Ailelerin muaşeretinde veya insanların bir araya geldiği meclislerde en çok bir birinin yaşamları ve sorunları ile ilgili sorular konuşulur, tartışılır. Bu sorulardan bazıları, yaşamın en temel erkânlarından biri, yani ailenin geliri, geçimi veya ekonomisi ile ilgilidir. Bu tür sorulara verilen cevapların doğruluğunu bilmenin tesiri o kadar fazladır ki insanın yaratan ve yaratılışa yönelik bakışını bile değiştirebilir veya varlık âlemi hakkında çok önemli hakikatlerin aydınlanmasına vesile olur.
Bazen bazı insanlardan şu ifadeleri duymuşsunuzdur: Ne sırdır bilemiyorum ama bazıları çok az çaba ile büyük refaha kavuşuyor ve tabiri caizse tuttuğu altın oluyor, bazıları ise her ne kadar çaba harcarsa nafile, hiç bir yere varamıyor ve tabiri caizse dokunduğu altın bile toz toprak olup gidiyor. Kuşkusuz insanların rızkının artması veya azalmasında çeşitli etkenler etkilidir. Bu yüzden bugünkü sohbetimizde Kur'an-ı Kerim'in rızık ve rızkı arttıran etkenler hakkındaki görüşünü irdelemeye çalışacağız. Gerçekte yüce Allah tüm insanların ve tüm mahlûkların rızkını verendir.
Dünyada hiç bir mahlûk yoktur ki yüce Allah onun rızkını belirlemiş olmasın. Nitekim Kur'an-ı Kerim Hud suresinin 6. Ayetinde açık bir ifade ile şöyle buyurur: Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Ancak insanların yetenekleri, kabiliyetleri, akıl ve çabaları arasında var olan farklılıklar ve ayrıca toplumlarda sosyal adaletin yokluğu yüzünden herkesin rızkı da farklıdır. Demek ki insanlar kendi rızıklarını olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilir. Rızık, Allah tarafından sürekli ve art arda yapılan bağış ve kullarına nasip ettiği her türlü nimet ve faydadır.
Rızık bazen maddi olabilir; örneğin yiyecekler, konut, giyim kuşam gibi ve bazen maddi olmayan manevi boyutu olabilir; örneğin akıl, düşünce, ilim ve iman gibi. Bazen yüce Allah'tan Hac ziyareti gibi manevi rızık talebinde bulunur ve Ya Rabbim, bana evini ziyaret etmeyi nasip eyle, diye niyazda bulunuruz. Bazen de rızkımızı Allah'a itaat etmek ve günahtan uzak durmakta arar ve yüce Allah'tan bu tür inayetlerde bulunmasını niyaz eder veya daha da cömert davranışı ve en iyi şekilde ölmeyi ve O'nun yolunda şehit olmayı talep ederiz.
Kur'an-ı Kerim'e bağlanmakla rızkı genişleten bir çok etkenin söz konusu olduğunu görmekteyiz. Örneğin bazı insanların rızıklarının bolluğu, bu insanların ilahi nimetlere şükretmeleri ve bu nimetleri Allah'ın istediği yolda sarf etmelerinden kaynaklandığı ifade edilir. Gençlik çağından itibaren sürekli Allah'ın sunduğu bilim, servet, mal ve mevki gibi her türlü nimeti yerli yerinde kullanan ve bu nimetlerin her biri için hak Teâlâ katına şükran insanlara bu liyakat ve şayesteliği yüzünden daha fazl nimet verilmiş ve rızıkları çeşitli boyutlarda genişlemiştir. Nitekim yüce Allah İbrahim suresinin 7. Ayetinde kullarına şükrettikleri takdirde O da rızıklarını arttıracağını buyurur.
Bazen toplumda öyle insanlara rastlamışızdır ki her zaman şayeste bir şekilde çaba harcar ve yüce Allah da onlara rahmet kapılarını sürekli açık tutar ve rızıklarını arttırır. Bu insanları eli her zaman maddi ve manevi rızıklarla doludur ve yaşamlarında hiç bir sıkıntı ve acı çekmeden onurlu bir şekilde yaşamını sürdürür.
Bu insanlar takvalı ve ihlaslı kullardır. Bu insanlar yaşamlarının çeşitli alanlarında hiç bir zaman dini değerler heva ve heveslerine feda etmemiştir ve her zaman emin ve iman dolu kalpleri ile sürekli Allah rızası için çalışmış ve pak ve helal rızık peşinden gitmiştir. Yüce Allah da bu insanların karşısında bazen akla hayale sığmayan yollar açmış ve rızıklarını göz kamaştıracak şekilde arttırmış ve böylece fani dünyada da mükafatlandırmıştır. Yüce Allah insanların nasıl rızıklarını elde edebileceklerini açıkça göstermek için Araf suresinin 96. Ayetinde şöyle buyurur: O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik. İhsan, infak, iyi ahlak ve Allah'ın salih kullarını ağırlamak da yüce Allah'ı hoşnut eden amellerdir ve rahat ve bol rızık vesilesi olduğu belirtilir.
