İmam Hasan'ın (a.s) barışı, İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamına gerçek bir zemin hazırlamıştır...
İmam Hasan (a.s), hadis ravilerinin görüş birliği ile Peygamberimizin (s.a.a) arkasından gelen Ehlibeyt İmamları'nın ikincisi, cennet ehli gençlerin efendisi, Resulullah'ın soyunu sürdüren iki kişiden, Resulullah'ın (s.a.a) Necran Hıristiyanları karşısında iftihar ettiği dört kişiden, yüce Allah'ın günah kirinden arındırarak tertemiz kıldığı kimselerden, yine yüce Allah'ın sevilmelerini emrettiği yakınlarından, arkalarından gidenlerin kurtulup yollarından ayrılanların sapıtıp azdığı iki paha biçilmez emanetten biridir.
Dedesi olan Resulullah'ın (s.a.a) kucağında büyüdü. Onun peygamberliğinin, yüce ahlâkının ve hoşgörüsünün kay-nağından beslendi. Peygamberimiz (s.a.a) ebediyet yurduna intikal edinceye kadar onun gözetimi altında yaşadı. Bu süre içinde Resul-i Ekrem (s.a.a) ona yol göstericiliğini, edebini, heybetini ve önderlik yeteneğini miras bıraktı; onu babasının arkasından kendisini bekleyen imamlık makamına lâyık hâle getirdi.
Peygamberimiz (s.a.a) birkaç kez tekrarladığı şu sözleri ile söz konusu imamlığa lâyık olma gerçeğini açıkça ifade etmiştir:
"Hasan ve Hüseyin ayakta olsalar (kıyam etseler) de, otursalar (kıyam etmeseler) de imamdırlar. Allah'ım! Ben onları seviyorum, sen de onları sevenleri sev."
İmam'ın şahsında, soy ve asalet şerefine ek olarak, peygamberlik ve imamlık soyuna mensup olma şerefi de birleşti. Müslümanlar onda dedesinde ve babasında buldukları nitelikleri buldular. O kadar ki, o, Müslümanlara o iki yüce şahsiyeti hatırlatıyordu. Bu yüzden onu sevdiler ve kendisine saygı gösterdiler. Özellikle İslâm ümmeti daha önce benzerini tanımadığı acı olaylarla dolu bir hayat aşamasına girdikten sonra karşılaştığı problemlerin çözümünde zorluk çektiği dinî meselelerde babasından sonra onu tek başvurulacak merci olarak benimsemişti.
Pak ve seçilmiş olan imam Hasan (a.s), Allah yolunda sıkıntılara ve sıkıcı gelişmelere katlanma, güzel sabırla ve büyük yumuşak huylulukla donanmış olma bakımından bütün davranışlarında ve hayatının her aşamasında Hz. Peygamber (s.a.a) kaynaklı yüce İslâm ahlâkının ideal bir örneği olmuştu. Öyle ki, en amansız düşmanı olan Mervan b. Hakem, onun yumuşak huyluluğunun yüksek dağlar ile boy ölçüştüğünü itiraf etmişti. Ayrıca hoşgörüde, iyilikseverlikte, cömertlikte ve eli açıklıkta diğer iyilikseverler ve cömertler arasında, o (üzerine selâm olsun), parmakla gösterilecek bir şöhret elde etmişti.
Bu seçkin İmam, dedesinin vefatından sonra temiz ve doğruluk ölçüsü olan annesi Fatımatü'z-Zehra (s.a) ile vasilerin ve temiz insanların önderi babasının gözetiminde kaldı. Babası ile annesi, bu dönemde dedesinin halifeliğini gasp edenler ile sürekli mücadele hâlinde idiler. İmam'ın hayatının bu ikinci sayfası, çok geçmeden annesi Zehra'nın (s.a) mazlumca vefatı ile kapandı. Bu dönemde babası Ali b. Ebu Talip (a.s), yoğun sıkıntılarla çepeçevre kuşatılmıştı. İmam Hasan (a.s) çocuk yaşında bütün bu sıkıntıları görüyor ve acılarını yudumluyor; fakat bilinci, sosyal olaylara ve gelişmelere yönelik duyarlılığı bakımından kendisinden beklenebilecek olan katkının çok daha fazlasını yapıyordu. İşte bundan dolayı daha önce Peygamberimizin (s.a.a) ona verdiği önemin çapını gözleri ile görmüş olan Müslümanların takdirini ve saygısını kazanmıştı.
