“Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getiriniz…” (Maide 1)
Yer küresinin üzerinde yaşamaya başladığı ilk zamanlardan bugüne insanoğlu, hayatın birçok alanında anlaşma ve akitler yapmış, hayatın yaşanılır kılınması için çoğunlukla bunlara bağlı kalarak varlığını sürdürmeye çalışmıştır.
Din ve ideolojileri ne olursa olsun, tarih boyunca insan toplulukların çoğunun nezdinde ahde vefanın fazilet ve doğruluk ölçüsü sayıldığını, vefasızlık, anlaşmayı bozma ve sözü tutmamanın ise kötü sayılıp yerildiğini görmekteyiz.
İslam’a gelince ahde vefanın çok daha fazla önem taşıdığını, Kur’an toplumunun mayasını oluşturan en bariz özelliklerinden biri olduğunu görmekteyiz. İslam’da ahde vefanın teşvik edildiğine, Allah Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de ahitlerine bağlı kalmaları için Mü’minlere emrettiğine, bazı peygamberlerden örnekler vererek ahde vefadaki hassasiyetlerine işaret ettiğine şahit olmaktayız.
Ayette geçen “ukud” kelimesini değerlendiren müfessir ve fakihler, akit ve anlaşmaların kültürel, ekonomik, sosyal, siyasi, askeri… anlaşmaları içine aldığını Müslümanların Müslümanlarla ya da Müslüman olmayanlarla yaptıkları anlaşmaların tümünü kapsadığını ileri sürerler. Bu, ferdin toplulukla anlaşması olduğu gibi, topluluğun toplulukla anlaşması, topluluğun devletle anlaşması ya da devletin devletle anlaşması şeklinde oldukça geniş kapsamlıdır.
Müslümanca yaşamanın elde köz tutma mesabesinde olduğu günümüzde Kur’an toplumunun akitlerine bağlı kalması daha fazla önem taşımaktadır. İslam’ın hakim olmadığı sistemlerde İslam hukuku çerçevesinde Müslümanca yaşama ferdi açıdan zor hatta imkansız olduğundan, İslami sorumlukların yerine getirilmesi ve haramlardan kaçınması için Müslümanların bir araya gelip cemaatleşmeleri zaruret halini almıştır. Cemaatleşmede uyulması gereken prensipler, bağlı kalınması gereken akitler vardır. İslami şahsiyetin korunması, Müslüman toplumun sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürmesi ve güçlenmesi için Kur’an toplumu fertlerinin vazifelerini hakkıyla icra etmeleri ve akitlerine bağlı kalmaları zaruri sayılmıştır.
Müslüman toplum ya da cemaatin temelinde ve yapılanmasında İslam’a aykırılık yoksa Allah’ın dostları dost, düşmanları da düşman kabul ediliyorsa bu toplulukla ahdi olanlar, keyifleri istediği için ya da menfaatlerini bahane ederek ahitlerini bozamazlar. Güç ve kabiliyetlerine göre kendilerine tayin edilen farklı alanlarda görev üstlenebilirler. Hele hele Müslüman topluma zarar vermek için İslam düşmanlarıyla işbirliğine girişmeleri ahde vefasızlık olduğu gibi, Müslümanları zayıflatma ve İslam’ın kalelerini yıkma anlamına geldiğinden İslam’a savaş açma niteliği taşımaktadır.
İslami öğretide ahde vefanın önemini ve Kur’an toplumunun en bariz vasfı olan bu özelliği anlatan ayeti kerimelere kısaca göz atalım:
Ayeti Kerimede sözde durmanın ve ahde vefanın peygamberlerin en bariz özelliği olduğu Hz. İsmail (as)’ın şahsında beyan edilmektedir.
Bu ayetteki va’d ile Allah Teâla ile Hz. İsmail (a.s) arasında olan va’dler kastedilmiş olabileceği gibi, Hz. İsmail ile insanlar arasındaki va'dler de kastedilmiş olabilir.
Ayet-i Kerimede Hz. İsmail (a.s)'in Allah Teâla’ya itaat konusunda kendisine emredildiğine sadık kaldığına işaret edilmektedir. Hz. İsmail (as) da olduğu gibi ahde vefa bütün peygamberlerin ortak özelliğidir.
