Bugünkü sohbetimizde ahlakın değişip değişmediğini irdelemeye çalışacağız. Aslında ahlak ilmi ve tüm ahlaki ve talim ve terbiye ile ilgili tartışmalar bir nevi bu sorunun cevabına bağlıdır, çünkü eğer ahlak değişmeyecekse, ahlak ilminin hiç bir yararı olmayacağı gibi tüm Enbiyaların ve semavi kitapların terbiyevi tealimleri de boşa çıkacak ve her türlü caydırıcı ceza da anlamsız olacaktır.
Dolaysıyla Enbiyaların tealimleri ve semavi kitaplarda yer alan ahlaki ve terbiyevi programlar ve yine beşeriyetin ürünü tüm terbiyevi programlar ve tüm düşüncelerde belirlenen caydırıcı cezaların varlığı başlı başına ahlakın değişebileceğinin işaretidir ve ahlaki yöntemler sadece Enbiyalarca değil, dünyanın tüm akil insanları tarafından benimsenen yöntemler sayılır.
Ancak buna karşın bazı ahlak ilmi alimleri ve filozofların acaba ahlak değişir mi? Sorusunu gündeme getirmesi tuhaf gibi gözüküyor. Bazıları ahlakın değişmeyeceğinden söz ediyor ve zatı pak olmayan kötü ve art niyetli insanların değişmeyeceğini ve değiştikleri varsayılsa bile bunun geçici olacağını ve çok çabuk eski haline döneceklerini belirtiyor.
Bu kesim bu düşünceleri için bazı gerekçeler de gösteriyor, örneğin insan cismi ve ruhunun ahlakla yakın ilişkisi olduğunu belirtiyor ve ahlakın insanın cisim ve ruh yapısına tabi olduğunu ve cisim ve ruh değişmediğinden, ahlak da değişmeyeceğini savunuyor. Ancak bir başka kesim ahlakın nasihat ve ceza gibi bazı dış etkenler aracılığı ile değişebileceğini ve olumsuz etkenler ortadan kaldırıldığında insan esas ahlakına döneceğini belirtiyor.
Bu kesim buna örnek olarak suyun ısınmasını örnek gösteriyor ve suyu ısıtan etken ortadan kaldırıldığında suyun yeniden soğuduğunu belirtiyor. Ancak bu tarz bir düşünce ve bu tarz istidlaller getirmek, hepsi büyük bir talihsizlik ve beşeri toplumların çökme etkenidir. Ahlakın değişeceğini savunan kesim biraz önce sözü edilen ahlakın değişmeyeceği ile ilgili iki gerekçeye şöyle cevap veriyor:
ilkin ahlakın insan cismi ve ruhu ile ilişkisi inkar edilemez, ancak bu ilişki gerektiği düzeydedir ve esas sebep sayılamaz, yani bir nevi zemin hazırlayabilir, ancak tesiri kat’i ve zorunlu değildir, nitekim bir çok insan bazı hastalıkları olan anne ve babadan doğar ve söz konusu hastalıklara bulaşma zeminleri vardır, fakat buna karşın özel önleyici tedbirlerle bunu engellemek mümkün.
Nitekim cismi açıdan zayıf olan insanlar spor yapmak ve sağlıklı bir yaşam sürdürmekle güçlü olabilir ve bilakis güçlü insanlar bu iki meseleden uzak durmakla zayıf düşebilir. Bundan başka, ahlak bir yana, insan ruhu ve cismi değişebilir. Bilindiği üzere bugün evcil hayvan dediğimiz hayvanlar bir zamanlar yaban hayvanlar arasında yer alıyordu, ancak insanoğlu onları evcilleştirmeyi başardı.
Bu durum birçok bitki ve ağaç için de geçerlidir. Şimdi eğer bir hayvanın veya bir bitkinin huyunu değiştirmek mümkünse, neden insanın ahlakı zati ve değişmez sayılmalıdır? Bugün bir çok hayvan da doğasına aykırı işleri yapmak üzere yetiştiriliyor ve bu hayvanlar bu işleri en iyi şekilde yerine getirebiliyor.