İmam (a.s), Ömer b. Hattab'ın halifeliği döneminde gençlere yöneldi; babası ile birlikte insanları eğitme, bilgilendirme ve problemlerini çözme işi üzerinde yoğunlaştı.
İmam Hasan (a.s), üçüncü halife Osman'ın halifeliği döneminde babasının tarafında yer alarak, İslâm'ın yararı için samimi çalışmalar yaptı. Babası ile birlikte Osman'ın halifeliği döneminde ümmetin ve İslâm devletinin bünyesinde yayılmaya başlayan fesadın önüne geçmeye çalıştı.
İmam Ali (a.s), tıpkı diğer sahabîler gibi Osman'ın ve taşradaki yönetim kadrosunun uygulamalarından memnun değildi. Fakat Osman'ın öldürülmesi düşüncesine de karşı idi. Bu gerekçe ile iki oğlu ile birlikte barışçı ve hikmetli yapıcı bir tutum benimsemişti. Fakat İmam Ali'nin (a.s), problemleri ilâhî direktiflerin ışığında çözmeyi amaçlayan bu yapıcı tutumu ısrarla sürdürmesine rağmen, Osman'ın yakın çevresi siyasî ortamın gerginleşmesine yol açan tutumlarını inatla sürdürerek, halifenin öldürülmesi girişiminin dolaylı teşvikçileri oluyorlardı.
İmam Hasan (a.s), babasının bütün sözlerinde ve hareketlerinde onun yanı başında ayrılmaz bir parçası gibi idi. Giriştiği bütün savaşlara onunla birlikte katıldı. Savaşın en kritik anlarında babasından vuruşmaya devam etmesine, çatışmaya dalmasına izin vermesini isterdi. Oysa babası onun ve kardeşi Hüseyin'in (ikisine de selâm olsun) can güvenliği konusunda çok titiz idi. Çünkü onların öldürülmeleri ile Resulullah'ın (s.a.a) soyunun kesilmesinden korkuyordu.
İmam Hasan (a.s), babasının son anına kadar yanında kaldı. Babasının Irak halkından yana çektiği sıkıntıları, o da birlikte çekti. Muaviye'nin her yana aleyhte propaganda yapan kişileri saldığını, babasının ordu komutanlarını mal ve mevki vaatleri ile kandırarak ayarttığını gözleri ile görerek, babasının acılarını paylaştı. Öyle ki bu ayartmalar sonucunda birçok ordu komutanının yanından ayrıldığını gören İmam Ali (a.s), ölmek veya öldürülmek suretiyle onlardan ayrılmayı arzu eder hâle geldi. Nitekim sonunda şehit oldu. Böylece İmam Hasan b. Ali (a.s), bu sayısız sıkıntılar ortasında, bir yandan sözünde durmayan Kûfe halkı, bir yandan sapık Haricîlerin kılıç artıkları ve öte yandan da zalim Şam halkının meydan okumaları arasında kaldı.
Hz. Ali'nin (a.s) oğlu İmam Hasan'ın halifeliğini onaylayıp kendisine peygamberlik miraslarını teslim etmesinden sonra Kûfe halkı, muhacir ve ensar topluluğu etrafında toplanarak ona biat etti. Zaten daha önce yüce Allah onu her türlü noksanlıktan ve günah kirinden arındırmıştı. Bunun yanı sıra İmam Hasan ilim, takva, kararlılık ve liyakat gibi halifelik gereklerini bütünü ile şahsında bir araya getirmişti. Bunun sonucu olarak Kûfe ve Basra halkı ona biat etmek için yarışa girdiler. Ayrıca daha önce babasına bağlı kalan ve ona biat etmiş olan Hicaz, Yemen, Fars ve diğer bölge halkları da bu biat yarışına katıldılar. Hz. Hasan'a (a.s) yapılan bu biatin haberleri Muaviye ile adamlarına ulaşınca, durumunu sarsmak ve işlerini karıştırmak için ellerinden gelen bütün hileleri ve aldatmacaları işletmeye koyuldular.
