Bugünkü sohbetimizde ahlaki faziletleri geliştirecek zemini hazırlayan ve insanı adım adam Allah katına yaklaştıran konuları ele alacağız. Bu konu ahlak ilminde fevkalade önem arz ederken, bir çok adımdan söz eder. İlk adım tövbedir.
Bir çok ahlak alimi ahlakın tezhibi için ilk adımın tevbe olduğunu belirtiyor. Ancak öyle bir tevbe ki kalbi her türlü kötülükten arındırıyor ve karanlıkları aydınlığa dönüştürüyor ve insan omuzundaki günah yükünün ağırlığını hafifleterek insan rahatça Allah'a doğru yolu izlemesine imkan sağlıyor.
Günahtan tevbe etmek ve kusurları örten yüce Allah'a dönmek, hak yolunu izleyenlerin yolunun başı ve muzafferlerin sermayesi ve müritlerin ilk adımı ve hak katında kabul gören tüm seçkin kulların anahtarıdır. İnsanlar bir çok kez bazı hatalara düşer. Ancak telafisi mümkün olan şer için hazırlık, şeytanların huyu, şerden sonra hayra dönmek insanların doğasıdır.
Gerçekten de günah ve şerre sapan ve ardından hemen hayra dönen kimse, gerçek insandır. Tevbe dinin temelini oluşturur, çünkü din ve mezhep insanları kötülüklerden ayrılmaya ve hayır amellere dönmeye davet eder. Bir başka ifade ile, insan bir çok kez ve özellikle Allah'a doğru ilerlemek amacıyla yetiştirilirken bazı hatalara düşer ve eğer dönüş kapılarını kapalı görürse bu kez umudunu tamamen yitirir ve ebediyen dönüş yoluna geri gelmeyi unutur.
Bu yüzden İslam'ın talim ve terbiye mektebinde tevbe, önemli bir ilke olarak gündemdedir ve günaha bulaşan tüm insanları kendilerini ıslah etmek ve geçmiş hata ve günahlarını telafi etmek amacıyla ilahi rahmet kapısı olan tevbe kapısından girmeye davet eder. Gerçekte tevbe hem insanın merkebi ve hem yol harçlığıdır ve böylece bu merkebi ile isyanın karanlık vadilerini aşar ve nur evine ve insaniyetin yüce rahmet ve sıfatlarına kavuşur. İkinci adım, müşaretedir. Ahlak ilminin büyük alimlerinin tevbeden sonra zikrettikleri önemli adım, müşaretedir.
Müşarete insanın kendi nefsi ile şartlaşmasıdır ve her gün tekrarlanan ikazlar ve hatırlatmalarla beraberdir ve en iyi vakti, sabah namazından sonradır. İnsan her gün sabah namazından sonra kendi nefsine hitap eder ve ona ömürden başka hiç bir değerli sermayesi olmadığını, eğer bu sermayeyi de kaybederse, bütün her şeyini kaybetmiş olacağını hatırlatır. İnsan Asr suresinin
والعصر ان الانسان لفى خسر
ayetini nefsine hatırlatarak bu sermayeyi kaybedince, daha başka değerli bir sermaye elde edemeyince büyük hüsrana uğrayacağı uyarısında bulunuyor. Bu değerli sermaye ise ayetlerin devamında beyan ediliyor:
الا الذين آمنوا و عملوا الصالحات و تواصوا بالحق و تواصوا بالصبر
Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır. Gerçekten de insan kendi kendine demeli k: farz edelim ömrün sona erdi ve ölümden sonraki gelişmeleri ve ortaya çıkan acı gerçekleri gördün ve çok pişman oldun ve Müminun suresinin 100. Ayetinde olduğu gibi şöyle haykırdın: "Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım."
Hayır! Yine farz edelim ki senin bu talebin yerine getirildi ve bugün fani dünyaya geri döndün. Peki geçmişteki hatalarını ve kusurlarını telafi etmek için neler yapacaksın? Ardından nefsine yedi organın hakkında da tavsiyede bulun ve de ki: bunlar senin hizmetinde ve senin emrini dinliyor. Acaba cehennemin yedi kapısı olduğunu ve her kapıdan özel bir grup içeri girdiğini biliyor musun?
