Kur'an'ın Mushaf Haline Getirilmesi

Kur'an'ın Mushaf Haline Getirilmesi

Kur'an'ın Mushaf Haline Getirilmesi ve Hz. Ali'nin (a.s) Mushafının Özellikleri

Kur’an-ı Kerim, şuanda elimizde bulunan hali ile belli bir zamanda ve belirli bir grup tarafından hazırlanıp, bir araya getirilen şekliyle değildir; Kur’an’ın Mushaf [1] halinde bir araya getirilmesi zaman içerisinde değişik bireyler ve gruplar tarafından yapılmıştır. Fakat şunu unutmayalım ki, Kur’an’da bulunan sureler, surelerin içindeki ayetler ve bunların düzeni, bizzat Hz. Peygamber’in (s.a.a) emriyle gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla bunu taabbudi olarak kabul edip, sureleri de bu bilinçle okumak gerekir.

Her sure besmele ile başlamakta ve ikinci besmelenin nazil olmasına kadar devam etmekteydi. Yani yüce Allah tarafından ayet bismillah ile nazil olduğunda yeni bir sure başlamış oluyordu ve ikinci besmeleye kadar ki ayetler o surenin ayetleri sayılıyordu. Sureler içerisinde bulunan normal düzen bu şekildeydi, fakat bazen Cebrail’in kendisi bazı ayetlerin çıkartılarak başka bir surede, başka ayetlerin arasına yerleştirilmesini Hz. Peygamber’den istiyordu. Örneğin:

“Allah’a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının.” [2]

Bu ayet Allah Resulü’nün ömrünün sonlarına doğru nazil olan ayetlerdendir, lâkin Peygamber efendimiz bu ayeti, Bakara suresindeki faiz ve borç ile ilgili ayetlerin arasına yerleştirmişti. Sonuçta sureler ve ayetlerin şekli Peygamber (s.a.a) tarafından düzenlenmiştir.

Fakat surelerin sıra düzeni ve tertibi hakkında araştırmacılar arasında ihtilâf vardır. Seyyid Murteza Âlemu’l-Huda, Ayetullah Hoi ve son zamanlardaki birçok ilim adamı; Kur’an’ın şuanda elimizde bulunan sıralanış şeklinin Peygamber (s.a.a) tarafından düzenlendiği kanaatindeler. Delilleri ise şudur: Hz. Peygamber döneminde birçok Kur’an hafızı bulunmaktaydı, onların Kur’an’ı Allah Resulü’nün öğrettiği şekil ve sırayla ezberledikleri kesindir. Hz. Peygamber’in bu kadar önemli bir konuyu, düzene sokulması için kendisinden sonraya bırakması pek mantıklı değildir.

Merhum Ayetullah Hoi ve diğer âlimlerin bu görüşünü kabul edemeyiz; çünkü o zamanda hafız olmak veya Kur’an toplayıp yanında bulundurmak, sureler arasında bir sıralanışın olduğunu ispatlamaz. O dönemde hafız; ayetleri son nazil olmasına kadar yazılı halde yanında bulunduran ve ezberleyen kimseye denirdi, yani günümüzdeki gibi sıraya göre ezberlemesi gerekmezdi.

Kur’an-ı Kerim’de surelerin sıralanış şekli pek de önemli değil, bir sure başta da olabilir sonda da, önemli olan surelerin birbirinden ayrılması ve her sure içerisinde hangi ayetlerin bulunmasıdır ki bunu da zaten bizzat Peygamber (s.a.a) hayatında düzenlemişti. Peygamber’in ömrünün sonuna kadar vahiy gelme ihtimali bulunmaktaydı, bazen ayetlerin yerini Cebrail değiştiriyordu, dolayısıyla Kur’an’ın inişinin son bulduğundan emin olmadıkça surelerin belli bir sıraya konulması mümkün değildi. Kur’an nüzulünün son bulması da Peygamber’in hayatına bağlıydı. Bütün bunları göz önünde bulundurarak Kur’an surelerinin sıralanışının Hz. Peygamber’in vefatından sonra gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

Bu yüzden de birçok araştırmacı-yazar, tarihçi ve ilim adamı; Resulullah’ın (s.a.a) vefatından sonra Kur’an’ın iki cilt arasında toplanıp, surelerin belirli bir sıraya dizilmesinin ilk olarak Hz. Ali (a.s) tarafından yapıldığı görüşündedirler. Emir’el Muminin Kur’an’ı ilk toplayandır. O hazretten sonra bu işi yapan bir diğer kimse de Zeyd b. Sabit ve bir grup büyük sahabedir. Bu hususta kimsenin bir kuşkusu ya da şüphesi bulunmamaktadır.

