; cenazenin kalan işleriyle de sen ilgilen!” der ve cenazeyi bırakıp giderler.
Ayetullah Mehdi Nerakî, bu olayın devamını şöyle anlatır:
Kefenin baş kısmını açmak, mevtanın yüzünü yere koymak ve daha sonra da mezarın üstünü kapatmek üzere kabre inmiştim. Birden kabrin içinde bir kapının olduğunu gördüm. Kapıdan içeri girdim. Yemyeşil ve çok çeşitli meyve ağaçlarıyla dolu büyük bir bahçeye girmiştim. Bahçenin giriş kapısından karşıdaki görkemli saraya doğru uzanan bir yol vardı ve bu yol, mücevher taşlarla döşenmişti. Elimde olmaksızın saraya doğru ilerledim. Saray da mücevherden yapılmıştı. Merdivenleri çıkıp büyük bir odaya girdim. Odanın en baş köşesinde biri oturmuştu ve etrafında da birileri vardı. Selam edip oturdum. Selama cevap verdiler. Etrafta oturanlar, sürekli olarak başta oturana, tanıdıklarının ve yakınlarının hal ve durumlarını soruyorlardı; o da soruları cevaplıyordu. Cevap veren şahıs sevinçli ve mutluydu. Bir süre geçti ve ansızın bir yılan çıkageldi ve direkt olarak başta oturana doğru ilerleyip onu soktu ve odadan çıktı. Adam acıdan kıvrandı, yüzünün rengi değişti ve bir müddet sonra yavaş yavaş eski haline döndü. Tekrar birbirleriyle sohbete başladılar; yine birilerini ve dünya hayatından bir şeyler soruyorlardı. Yine aynı yılan odaya girdi ve tekrar adamı soktu. Adam da bir önceki seferde olduğu gibi acıyla kıvranmaya başladı ve yavaş yavaş eski haline döndü.
Ben burada söze başladım: Siz kimsiniz, bura neresidir, bu saray kime ait, bu gelen yılan nedir ve niye sizi soktu?
Adam cevap verdi: Ben, senin kabre koyduğun ölüyüm; burası da, yüce Allah’ın bana bahşettiği berzah alemindeki cennet bağıdır. Kabrimdeki kapı bu aleme açılır ve bu saray benimdir. Bu gördüğün ağaçlar ve mecevherler benim berzah alemindeki cennetimdir ve bu odada gördüğün kimseler de benden önce ölmüş akrabalarımdır. Şimdi benim ziyaretime gelmişlerdir ve dünyadaki yakınlarının hallerini soruyorlar ve ben de bilgi veriyorum.
Dedim: Neden o yılan gelip de seni sokar?
Cevap verdi: Ben imanlı biriyim; namaz, oruç, humus ve zekat ehliyim; beni bu akibete düşürecek ne yaptım, bir türlü hatırlamıyorum. Bu özelliklere sahip bu bahçe de, salih amellerimin berzah alemi ürünüdür.
Dünya hayatında bir yaz günü sokakta yürüyordum, bir dükkancıyla müşterisinin tartıştığını gördüm. Aralarını bulmak ve uzlaştırmak için yaklaştım.
Dükkancı şöyle diyordu: Sen bana altı şahlık borçlusun.
Müşteri de bunu kabul etmiyor ve beş şahlık borcu olduğunu söylüyordu.
Dükkancı ve müşteriye, “Sen yarım şahlıktan feragat et, müşteri de yarım şahlık fazla versin ve böylece beş buçuk şahlık üzere uzlaşın!” dedim.
Dükkancı sustu ve bir şey demedi. Gerçekte ise dükkancı haklıymış ve ben bu yargımla, razı olmadığı halde dükkancının yarım şahlık hakkını zayi etmiş oldum.
Bu davranışıma ceza olarak yüce Allah, bu yılanı görevlendirmiştir; her bir saatte bir gelir ve beni sokar. Sûra üfleninceye ve bütün yaratıklar Allah’ın huzuruna hesap için çıkıncaya kadar bu böyle sürüp gidecektir. O ise gün Hz. Muhammed (s.a.a) ve Ehl-i beytinin (a.s) şefaati bereketiyle kurtulmayı ümit ediyorum.
Bunu duyunca kalktım ve şöyle dedim: Ben gitmeliyim, ailem evde beni bekliyor ve onlar için iftarlık götürmeliyim.
Başta oturan adam ayağa kalktı ve beni kapıya kadar uğurladı. Kapıdan çıkmak istediğimde bana küçük bir torba pirinç verdi ve şöyle dedi: Bu iyi pirinçtir; bunu ailene götür.
Pirinci alıp teşekkür ettim ve bahçeye girdiğim kapıdan dışarı çıktım. Bir de gördüm ki aynı kabrin içindeyim; ölü de yerde yatmaktadır ve kapı da yoktur.