Ve acaba bu yedi kapı muhtemelen bu yedi organı ile isyan edenler için olduğunu biliyor musun? O zaman gel ve bu yedi organını titizlikle kontrol et ve cehennem kapılarını kendi yüzüne kapamış ol ve cennet kapılarını arala. Yine nefsine organlarını korumasını tavsiye et ve bu büyük ilahi nimetleri günah işleme yolunda kullanmamasını ve sadece yüce Allah'a itaat için kullanmasını söyle.
Üçüncü adım murakibedir. Murakibe, boyun anlamına gelen rakibe kökünün türevidir ve insanlar bir şeyi gözetler veya korurken sürekli boyunu uzatarak çevreye baktığından, bu terim, bir şeyi gözetlemek ve koruma altına almak gibi durumlar için kullanılır. Ahlak ilminde ise bu sözcü kendini gözetleme ve koruma anlamında kullanılır ve müşareteden sonraki bir adımdır. Yani insan kendisi ile ilahi emirlere itaat etmek için antlaştıktan sonra kendi paklığını korumaya dikkat etmelidir, çünkü eğer bu konudan gafil olursa antlaşması tamamen çökebilir.
Gerçi insan kendi kendini gözetlemeden önce ilahi melekler onu gözetler. Kur'an-ı Kerim Infıtar suresinin 10. Ayetinde Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var, şeklinde buyurur. Bundan daha da önemlisi alemleri yaratan Allah'ın her yerde bizim amellerimizi gözetlemesidir. Bu konu Nisa suresinin 1. Ayetinde açıkça vurgulanmıştır. Ahzab suresinin 52. Ayetinde de yüce Allah'ın her şeyi gözetlediği buyurulur. Ancak Allah yolunda ilerleyen ve hak tarikatını takvaları ile ve nefislerini tezhip ederek izleyen insanlar meleklerden önce bizzat kendileri amellerini gözetler.
Aslında bu gözetleme dıştan değil, içten gelen bir duygudur ve bu yüzden tesiri büyük ve rolü fevkaladedir. Gerçekte insan bu dünyada, elinde değerli bir mücevher olan ve karmaşık bir çarşıdan geçen ve kendisine en iyi malları almak isteyen fakat çevresi hırsızlar ve şarlatanlarla dolu olan birine benzer, öyle ki eğer bir an bu nefis sermayesinden gafil olursa, onu hemen çalarlar ve geride bir dünya hasret ve üzüntüden başka bir şeyi kalmaz.
Bu, gerçekten de böyledir ve bu dünyada şeytanlar insanın çevresini sarmış ve onun içindeki hevesleri tahrik etmeye çalışmaktadır. Bu insan eğer kendisini Allah'a emanet etmez ve amellerini gözetlemezse, iman ve takva sermayesi yağmalanır ve ahiret diyarına eli boş göç eder. Kur'an-ı Kerim'de bu adım hakkında bir çok ayet yer almaktadır.
Örneğin Alak suresinin 14. Ayetinde şöyle okumaktayız: (Bu adam) Allah'ın, (yaptıklarını) gördüğünü bilmez mi! Bu ayet hem yüce Allah'ın insanların amelini gözetlediğini hatırlatır, hem de insanı kendi amellerine dikkat etmesi gerektiği konusunda uyarır. Yine Haşr suresinin 18. Ayetinde şöyle okumaktayız: Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın.
Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Aynı anlam Kur'an-ı Kerim'in bir başka suresinde insanları yiyecekleri besinin helal ve haram olduğuna dikkat etmeleri konusunda uyararak daha sınırlı bir şekilde beyan edilmiştir. Dördüncü adım muhasebe, yani hesap yapmaktır. Ahlak ilminin önde gelen alimlerinin zikrettiği dördüncü adım muhasebe adımıdır. Bundan maksat ise herkesin yıl, ay, hafta veya gün sonunda amellerinin hesabını yapması ve yaptığı iyiliklerini, kötülüklerini, itaatini , isyanını, Allah'a mı nefsine mi teslim olduğunu hesaplamasıdır.