Allah Resulü’nün (s.a.a) vefatından sonra Kur’an’ı toplayan ilk kişi İmam Ali’dir (a.s) ve ona bu kutsal görevi Hz. Peygamber’in kendisi vermiştir. Hz. Ali, Peygamber (s.a.a) tarafından verilen bu önemli görevi yerine getirmek için altı ay boyunca evinden dışarı çıkmamış ve büyük bir çalışma içerisine girişmişti. Rical ilminde uzman olan İbn Nedim şöyle diyor:

“İlk olarak Ali (a.s) Kur’an ayetlerini iki cilt (Mushaf) arasına topladı. Bu Mushaf şu anda Cafer ailesinde bulunmaktadır. Ben Hz. Ali’nin eliyle yazmış olduğu Mushaf’ı Ebu Ya’la Hamza Hasani’nin evinde görmüştüm. Hasan b. Ali’nin (a.s) çocukları bunu miras olarak almışlardı.”[3]

Muhammed b. Sirin, İkrime’den şöyle nakletmektedir: “Ebubekir’in hilâfetinin başlangıcında Ali (a.s) evde oturup Kur’an’ı toplamakla uğraşıyordu.” İbn Sirin diyor ki, İkrime’ye “Ali’nin (a.s) mushafının düzen ve sıralanışı diğer mushaflardan farklı mıydı?” diye sordum, o da şu cevabı verdi: “Eğer insanlar ve cinler bir araya gelip el ele verseler dahi Ali’nin toplayıp düzenlemiş olduğu Kur’an’ı asla hazırlayamazlar.” İbn Sirin daha sonra diyor ki: “O Mushaf’ı elde edebilmek için çok çalıştım, ama ne yazık ki bir sonuca varamadım.” [4] İbn Cezzi Kelebi şöyle ise diyor: “Eğer Ali’nin (a.s) Mushaf’ına ulaşılabilinseydi, kesinlikle birçok bilgiye de ulaşılacaktı.” [5]

Hz. Ali’nin Mushaf’ının Özellikleri

Hz. Ali’nin (a.s) bir araya getirmiş olduğu Mushaf, sonradan toplanan Mushaflarda bulunmayan birçok güzel özelliğe sahipti, onlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

1- Sure ve ayetlerin sıralanışında dikkat edilen nokta, her birinin iniş sırasına göre sıralanmasıdır. Önce Mekkî sureler, sonrada Medenî sureler yer almaktadır. Bu şekilde ayetlerin seyri ve iniş tarihi belirgindir. Bu da ilâhî hükümlerle, ahkâm kurallarının ne şekilde yürürlüğe konulduğunu bilmemizi sağlar. Ayrıca nasih ve mensuh ayetlerinin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.

2- Bu Mushaf’taki ayetlerin yazılış şeklinde, Hz. Resulullah’ın okuyuş şekli esas alınmıştır. Asıl olan Hz. Peygamber’in kıraatidir, Hz. Ali de bunu Mushaf’ında getirmesiyle kıraatler arası ihtilâfa kesinlikle mahal bırakmıyordu. Böylece ayetlerin içeriğinin anlaşılması ve doğru tefsirin yapılmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuş oluyordu. Bu özellik çok önemlidir; çünkü kıraatler arası ihtilâflar Kur’an’ı tefsir etmek isteyen müfessirin yanlış tefsir yapmasına sebebiyet verebilir. Hz. Ali’nin (a.s) Mushaf’ında şaşkınlığa ve hataya yol açabilecek hiçbir durum mevzu bahis değildir.

3- Hz. Ali’nin Mushaf’ında hem tenzil (ayetin iniş sebebi) hem de tevil bulunmaktaydı. Ayet ve surelerin inişi ve iniş nedenleri Mushaf’ın kenarlarında haşiye olarak açıklanmıştı. Bu haşiyeler Kur’an’ın anlaşılmayan yerlerinin anlaşılması ve anlaşılan ayetlerin de çok daha iyi anlaşılmasını sağlıyordu. Tenzilin haşiyelerde kaydedilmesinin yanı sıra bazı tevillere de yer verilmişti. Bu teviller ayetlerin anlaşılmasında oldukça etkili olan, özel bazı ayetlerle ilgili genel ve kapsayıcı algılamalardan ibaretti.

Emir’ül-müminin Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Ben onlara hem tenzili hem de tevili içeren bir kitap getirdim”[6] ve bir başka hadisinde: “Peygamber (s.a.a) kendisine inen her ayeti bana okuyup dikte ettiriyordu; ben de buyurduklarını yazıyordum. Ayrıca her ayetin tefsir ve tevilini, nasih ve mensuhunu, muhkem ve müteşabihini bana öğretiyordu, yüce Allah’a benim iyice anlamam ve ezberlemem için de dua ediyordu. O günden sonra hiçbir ayeti unutmadım, bana öğrettiği benim de yazdığım bilgilerden hiçbir şeyi kaybetmedim.” [7]

Sonuçta Hz. Ali, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Kur’an’ı bir araya getirmek için altı ay boyunca çalıştı ve hazırlamış olduğu Mushaf büyük sureden küçük sureye doğru değil de iniş önceliğine göre sıralanmıştı. Resulullah’ın okuyuşu esas alınmış, ayetler için dipnotta gerekli tefsir ve açıklama yapılmıştı. Hz. Ali’nin bu çok önemli çalışması ne yazık ki kabul görmedi. O hazrete düşman olanlar, inatla İslam âlemini bu eşsiz Mushaf’tan mahrum bıraktılar. Eğer Hz. Ali’nin Mushaf’ı esas alınmış olsaydı sonraları oluşan kıraattaki ihtilâflar ve yanlış tefsirler olmayacak, bugün Kur’an’ın idraki ve anlaşılmasının önündeki engeller kalkmış olacaktı.