İmam Hasan (a.s), babasının arkasından halifelik yetkisini teslim alır almaz fitne ve komplo ile dolu olan o olumsuz ortamda yapılabileceklerin en iyisini yapmaya girişti. Eyaletlere yeni valiler tayin etti. Bu valilere adaleti, iyiliği, zulüm ve haksızlıklarla mücadeleyi ilke edinen bir tutum benimsemelerini emretti. Dedesi Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.a) güttüğü politikanın uzantısı olan babasının yolunu ve sistemini devam ettirdi.
İmam Hasan (a.s), Muaviye'nin cahiliye geleneğini hortlatmaya dönük siyasetlerini çok iyi biliyordu. Bütün bunları çok iyi bilmesine rağmen, işin başında ona savaş açmayı ilân etmekten kaçındı. Bunun yerine üst üste yazdığı mektuplarla onu anlaşmazlıkları gidermeye ve Müslümanları ortak ilkeler etrafında birleştirmeye çağırdı. Böylece ona bu konuda bir bahane veya bir mazeret sebebi bırakmamış oldu. Ardından da savaşa girmek zorunda kaldı.
İmam Hasan (a.s), Muaviye'ye bu yapıcı mektupları gönderirken onun, isteğine olumlu karşılık vermeye yanaşmayacağını, özellikle babası Emirü'l-Müminin'e karşı çevirdiği entrikalarda geçici bir başarı elde ettikten sonra o günlerdeki tutumundan daha pervasız ve çirkin bir tavır takınacağını iyi biliyordu. Daha açıkçası, Muaviye'nin eğer entrika çevirme yolunu kapalı görürse, askeri güç kullanma yoluna başvuracağından emindi. Fakat İmam (a.s), Emevi hanedanının Hz. Peygamber'e (s.a.a) ve onun Ehlibeyt'ine karşı içlerinde beslediği düşmanlığı, İslam'a ve Müslümanlara yönelik entrikacı niyetlerini açığa çıkarmakla görevli idi.
Öte yandan İmam Hasan'ın (a.s) çoğu ordu komutanları ile sağlam ilişkileri bulunan Muaviye, şartların kendi lehine olduğundan emindi. Bu rahatlık içinde ayrıca İmam'a (a.s) rüşvet teklif ederek, kendisinden sonra onu halife yapacağını vadederek ve başka yollarla kamuoyunu yanıltarak amacına ulaşmaya çalıştı. Fakat İmam (a.s), Muaviye'nin tehditlerine ve vaatlerine boyun eğerek tutumunu değiştirmeye yanaşmadı. Muaviye, İmam'ın (a.s) ilkelerine bağlı kesin ka-rarlılığını görünce, savaş hazırlığına girişti. Savaşın kendi lehine sonuçlanacağından, İmam Hasan'ın (a.s) ve kendisine gönülden bağlı askerlerinin ya şehit veya esir düşeceklerinden emin idi. Fakat böyle bir saldırıya giriştiği takdirde, Müs-lüman halka vermeye çalıştığı meşruiyet görüntüsünü kaybedeceğinden korkuyordu. Bundan dolayı Muaviye, İmam (a.s) ile savaşa girmeyi tercih etmeyerek entrikaya, aldatmacılığa, kandırmacılığa, vicdanları satın almaya ve İmam'ın (a.s) ordusunu dağıtmaya ağırlık verdi.