İnsan titiz bir işadamı nasıl her gün, her hafta, her ay ve her yıl ticaretinin hesabını yapıyor ve zarar ziyanını veya elde ettiği kârı hesaplıyorsa, o da ilahi ve manevi bir hesaplamayı tüm amelleri ve ahlakı konusunda yapmalıdır. Kuşkusuz muhasebe, ister din ister fani dünya konusunda olsun iki önemli faydası söz konusudur. Eğer yapılan hesap büyük bir kâra işaret ediyorsa, o zaman izlenen yol doğru demektir ve eğer önemli bir zarar söz konusuysa, bu kez ortada bir kriz veya tehlike olduğu veya muhtemelen adamın işyerinde hırsız veya hain veya cahil insanlar var olduğu anlaşılır ve bu yüzden hemen bu durumu düzeltmesi gerekir.
Kur'an-ı Kerim birçok ayette kıyamet gününde herkesin hesabına titizlikle bakılacağı beyan edilmiştir. Örneğin bu semavi kitapta Lokman'dan oğluna hitaben şöyle nakledilir: (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. Yine Bakara suresinin 284. Ayetinde şöyle okumaktayız: Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır.
İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir. Bu adım o kadar önemlidir ki kıyamet gününün bir adı da hesap günüdür. Bu bağlamda Sad suresinin 26. Ayetinde şöyle okumaktayız: Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.
Kıyamet gününde hesap meselesi o kadar açık ve aşikardır ki insanın o gün kendi kendisi hesabına bakacağı Isra suresinin 14. Ayetinde şöyle beyan edilir: Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter. Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere her şeyin ister dünyada, ister ahirette hesabı vardır. O zaman insan nasıl bu dünyada kendisinin hesabından gafil olabilir? O ki yarın kıyamet gününde kendi hesabına bakması gerekir, o zaman en iyisi bu dünyada da kendi hesabını gözetlemesi gerekir, çünkü bu dünyada her şeyin bir hesabı olduğunu bilir ve bu yüzden bu hesaptan uzak kalmaması gerekir. Dolaysıyla bu ayetlerin tümü insanlara asla muhasebe yapmayı unutmamaları bağlamında önemli mesajı vardır.
Eğer yarı öbür dünyada yükünüzün hafif olmasını istiyorsanız, bu dünyada kendi hesabınızı yapın. Beşinci adım muatebe ve muakıbe, yani serzeniş etmek ve ceza vermektir. Muhasebe adımından sonra atılması gereken önemli adım muatebe ve muakıbe, yani nefsi işledikleri hatalara karşı serzeniş etme ve ceza verme adımıdır. Zira eğer insan hesabını yapar, fakat yanlış amellere karşı hiç bir tepki vermezse, bu durumun sonucu ters olur ve bir başka ifade ile nefis daha da küstahlaşır ve cesaret bulur.
Kur'an-ı Kerim'i bu meseleyi o kadar önem vermiştir ki nefsi lavvameye yemin eder ve bilindiği üzere nefsi lavvame sahibini hata işlediği zaman serzeniş eden uyanık vicdanıdır ve bu da bir nevi muakıbe, yani kendi kendini cezalandırmadır. Kuşkusuz muakıbe, yani kendi kendini hata amellere karşı cezalandırmanın da belli aşamaları vardır ve ilkin serzenişle başlar ve daha ileriki aşamalarda kendini belli bir süre için yaşamın lezzetlerinden mahrum bırakma noktasına kadar gider. Kur'an-ı Kerim bu bağlamda Tebuk savaşında suç işleyen üç kişi ile ilgili ilginç bir örnek verir.
Allah resulü (sav) Tebuk savaşından döndükten sonra Müslümanlara bu üç kişi ile ilişkilerini kesmelerini emredir, öyle ki üç suçlu iyice sıkılmaya başları ve tevbe ederek kendi kendilerini cezalandırır, şöyle ki üç suçlu hatta bir biri ile ilişkilerini keser ve mutlak bir inziva ortamından tevbe etmeye başlar. Bir süre sonra yüce Allah tevbelerini kabul eder ve bu ayet nazil olur: Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti).
Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir. Bu ayette vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı, nefsin cezalandırılmasına işaret ediyor, çünkü onlar kendi kendilerini cezalandırmak için bir biri ile ilişkileri kesti ve mutlak inzivaya çekilerek tevbe etmeye başladı ve yüce Allah tevbelerini kabul etti.