Kabirden çıkıp üstünü kapattıktan ve toprakla doldurduktan sonra evin yolunu tuttum. Pirinci eve getirdim, yemek yapıldı yedik. Uzun bir süre bu pirinçten yemek yapıldı ve bitmedi. Bu pirinçle yemek yapıldığında öyle güzel bir koku etrafa yayılıyordu ki bütün mahalle, bu pirinci nereden aldığımızı soruyordu. Bilahare uzun bir süre geçtikten sonra benim evde olmadığım bir gün bize bir misafir gelir ve hanım da yemek hazırlıkları yaparken pirinç de pişirir ve dem alması için bekletirken, kokusu evi sarar ve misafir de “Anber pirinçlerinin her çeşidinden daha güzel kokan bu pirinci nerden almışsınız?” sorunca eşim bundan utanır ve olduğu gibi olayı anlatır. İşte bu anlatım sonrasında evde kalan pirinç de pişirildikten sonra tükenir. İşte bunlar, yüce Allah’ın, kendi yakın kullarını rızıklandırdığı cennet yemekleridir. [4]
Yüce Peygamberimiz (s.a.a) insanın üç dostu olduğunu; bunların birinin ölüm anına kadar eşlik ettiğini ve bunun mal olduğunu, diğerinin mezara kadar eşlik ettiğini ve bunun eş, evlat, dostlar olduğunu ve bir diğerinin de her zaman insanla birlikte olacağını ve bunun da ameller olduğunu şöyle buyurmaktadır:
Zaman içinde üç yoldaşın var
Biri vefalı ve diğer ikisi aldatıcı
Biri dostlar, diğeri giysi ve maldır
Vefalı olan üçüncüsü ise güzel davranıştır
Mevlana bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:
Zaman içinde üç yoldaşın var
Biri vefalı ve diğer ikisi aldatıcı
Malın saraylardan çıkıp da seninle gelmez
Dostun gelir, fakat mezara kadar
Ecel günün gelip çattığında
Dostun hal diliyle şöyle der:
Bundan sonrasına eşlik edemem
Mezarının başında bir süre beklerim ancak
Bir gün Kays, yüce Peygamberimize (s.a.a), “Ey Allah’ın Resulü (s.a.a), bana nasihatta bulun!” demiş ve Efendimiz (s.a.a) de şöyle buyurmuştu:
“Ey Kays, canlı olduğu halde seninle defnedilecek ve senin de, kendisiyle defnedileceğin ebedî bir yoldaşın olacaktır. Eğer bu yoldaşın yücelik sahibi olursa, sana ikramda bulunacaktır; eğer de alçak olursa, sana eziyet edecektir. İşte bu yoldaş ancak seninle haşredilecek ve sen de ancak onunla birlikte diriltileceksin; ondan başkasından da sorulmayacaksın. Öyleyse bu yoldaşının salih olması yönünde gayret et. Eğer bu yoldaşın salih olsa, sen onunla menus olursun; eğer de fasit olursa, ondan korkudan başka bir şey hissetmeyeceksin. İşte bu yoldaşın, senin amelindir.” [6]
İnsan bu dünyada yapmış olduğu kötülükler ve çirkinlikler, berzah aleminde çirkin sûretler halinde ve güzel işleri de güzel sûretler halinde somut varlıklara dönüşecek ve insan bunların tümünü görecektir.
Yüce Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz imanlı insan kabrinden çıktığında, ameli de güzel bir sûrette ona görünecektir. Mümin, bu güzel sûrete soracaktır: ‘Sen kimsin? Andolsun Allah’a, seni çok güzel görmekteyim!’ Sûret de, ‘Ben, senin amelinim.’ diyecek, sonra nura dönüşecek ve o insanı cennete götürecektir. Kafir de kabrinden çıktığında, onunla birlikte bir de çirkin bir sûret ona görünecektir. Kafir o sûrete, ‘Sen kimsin? Andolsun Allah’a, sen çok çirkinsin!’ diyecektir. Sûret de ‘Ben senin amelinim.’ diyecek ve onu cehennemine sürükleyecektir.” [7]
Uyarı: Bu tür hadislerde dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır ve şöyle açıklanabilir: Bu hadislerde kullanılan “kabir”, berzah alemindeki kabirdir.
[1] Nehc’ül Belağa, 176. hutbe
[2] Vesâil’uş Şia, c: 6, s: 167
[3] Müstedreku Vesâil’iş Şia, c: 4, s: 233
[4] Meadşinasi, Hüseynî Tehranî, c: 2, s: 246
[5] Sahih-i Müslim, c: 8, s: 211
Sahih-I Buhari, c: 4, s: 85
[6] Maani’l Ahbar, s: 232
Bihar’ul Envar, c: 7, s: 228
[7] Kenz’ül Ümmal, 38963. hadis