Nitekim yüce Allah iyi insanlarda şayesteliği ve salahiyeti görünce onlara daha çok merhamette ve lütufta bulunur. Nitekim Bakara suresinin 261. Ayetinde şöyle okumaktayız: Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir. Kuşkusuz her iyi ve salih amel ancak ihlas üzerine yerine getirildiği takdirde nimet ve rızkı bollaştırabilir. İşte bu yüzden Kur'an-ı Kerim ayetlerinde ilahi rızkı arttırmak için amellerde ihlas ilkesine vurgu yapılır. Buna göre gerçi her mahlûkun rızkı önceden bellidir, fakat bu durum, kulun davranışları ve düşünceleri bu rızkın niteliğini ve niceliğini etkileyemeyeceği anlamına gelmez.
Kur'an-ı Kerim bazı kulların kendi elleri ile rızıklarını heba ettiğini veya haram rızık yaptığını beyan eder. Bir rivayete göre, bir gün İmam Ali (sa) atını adamın birine emanet eder ve kendisi bir iş için camiye gider. İmam camiden döndüğünde o adamın atın yularını alıp gittiğini ve atı bıraktığını fark eder. İmam atına yular almak üzere çarşıya gider ve tesadüfen aynı yuları bulur ve biraz para karşılığında satın alır. İmam Ali (sa) kendi kendine hayıflanır ve şöyle buyurur: Ben niyet etmiştim, işim bitip döndüğümde aynı miktar para atımı tuttuğu için o adama verecektim, ama yazık oldu, çünkü o adam helal rızkını böylece haram rızık yaptı.
Bir başka ifade ile her insan hırsızlık yapmak, rüşvet almak veya riba ile helal ve onurlu rızkını haram ve zilletli rızka dönüştürebilir. Onurlu, pak ve helal rızık talebinde bulunan her insan ihlaslı ve samimi niyetinin yanında ilahi rahmete vesile olacak her türlü araç ve gereçten da yararlanmalıdır ve bu da ancak o insanın yüce Allah'ın tüm rızıkların kaynağı olduğunu ve rızkın artması da O'nun meşiyet ve iradesine bağlı olduğuna inanmasına bağlıdır. İşte bu durumda olan bir insan rızkını kazanacağından emin olur veya yoksullukta sabretmesini bilir ve daha fazla çaba harcamak, tövbe etmek ve ibadetle yolundaki engelleri bertaraf eder ve ilahi bol rızıktan yararlanır.
Burada önemli olan nokta şu ki Kur'an-ı Kerim hiç bir zaman bizi ilahi muhabbetlere göz yummaya ve yoksulluğu onur ve erdem saymaya davet etmemiştir. Bu yüzden İmam Bagır (sa) kendi tarlasında çalışmak ve çaba harcamakla ilgili şöyle buyurmuştur: Ben kendi tarlamda çalışır, ter dökerim, oysa hizmetkârlarım bu işi yapabilir, fakat ben bunu yapıyorum ki yüce Allah benim helal rızık peşinde olduğumu görsün. Lokman Hekim'in oğluna yaptığı nasihatlerden biri de şöyledir:
Evladım, herkes rızkını kazanma yolunda Allah'a olan inancı zayıf ve rızık veren O'na imanı gevşekse, yüce Allah'ın ona, kendisi hiç bir çaba harcamadığı ve tedbir etmediği halde yaratılışında üç aşamada rızık verdiği durumundan ibret alması gerekir. İlk aşama, annenin rahimidir, ikinci aşama anne sütünden beslenmesi ve üçüncü aşama ebeveyninin gelirinden verdiği rızıktır, ta ki o buyur ve olgunlaşır ve bağımsız bir şekilde rızkını kazanmaya başlar. Ancak o sırada sıkılır ve Allah'ına kötümser olur ve yoksulluk korkusu ve rızkın Allah tarafından verildiği inancını kaybetmesi yüzünden Allah'ın hakkını ve halkın onun malı üzerindeki hakkını göz ardı ederse, hem kendisini ve hem ailesini zorluğa ve sıkıntıya sürüklemiş olur.
Ve son olarak unutmamak gerekir ki yüce Allah rezzaktır ve tüm mahluklar O'nun lütuf ve bereket sofrasının misafiridir. Gerçi varlık alemi herkesin kendi çabasına göre ve Allah vergisi akıl, yetenek, güç vesaire özelliklerine göre rızkını kazanır, ancak bu rızık da Allah'ın istek ve iradesi ile mukadder buyurulmuştur ve ölçüsü, iyi ve kötü amellerimizle orantılıdır.