İnsan da, başka türler gibi kendi hayatında mutluluğunu sağlayacak bir hedefe sahiptir. Yapısı itibarıyla insan toplumsal hayatı yaşamaya mecbur olduğundan insanın saadet ve bedbahtlığı, toplumun saadet ve bedbahtlığına bağlıdır. Çünkü herhalukarda insanın, toplumsal birimin bir parçası olması ve kendi mutluluğunu toplumun mutluluğunda araması gerekir.
Toplumun saadetini doğrudan sağlayan ve onun yanında adilane bir şekilde ferdin de saadetini garanti eden tek şey kanundur.
Yine açıklığa kavuştu ki, insanın da yaratılışı itibarıyla diğer türler gibi kendi türsel mutluluğuna ve bu mutluluktan önce olan koşullara hidayet olması gerekir. İnsanın saadeti toplumsal yaşayışında olduğu için, yaratılışı itibarıyla üstte işaret olunan ortak kanuna doğru hidayet olması gerekir. Yine şu nokta da belli oldu ki, insanın aklı, tek başına insanı doğru kanuna hidayet etmek hususunda yeterli değildir. Çünkü bütün hallerde toplumsal yardımlaşmaya ve toplumsal adalete hükmetmemektedir.
Üsteki açılamalardan şu netice çıkarılmalıdır: İnsanlar arasında, akla dayalı idrak eden başka bir idrakin daha bulunması ve yaratılışın üstlendiği sözkonusu hidayeti gerçekleştirmesi gerekir.
Bu özelliklere sahip akli idrak haricinde insanlar arasında bellenen yöntem, Allah’ın elçilerin olan bazı özel insanların (peygamberlerin) bahsettiği yöntemdir. Peygamberler bu yöntemi vahiy olarak tanıtmış ve iddialarının doğruluğu için delil getirmişlerdir.
Allah-u Müteâl şöyle buyuruyor:
Yine şöyle buyuruyor:
“Biz vahyettik sana, nitekim Nuh’a ve Nuh’dan sonraki peygamberlere vahyettik.... Şu ayete kadar: ve peygamberler müjdeleyenlerdir ve korkutucu haber verenler. Ta ki, insanların -peygamber geldikten sonra- Allah’a karşı bir mazeretleri, bir bahaneleri kalmasın.”[2]
İlk ayet vahiy ve nübüvveti insanların ihtilaflarını önlemenin tek yolu bilmiştir. Nitekim ikinci ayet de vahiy ve nübüvveti mazeretlerin ortadan kalkmasının tek delili olarak göstermiştir, bu da aklın, yol göstermek mazereti yok etmek ve hücceti tamamlamak için tek başına yetemeyeceğini ortaya koyar. Yani eğer peygamberler gönderilmemiş olsalardı ve Allah’ın ahkamı insanlara iletilmemiş olsaydı, insanlar, zulüm ve fesada gömülürlerdi. Bu durumda yalnızca akıl sahibi olduklarından ve zulüm ve fesadın kötülüğünü anladıkları için Allah huzurunda onları hesaba çekmek doğru olmazdı.
[1] - Bakara/ 213.
[2] - Nisâ/163-165.