Şimdi bu anlatılanlardan hareketle ahlakın değişmeyeceğini savunanların ikinci gerekçesinin cevabı da ortaya çıkıyor, çünkü bazen dış etkenler, zati özellikleri tamamen altüst edecek kadar güçlüdür, öyle ki bu yeni özellikler veraset yolu ile gelecek kuşaklara da aktarılır, ki buna da evcilleşen hayvanları örnek vermek mümkün. Tarihte talim ve terbiye ile huyunu büsbütün değiştiren ve tabiri caizse 180 derece çark eden insanların örnekleri ile doludur. Örneğin bir zamanlar eşkıyalık yapan bir çok insanın daha sonra ünlü alimlere dönüştüğünü görmekteyiz.
Gerçekte her iyi veya kötü amel insan ruhunda bir iz bırakır ve ruhu yavaş yavaş etkilemeye başlar. Bu amel tekrarlandıkça etkisi de bir o kadar artar ve güçlenir ve yavaş yavaş adet tabir edilen duruma dönüşür ve daha da tekrarlandığı takdirde artık insan beynine yerleşir. Dolaysıyla eğer çirkin bir ahlak tekrarlanma sayesinde insan beynine yerleşiyorsa, yine aynı yöntemle bertaraf edilebilir. Kuşkusuz bu süreçte telkin, düşünme, doğru talim ve terbiye, sağlıklı ortam gibi durumların da etkisini göz ardı etmemek gerekir. Ahlakın değişip değişmediği ile ilgili görüşlerin arasında bir de üçüncü bir görüş vardır ki buna göre dış etkenlerin etkisi altında olan bazı ahlak ilkeleri değişebilir ve fıtri ve zati olan bazıları değişmez sayılır.
Ancak bu görüş de herhangi bir delile dayanmıyor, zira bu detaylandırma ve farklılaştırma, ikinci dereceden sıfatları ve fıtri ve zati ahlakı kabul etme ilkesini dayanır, oysa böyle bir şey sabit değildir ve hatta varsayıldığı takdirde bile, fıtri sıfatların değişmeyeceği iddia edilemez. Çünkü bu ilkeye göre yaban hayvanlar evcilleştirilemez veya talim ve terbiye insanı değiştirecek kadar derinleşemez. Ancak ayetler ve rivayetler ahlakın değişebileceğini rivayet ediyor. Bundan önce sözünü ettiğimiz konular hepsi akli ve tarihi delillere dayalıydı, fakat vahiy kaynağı ve masum imamların sözlerine baş vurulduğu takdirde mesele aydınlığa kavuşuyor.
Çünkü peygamberlerin bisati ve semavi kitapların nazil olması ve genelde peygamberlerin insanları hidayete erdirme ve yetiştirme risaleti, hepsi insanlarda ahlaki faziletleri geliştirmenin mümkün olduğunu ispat ediyor. Kur'an'ı Kerim’in Cuma suresinin ikinci ayeti şöyle buyuruyor:
Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler. Öte yandan Kur'an'ı Kerim’de insanlara hitap ederek başlayan tüm ayetler ahlaki faziletlerin elde edilmesi ve nefsin terbiyesi ve kötülüklerden uzak durma gibi durumlarla ilgilidir.
Nitekim ahlakın değiştiğini ispat eden en iyi değil, rezil ahlaki özelliklerin ve çirkin sıfatların değişebileceğidir, yoksa bu ayetlerde genel hitaplar beyhude ve boş hitaplar olurdu. Ahlakın değişmeyeceği inancı, cebri durumlara inançla ilgilidir, çünkü bunun anlamı şudur ki kötü veya iyi ahlakı olan insan bunu değiştiremez ve amelleri ahlaki özelliklerinin yansıması olduğundan o zaman kötü veya iyi amele mahkumdur ve bunu yapmaya mecburdur.
Bu anlayış ise dünyanın cebre dayalı olduğuna inanmaktır. Fussilet suresinin 34. Ayetinde ise şöyle okumaktayız: İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Bu ayet açıkça her türlü kötü huyun sevgi ile düzeltilebileceğini ortaya koyuyor. Oysa eğer ahlakı değiştirmek mümkün olmasaydı, bu da mümkün olmazdı.