Bir çok ahlak alimi ahlaki konulara başlarken, niyetten ve niyetin ihlaslı olmasından söz ediyor ve bu iki meseleyi bir birinden ayrı tutuyor, yani niyeti bir konu ve niyette ihlası ayrı bir konu olarak görüyor.
Fakat bu iki konu tartışılırken ahlak alimleri iki konu arasındaki farkı açıkça beyan etmiyor ve niyetin ihlaslı olmasını niyet tartışmalarında gündeme getiriyor, öyle ki bu iki kavramı bir birinden ayırmak zorlaşıyor. Aslında niyet ve niyetin ihlaslı olduğu konularını bir birinden ayırmak için şöyle diyebiliriz ki, niyetten maksat, bir işi yapmak için gerekli olan güçlü azim ve iradedir ve burada ilahi veya maddi saik gözetilmez.
Kuşkusuz bir iş ancak insan güçlü irade ile o işe kalkışırsa sonuca ulaşır. Bilim öğrenmek, ticaret, ziraat, üretim, sosyal ve siyasi faaliyetler ve kısacası her olumlu amel, ancak kuşku ve şüphe ile başlamadığı takdirde sonuca ulaşabilir, ki bu da insan daha önce yapacağı iş hakkında yeteri kadar araştırma yapması, o işin çıkarlarını veya sonuçlarını ve şartlarını ve muhtemel engellerini tespit etmesi ve güçlü bir irade ile başlaması ve emin adımlarla sonuca doğru ilerlemesi ile mümkün olur.
Ahlakın tezhibinde ve ilahi yolda adım atmada da kesin irade ve niyet şarttır. Zayıf iradeli insanlar asla bir yere varamaz ve en ufak bir engelle karşılaştıklarında yoluna devam edemez. Aslında zayıf irade insanın gücünü de zayıflatır ve bilakis güçlü irade İran’ın içindeki tüm gücünü ve yeteneklerini harekete geçirerek onu ulaşacağı yere kadar götürür. Bu durum Kur'an-ı Kerim’da azim olarak adlandırılan durumdur ve ilahi büyük peygamberler de güçlü iradeleri yüzünden ululazm olarak adlandırılmıştır.
Niyetin bir başka anlamı, görecede aynı olan amelleri yerine getirmekte saiklerin farklı oluşudur. Örneğin bir insan cihat için yola çıkar, fakat amacı ganimet elde etmek veya üstünlük sağlamak olabilir, nitekim gerçek niyeti hak inancına yardım etmek ve zalimin zulmünü bertaraf etmek ve fitne ateşini söndürmek de olabilir.
Ancak her iki durumda görecede aynı amel gerçekleşir ve insan savaş meydanına doğru hareket eder ve düşmanla savaşır, fakat bu iki niyet, yerden göğe kadar bir birinden farklıdır. İşte bu yüzden insanlara yolun başında niyetini aydınlatması ve düzeltmesi emredilmiştir.
Allah yolunda adım atan insanlar niyetlerine dikkat etmeleri gerekir. Acaba bu yola adım atarken kendilerini ıslah etmek ve ahlaki yönlerini tamamlamak ve Allah katına yaklaşmak mı istiyorlar, yoksa bazı kerametlere ulaşarak başkalarına üstünlük mü taslamayı düşünüyorlar. Her amelde muzaffer olmak ve amaca ulaşmak için, özellikle önemli işlerde kesin karar ve güçlü niyet ve irade şarttır ve böyle olmadığı müddetçe insanın sarf ettiği çaba sonuca ulaşmaz. Ahlakını tezhip etmek ve nefsini düzeltmek isteyenler de bu kaideden müstesna değildir.
Bu kesim de işe demir irade ile başlamalı ve Allah’a tevekkül ederek ilerlemelidir. Burada akla gelen soru şu ki sözü edilen kuvvet ve irade gücü nasıl elde edilebilir? Bu sorunun cevabı gayet net ve açıktır, o da yapılacak işin sonuçlarını ve hedefin ve ulaşılacak noktanın azametini düşünmektir. İnsan ne zaman bu bağlamda açık bir analiz yaparsa ve amacını iyi tespit eder ve işin öneminin bilincine varırsa, o amaca doğru güçlü adımlarla ilerler.
İnsan ne zaman doğru düşünürse ve varlığını değeri ahlaki faziletlerden başka bir şey olmadığını ve yaratılmasının nihai gayesi ahlakını tamamlamak ve Allah katına yaklaşmak olduğunu anlarsa amacına ulaşır ve ne zaman bu önemli amaçtan gafil olursa, işte o zaman çöküş süreci başlar. İnsan ne zaman bu hakikati daha iyi idrak eder ve inanırsa, adımlarını daha sağlam atar.
Kısa bir ifade ile güçlü iradeler mükemmel marifetten ve amacının önemine vakıf olmaktan kaynaklanır. Ancak ihlastan maksat, niyetin halis ve ihlasla birlikte olmasıdır ve ihlaslı niyet demek, insanın aldığı karar sadece Allah için olmasıdır. Belki bazıları her hangi bir maksat için güçlü iradeleri olabilir, fakat saikleri maddi olabilir. Oysa Allah yolunda adım atan insanlar güçlü iradeleri ihlaslı niyetleri ile bütünleşir ve ilahi saiklerle birleşir.
Kur'an-ı Kerim ayetlerinde ihlaslı niyet kadar az bir şeye önem verilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de yer yer ve yine masumların kelamında ihlaslı niyetten söz edilmiş ve dünya ahiret, zafer sebebi olarak sayılmıştır. İslam açısından genelde ihlaslı niyet olmadan yapılan her iş değersizdir. Öbür yandan ihlas meselesi en zorlu işlerden biri sayılmıştır, öyle ki sadece evliyalar ve Allah'ın has kulları mükemmel ihlasa kavuşur, gerçi ihlasın her derecesi de İslam açısından takdire şayandır.