Bu durumda İmam (a.s) için, ateşkesi tercih etmekten başka bir çare kalmamıştı. Çünkü ordusunun ve komutanlarının çoğu kendisine sırt çevirmiş, kendisini yalnız bırakmıştı. Sadece kendi ev halkı ile sadık sahabîlerinden oluşan çok küçük bir grup yanında kalmıştı. O zehirli ortamda kötüyü daha kötüye tercih ederek iktidar iddiasından feragat etti.
Onun barışı tercih etmeye yönelik bu kararı, son derece hikmetli ve siyaset açısından dâhiyane bir karar idi. O, bu kararı ile İslâm'ın yüce çıkarlarını ve vazgeçilmez amaçlarını gerçekleştirmeye doğru hayatî bir adım atmıştı.
İmam Hasan (a.s), Muaviye'nin tututumlarına sabırları yetmeyen taraftarlarının ve dostlarının ateşli eleştirilerine maruz kaldı. Oysa bunların çoğunluğu, İmam'ı (a.s), savaştan kaçınarak iktidardan feragat etmeye zorlayan zor şartların bilincinde idi. Diğer yandan bu ateşkes, Emevî hanedanının, içlerinde gizli tuttukları İslâm'a ve İslâm'ın sadık çağırıcılarına yönelik kinini ve İslâm'ın tarihe gömdüğü cahiliye geleneğini bütün unsurları ile hortlatmaya dönük hırsını açığa çıkarıyordu.
İmam Hasan'ın (a.s) şartlı barışı, Muaviye'nin cahiliye kökenli gerçek projelerinin ortaya çıkmasının ve saf Müslüman halkın onun kim olduğunu öğrenmesinin önünü bütün genişliği ile açmış oldu. Bundan dolayı bu barış, düşmanın, arkasında saklandığı siyasî hileleri rezalet olarak ortaya çıkaran niteliği sebebi ile bir zafer oldu.
İmam Hasan'ın (a.s) bu planının başarısı, Muaviye'nin asıl kimliğini ortaya koymaya katkıda bulunmaya başlaması ile belirginlik kazandı. Bu katkı şöyle gerçekleşti: Bizzat Muaviye o güne kadar İslam için savaşmadığını, savaşmaktaki tek amacının iktidara gelmek ve Müslümanları egemenliği altına almak olduğunu ve İmam Hasan ile yaptığı barışın hiçbir şartına uymayacağını açık bir dille ilân etti.
İmam Hasan (a.s) bu olumsuz şartlar altında yönetim dışında bırakılmış olmasına rağmen, Nebevi çizginin varlığının korunması konusundaki sorumluluğunun gereğini yerine getirmeye çalıştı. Bu çizginin halk düzeyindeki tabanına yöneldi. Halkı bilinçlendirip teşkilâtlandırmak yolu ile bu çizgiyi, onu tehdit eden tehlikelerin etkisinden uzak tutmaya gayret etti.
Sıkı gözetimlerin ve baskıların getirdiği zorluklara rağmen bu uğurdaki rolü son derece etkili ve yapıcı oldu. Arka arkaya gelen suikast girişimlerine hedef oldu. Bu girişimler, İmam'ın (a.s), ümmetin duygularına ve gelişmekte olan bilincine tercüman olan bir güç olarak Muaviye'nin yüreğine korku saldığını gösteriyordu. Anlaşılan, halktaki bu duygu ve bilinç birikiminin, günün birinde Emevî hanedanının zulmüne karşı bir ayaklanmaya dönüşmesi tehlikesi göz ardı edilmiyordu. Bundan dolayı İmam Hasan'ın (a.s) yaptığı barışın, kardeşi İmam Hüseyin'in (a.s) gerçekleştirdiği devrime gerçek bir zemin hazırladığı yolundaki yorumlar, haklılık kazanmıştır.
İmam Hasan (a.s) bu zor şartlarda kılıçlı mücadeleden daha etkili sonuçlar getiren bu büyük cihadını, hayatını şehitlikle noktalayarak taçlandırdı. Şehit düşmesi en amansız düşmanın emriyle zehirlenerek gerçekleşti.