«Ama ayetlerimizi inkâr etmiş ve Kâfir olarak ölmüş olanlara gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onların üzerlerinedir... Ebediyen lanet içinde kalırlar. Ne üzerlerinden (bir nebze) azap hafifletilir ne de onlara fırsat verilir»(Bakara: 161-162)
İslam nazarında küfür herhangi bir delile dayanmaz. Aksine küfür, derin ve dingin bir düşüncenin ya da güçlü bir akli delilin ortadan kaldırıp, hükmüne son vereceği, bir şek ve şüphe durumuna dayanır. Bu yaklaşım ışığında ölünceye kadar küfür üzere kalan kâfirler, meseleyi iman gerçeğine sürükleyecek bir araştırma ve inceleme konumundan karşılamak istemeyen, direnen inatçılardan sayılırlar. Çünkü bu kimseler, hayatlarında iman-küfür meselesinin önemini hissetmeyenlerdir...
Bundan başka bu mesele insanın kâinat içersinde hayatı ve insanı yaratan Allah karşısındaki konumuna ve O'nun doğru yolu üzerinde dosdoğru yürüyerek Allah'ın nimetlerine şükretmeye ilişkin mühim meselelerdendir. İnsan hayatının önemsiz ayrıntılarından bir ayrıntıya ilişkin meselelerden bir mesele değildir.
Yine bir fert olarak insanın ferdi hayatına ilişkin ferdi meselelerden bir mesele de değildir. Aksine bu mesele, bir toplumu beş başı mamur bir toplum yapan veya yıkıp yerle bir eden genel toplumsal meselelerden önemli bir meseledir. Öyle ki, bu meseleyi hafife almak insanların genel hayatını yani topyekun hayatı hafife almaktır. Bu bağlamda, Allah'ı inkâr edenler, kendi kişiliklerinde Allah'ın nimetlerine karşı bir küfranı taşımakla ve imani meselelere karşı umursamaz yaklaşımları ile aslında hayat gerçeğine karşı, helak edici bir umursamaz tutum içersinde bulunmaktadırlar. Bu noktadan hareketle, Ayeti Kerime küfredip de küfürlerinden dönmeyenlerin ve kâfir olarak ölenlerin durumlarını sergilemekte ve bunların, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetleri ile karşı karşıya olduklarını bildirerek bütün insanları uyarmaktadır. Çünkü küfür, Allah’ın kutsiyetine ve hayatın ve insanın değerine karşı işlenen bir kötülüktür. Bunun için ikinci Ayeti Kerime cezanın ilk ayetin içerdiği miktarda kalması ile yetinmemekte, ateşte ebedi olarak kalacaklarını bildirmektedir. Bununla da kalmayarak, ebedi olarak çekecekleri şiddetli azabın bir nebze olsun hafifletilmeyeceğini kendilerine özür beyan edebilecekleri, herhangi bir fırsatın da verilmeyeceğini belirterek, küfürlerinin ve inatlarının bu kötü sonucunu pekiştirmektedir. Çünkü cinayetlerinin büyüklüğü, adı geçen hafiflemelere ve iyi muamelelere engel olacaktır.
İşte bütün yaklaştırıp yakınlaştırıcı fırsatlara rağmen, imana yanaşmayanlara böyle kat kat lanet yağmak durumundadır...
Muhammed Hüseyin FADLULLAH