Şimdi Kur'an-ı Kerim'i açalım ve ihlasla ilgili özellikler içeren ayetleri gözden geçirelim. Beyyine suresinin 5. Ayetinde şöyle okumaktayız: Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur. Dinin geniş kavram kapsamı olduğundan ve tüm akaidi, amelleri, içi ve dışı, kısacası her şeyi kapsadığından ve burada çoğul zamiri tüm semavi dinlerin izleyenlerine hitap ettiğinden ve yine ihlas, namaz ve zekat emri hepsine verilen ilahi emir olduğundan bu konunun önemi açıkça ortaya çıkıyor.
Bu tabir tüm ilahi emirlerin tevhid ve ihlas hakikatinden kaynaklandığını da gösteriyor. Mümin suresinin 14. Ayetinde tüm Müslümanlara şöyle hitap ediliyor: Haydi, kâfirlerin hoşuna gitmese de Allah'a, Allah için dindar ve ihlâslı olarak dua edin! Zümer suresinin 11. Ayetinde de yüce Allah peygamberine hitap ederek o hazrete kesin bir ifade ile şöyle emrediyor: De ki: Bana, dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu.
Bu ayetler ve aynı anlamı içeren diğer ayetlerden anlaşıldığı üzere ihlas, dinin temeli ve güçlü dayanağıdır. Gerçekte insan vücudunda var olan ve insanın arınması gereken kusurlar iki çeşittir. Bunların bir kısmı insanın farkına vardığı ve vücudundan silip atmaya gücü yettiği kusurlardır ve bu yolda çaba harcar ve niyeti, akidesi ve ameli ihlaslı olur. Ancak öbür türlü kusurlar o kadar gizli ve esrarengizdir ki insan onu tespit etmekte güçlük çeker ve teşhis ettiği durumlarda bile ondan arınacak gücü yoktur, nitekim nebevi ünlü rivayette belirtildiği üzere bu kusurlar bir karıncanın karanlık bir gecede kara bir taş üzerinde yürümesi kadar gizlidir. Bu tür durumlarda eğer yüce Allah'ın O'nun yolunu izleyenlere lütfu olmazsa, bu sarp yolu aşmak mümkün değildir ve söz konusu kusurlar insanda kalır.
Ancak anlaşılan o ki yüce Allah özel mükafatını, var güçleri ile ve sonuna kadar bu yolda çaba sarf edenlere tahsis etmiştir. İnsan bu aşamaya geldiğinde artık şeytan vesveselerine karşı ve nefsin tahrikleri karşısında sigortalı gibi olur ve şeytan bu tür insanlardan umudunu kesin ve resmen acizliğini itiraf eder. İşte bu noktada ihlaslı insanlar ilahi sofradan sonsuz yararlanır ve hak teala ile ilgili tüm vasıfları tevhid rengine bürünür.
Doğal olarak bu insanlar kıyamet gününde de hiç hesaplarına bakılmaksızın cennete girer, çünkü bunlar fani dünyada hesaplarını düze çıkarmıştır. İmam Ali (sa) Nahculbalağa'da bazı hutbelerinde ihlaslı insanlara işaret ederken Allah'ın seçkin kullarını şöyle anlatıyor: bu insanların bir sıfatı şu ki kendilerini Allah için saf yapmış, yüce Allah da onların ihlasını kabul etmiş ve nihai aşamaya ermelerine müsaade etmiştir.
Ahlak ilminin önde gelen büyükleri ahlaka engel olan durumlara açık örnekler verir. Bazıları ihlasın açık gizli engelleri ve afetleri söz konusu olduğunu ve bunların bazıları güçlü ve tehlikeli ve bazıları daha zayıf olduğunu beyan eder. Nitekim şeytan ve nefis de insanın aklını bulandırmak ve safa ve ihlasını yok etmek ve türlü riyakarlıklara bulaştırmak için elinden geleni yapar. Bazen niyetin kirlendiği ve riya ve hileye bulaştığı o kadar açıktır ki bunu herkes fark eder.
Örneğin şeytan namaz kılan insanın içine nüfuz eder ve namazı sakin ve yavaş ve huşu içinde yap ki seni görenler seni çok mümin ve salih biri sansın, oysa bu düşünce şeytan tarafından aşikar bir kandırmacadır. Bazen şeytanın vesvesesi daha gizli olur ve itaat kılığında ortaya çıkar. Örneğin şeytan der ki sen seçkin bir insansın ve halk sana bakıyor, eğer namazını ve amellerini güzel yaparsan başkaları sana uyar ve sen de onların sevabına ortak olursun ve her şeyden habersiz insan, bu vesvesenin esiri olur ve riyakarlık vadisin içine düşer. Bazen şeytanın vesveseleri bundan da karmaşık ve beter olur.
Örneğin namaz kılan insana muhlis insan halvette ve açıkta aynı olması gerekir der ve halvette ibadeti açıkta ibadetinden az olan riyakardır der ve böylece insanı sürekli halvette namaz kalmaya teşvik eder ve bunun gibi durumlar. Bunlar da bir nevi gizli riyakarlıktır ki bir çokları bundan gafil olabilir veya kavramakta zorluk çekebilir. Evet, ihlas yolunda bir çok açık gizli afet ve engel söz konusudur ve hiç kimse ilahi lütuf ve merhamete sığınmadan bunlardan kurtulamaz. Sözün kısası, niyette, amelde, ahlakta ve inançta ihlas, Allah yolunda adım atan insanların atması gereken en önemli ve en temel adımlardan sayılır.