Hz. Ali’nin (a.s) Mushaf’ının Akıbeti

Süleym b. Kays Hilali (ö:90.h) İmam Ali’nin (a.s) yakın arkadaşlarından birisiydi. O Salman Farsi’den şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Ali (a.s), halkın kendisine karşı olan merhametsizliğini görünce evine kapanıp Kur’an’ı toplamakla meşgul oldu ve bu işini bitirinceye kadar evden dışarı çıkmadı. İmam (a.s), Kur’an’ı toplamadan önce ayet ve sureler kâğıt parçaları, hurma yaprakları, ince tahtalar ve geniş kemikler üzerine dağınık bir şekilde yazılmıştı.”

Yakubi’nin nakline göre Hz. Ali (a.s) Kur’an’ı bir araya getirip, toplama işini bitirdikten sonra deveye yükleyip Hz. Peygamber’in camisine getirdi. Halk camide Ebubekir’in etrafında toplanmıştı. İmam topluluğa dönerek şöyle buyurdu:

“Hz. Peygamber’in vefatından sonra Kur’an’ı toplamak üzerinde çalışıyordum, Peygamber’e nazil olanların tümünü bu kumaş üzerine yazdım. Resulullah’ın bana, okumayıp tefsir etmediği ve tevilini öğretmediği hiçbir ayet yoktur. Yarın biz bundan habersizdik demeyin.”

O anda kabile reislerinden biri kalkarak İmam’a şöyle dedi: “Senin toplamış olduğun Kur’an’a bizim ihtiyacımız yok, bizim yanımızdaki bize yeter.” Bunun üzerine İmam (a.s): “Artık bir daha onu göremeyeceksiniz” buyurdu ve evine gitti, ondan sonra da bir daha kimse Hz. Ali’nin toplamış olduğu o Kur’an’ı göremedi.” [8]

Bu olaydan sonra birçok sahabe Kur’an’ı toplama yarışına düştüler, onlarca Mushaf oluştu, öyle ki sonraları sahabeler arasında görüş ayrılığı çok şiddetlendi. Osman döneminde Mushaflar hakkında sahabeler arasında aşırı ihtilâf olduğu zaman, Talha b. Abdullah Hz. Ali’ye (a.s) gidip dedi ki:

“Mushaf’ını halka sunduğun ve onların da kabul etmediği günü hatırlıyor musun? Ne olur bugün onu bir daha çıkar belki bu sayede ihtilâflar son bulur.” İmam cevap vermekten kaçındı. Talha sözlerini tekrarladı. İmam bilerek cevap vermedim dedikten sonra buyurdu: “Acaba şimdi herkesin elinde bulunan Mushaf Kur’an’ın tümü müdür yoksa onda bir azalma yahut çoğalma bulunmakta mıdır?” Talha : “Elbette ki Peygamber’e inen Kur’an’ın tümüdür” dedi. Bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: “Öyleyse ona sarılın, onunla amel edin ki kurtuluşa eresiniz.” Talha: “Öyleyse bu Kur’an bize yeter” dedi ve başka bir şey eklemedi.”[9]

Hz. Ali (a.s) bu cevabıyla hem Müslümanların birliğinin ve hem de Kur’an’ın salâbet, muhkemlik ve bütünlüğünün korunmasını istemiş-sağlamış oldu.



[1]     Kuran “okunulan” anlamındadır ve günümüzde yüce Allah tarafından Peygamberimize indirilen ayetlerin toplamına denir. Mushaf ise iki cilt arasına toplanılmış sure ve ayetlerin hepsine denir. Peygamber’den sonraki ilk dönemlerde Kuran yerine daha çok Mushaf tabiri kullanılmıştır.

[2]     Bakara, 281.

[3]     el-Fihrist, s. 47- 48.

[4]     Tabakat-ı ibni S’ad, c. 2, s. 101; el-İsabe’nin Haşiyesi, el-İsti’ab, c. 2, s. 253; el-İtkan, c. 1, s. 57.

[5]     İbn Cezzi Kelebi, et-Teshil li ulum-it Tenzil, c. 1, s. 4. el Temhid, c. 1, s. 288- 296.

[6]     Muhammed Cevad Belaği, Ala-ur Rahman, c. 1, s. 257.

[7]     Tefsir-i Burhan, c. 1, s. 16, sayı. 14.

[8]     es-Sakife, s. 82.

[9]     es-Sakife, s. 124.