Eğer ahlakı verimli ve bol meyveli ve tabi onu tehdit eden birçok afet ve tehlike ile karşı karşıya olan bir ağaca benzetecek olursak, ahlakın dayandığı ilke ve değerleri de bu ağaca bakan ve sulayan bir bahçıvana benzetebiliriz.
Nitekim eğer bahçıvan olmazsa ahlak ağacı kurur veya eninde sonunda ölümüne ve solmasına yol açacak türlü afetlere maruz kalmasına sebep olur. Ahlak bilginleri ve filozofları ahlakın dayanakları olarak sözünü ettikleri konular oldukça farklı ve çeşitlidir ve gerçekte her bir kesimin dünya görüşü ile ilgilidir. Şimdi burada bu dayanakların çeşitlerinden bazılarına temas etmek istiyoruz.
Bazı kesimler ahlaki meseleleri maddi çıkarlarda doğrudan irtibatı olan açıdan tavsiye eder. Örneğin eğer her hangi bir iktisadi işletme emanet ve sadakat ilkesine tam uyarsa ve müşterilerine gereken bilgileri hiç eksiksiz ve gerçeğe uygun bir şekilde sunarsa, o zaman halkın sermayelerini cezbederek böylece büyük gelir ve menfaat elde edebilir.
Yine örneğin bir işadamı veya esnaf müşterilerine karşı çok güzel ve edepli ve samimi davranarak böylece çok sayıda müşteri ve dost edinebilir, ama aynı insan evinde eşine, çoluk çocuğa veya komşularına karşı çok kötü davranabilir. İşte bu yüzden bazen duruma göre hareket eden insanlara rastlamaktayız.
Örneğin bir insan banka memurudur ve mesai saatinde halkın sermayesi ve serveti ile yakından irtibatı bulunduğundan emanettarlıkta azami ölçüde çaba harcar ve böylece bağlı bulunduğu kuruma büyük menfaat ve çıkar sağlar, fakat aynı insan işyerinden ayrılır ayrılmaz belki de hain birine dönüşebilir, çünkü çıkarını ihanet etmekte görmektedir.
Çıkarcılıktan başka bir dayanağı olmayan bu tür bir ahlak anlayışının en büyük kusuru şu ki ahlak için hiç bir şekilde asalet kail değildir, çünkü her yerde ve her zaman sadece çıkarcılık çizgisini izler. Bu anlayışa sahip olan kimse çıkarını ister ahlak ilkelerine uymak olsun ister uymamak, her iki durumdan yararlanır. Bazı kesimler işi biraz daha ileri götürüyor ve ahlak sadece kişisel çıkarlar için değil beşeri toplumun maslahatı için gerekli olduğunu savunuyor.
Bu kesime göre eğer beşeri toplumlarda ahlak ilkeleri sarsılacak olursa dünya korkunç bir cehenneme dönüşür ve içindeki herkes büyük azap yaşar ve insanlar için bu dünyada refah ve huzur getirebilecek tüm maddi muhabbetler bu yakıcı cehennemin yanan ateşinin odunu olur.
Bu kesim gerçi biraz daha ileri düzeyde düşünüyor, fakat sonuçta onların da talep ettiği anlak anlayışı çıkarcılık ve menfaatçilik temellerine dayanır, yoksa bu kesim de ahlaki faziletlere asalet tanımaz. Bu tarz bir anlayış vahiy ve nübüvvete inanmayan maddiyatçı insanlarda kaçınılmazdır. Bu kesim ahlakı göklerin doruğundan yere indirir ve onu sırf daha fazla refah ve huzur aracı yapar.
Kuşkusuz ahlak bu tür sosyal ve maddi müspet tesirleri de içerir, ama esas soru şu ki acaba ahlaki dayanak sadece bu mudur? Yoksa bu tür tesirler ahlak ilminde sadece yan tesirler olarak mı ele alınması gerekir? Her halükarda çıkarcılık ve menfaatçilik temeline dayanan bir ahlak anlayışına inanmak bir yandan ahlakın asaletini zedeler ve diğer yandan değer ve derinliğini olumsuz etkiler.
Bu anlayış ahlakla çıkarcılığın çeliştiği muhtemel durumlarda ahlak ilkelerini bir kenara bırakır ve çıkarcılığı esas alır. Aklın her şeye hakimiyetine inanan ve her şeyde aklı izlemek gerektiğini savunan filozoflar ahlaki meselelerin dayanağını iyiyi kötüden ayırt etmekte aklın idrakini esas alır. Örneğin akıl cesur olmanın bir fazilet ve korkaklığın bir rezillik olduğuna hükmeder ve yine emanet, sadakat gibi sıfatlar erdemdir ve ihanet ve yalancılık büyük bir kusur sayılır. İşte bu akli idrak bizleri ahlaki faziletlerin peşinden gönderir ve rezilliklerden alıkoyar.
Bazı kesimler vicdan idrakini ahlakın dayanağı olarak kabul eder ve vicdanın aslında pratik akıl olduğunu ve insanın en önemli sermayesi sayıldığını savunur. Bu kesime göre teorik aklı kandırmak mümkündür, ancak vicdan böyle değildir ve kandırılamaz ve beşerin hakiki rehberi olabilir. Dolaysıyla eğer vicdanımız bize emanet, sadakat, fedakarlık, cömertlik gibi sıfatlar iyi diyorsa bu bizim için yeterlidir ve bizi bu iyilikleri elde etmek için harekete geçirir.
Yine eğer vicdanımız bize kıskançlık, bencillik ve kibir kötü diyorsa bu, bizi bu sıfatlardan uzaklaştırmaya yeter. Gerçekte akıl dayanağı ve vicdan dayanağı bu noktada birleşir ve bir gerçeğin iki farklı yorumu olarak karşımıza çıkar. Kuşkusuz bu tür bir dayanağın varlığı bir gerçektir ve kendi çapında ahlaki faziletlerin geliştirilmesinde etkili olabilir.
Fakat eğer bir yandan vicdanın da kandırıldığını ve öbür yandan vicdanın kötülükleri ve çirkinlikleri tekrarlamak sureti ile zamanla onlara alıştığını ve böylece değişmeye başladığını ve bazen tüm hassasiyetini kaybettiğini veya bir anti değere dönüştüğünü düşünecek olursak ve yine pratik vicdanın teorik vicdan kadar hataya düşebildiğin kabul edecek olursak, o zaman asla bu dayanağı tek başına kabul ederek başka dayanaklardan bağımsız olduğumuzu düşünemeyiz. Burada daha güçlü bir dayanak gerekir ki ne kandırılabilsin, ne hata etsin, ne de ahlak karşıtı amelleri tekrarlamakla onlara alışsın ve maneviyatını değiştirsin.
Sözün özü, ahlaki vicdan veya fıtri akıl veya pratik akıl veya bu manaya işaret eder her hangi bir tabir, ahlaki faziletler için iyi bir dayanak olabilir, fakat içinde barındırdığı eksiklikler yüzünden onunla yetinmek doğru değildir.