Burada Hz. İsmail (as)’ın insanlara verdiği va’d de kastedilmiş olabilir. Va’dini hakkıyla yerine getirince Allah Teala tarafından bu güzel huyu bir olgu olarak insanlara sunulmuştur. Bu konuda İbn-i Abbas’dan şöyle bir rivayet zikredilir: "Hz İsmail, bir arkadaşına, onu bir yerde bekleyeceğini va'detmişti ve onu orada bir yıl beklemişti. Yine o, kendisinin kurban edilmesine sabır göstereceğine dair (babasına) söz vermiş ve bunu hakkıyla yerine getirmiştir, Çünkü o, "İnşallah sen beni sabredenlerden bulacaksın" demişti.
Allah Teâla ahde vefayı iyiliğin göstergesi saymaktadır. Verilen sözleri tutma, yapılan anlaşmalara bağlı kalma iyilik kavramı ile nitelendirilmiştir. Ayet ve hadislerin genel yaklaşımına göre ahde vefa, imanın, insanlığın ve olgun şahsiyetin göstergesi kabul edilmiştir. İnsanlarla ilişkilerde güven ve emniyete yol açan bu vasıf geçerli olmadan sağlıklı ilişkilerden ve İslami ortamlardan bahsedilemez. Sözlere ve anlaşmalara bağlılık Allah Teâla’ya verilen sözde varlığını bulur. İnsanların sözlerinde durmadıkları ve anlaşmalara uymadıkları toplumlarda endişe, korku ve huzursuzluk hakim olur. Verilen sözlere inanılmadığı gibi, emniyet ortamı bozulur ve kimsenin kimseye güveni kalmaz. Sarsıntıların baş gösterdiği bu tür toplumlarda meydana gelen bozulmalar hayatı yaşanmaz hale getirir.
İslam’ın ahde vefaya verdiği önem, gerek Müslümanlara gerekse de Müslüman olmayanlara karşı verilen sözü yerine getirme ve anlaşmalara bağlı kalmadaki titizlik, insanlık tarihi boyunca hiçbir dönemde yaşanmayan güzelliklerin İslam’ın hakim olduğu dönemde yaşanmasına sebep olmuştur.
Allah Teâlâ mü’minlerin, yani Kur’an toplumunun kurtuluşa erdiğini bildirerek büyük müjdeyi ilan etmektedir. Emanet ve ahitlerle ilgili ayete gelince Seyyid Kutup konuyu şöyle bir yorumla açıklamaktadır “Aynı şekilde bağlı kalınması gereken ilk antlaşma fıtrat antlaşmasıdır. Bu antlaşmayı yüce Allah, insan fıtratı ile kendi varlığına ve birliğine iman etmesi şartı ile gerçekleştirmiştir. Bütün sözleşme ve antlaşmalar bu ilk antlaşmaya dayanır. Bu yüzden mü'min, yaptığı bütün sözleşmelerde Allah'ı şahit tutar. O'na bağlılık içinde Allah korkusunu göz önünde bulundurur.”
Emanete bağlı kalma ve akitleri yerine getirmenin Kur’an toplumunun en bariz özelliklerinden olduğu yukarıda ifade edilmişti. Zaman ve şartlar ne olursa olsun Müslümanlar sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüdür. İslam’ın hakim olmadığı yerde de Müslümanların sorumlulukları devam eder. Müslümanların varlığı toplumlarda güven ve huzurun hakim olmasına yol açar. Bu vasıfların icrası aynı zamanda Müslümanların hal diliyle insanlara hitabı ve tebliği olup, ön ayak oldukları güzelliklerin topluma hakim olmasıyla insanların İslam’a doğru cezp edilmesine sebep olurlar.
“Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Resûlünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. (Ey Muhammed)! o kâfirlere elem verici bir azabı müjdele! Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden (antlaşma şartlarına uyan) hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar (bu hükmün) dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Allah (haksızlıktan) sakınanları sever.” (Tevbe Suresi 3-4)
Muhataplar hangi din ve düşünceye sahip olurlarsa olsunlar, ahde vefada bulunup ihanete kalkışmadıkça anlaşma ve ahitlerin geçerli olduğu, Müslümanların bütün içtenlikle buna bağlı olacağı ifadesi, İslam’ın verdiği güvene ve insanlara sunduğu güzelliklere işaret eder. Arap yarımadasının İslam’ın bayrağı altında toplandığı, şirkin kökünün kazılmaya başlandığı bir dönemde Allah Teala’nın, Müslümanların ahde vefadaki olgunluk ve büyüklüğünü gözler önüne sermesi ve anlaşmaların belirlenen tarihe kadar geçerliliğinin garanti edilmesi, Kur’an toplumunun ahde bağlılıktaki hassasiyetinin ulaştığı boyutları haber vermesi açısından önemlidir.
Taqrib