İmam Hüseyin'in(a.s) Kurani Siması
Elhamdulillahi Rabbi’l-Alemin, Ves-salatı vesselamu ala Resulillahi Hatemen-nebiyyin. Ve ala alihit-tayyibine’t-tahirin. Ve lanetullahi ala e’daihim ecmein, minel-ane ila kıyami yevmi’d-din.
Değerli müminler, Resul ve Al-i Resul sevdalıları, İmam Hüseyin(a.s) aşıkları, bizleri bir kez daha bir Hüseyin meclisinde bir araya toplayan ve bu şerefe ve feyze nail kılan Yüce Rabbimize sonsuz, şükürler, hamd u senalar olsun.
Takdir edersiniz ki bugün burada müşahede ettiğimiz bu manzara, hepimizi mutlu etmiş, ileriye yönelik umutlarımızı kat kat daha artırmıştır. Hüseyin’in(a.s) asırlar öncesinden yankılanan mazlumiyet nidalarına ve imdat taleplerine icabet eden ve lebbeyk diyenlerin sayısı her yıl, her ay, her gün geçtikçe daha da artmakta ve Hüseyin’in(a.s) İlahi ve insani mesajları kalplerde ve canlarda daha çok yer etmektedir.
İmam Hüseyin(a.s) için teşkil edilen meclisler, anmalar, yazılan kitaplar, romanlar, makale ve şiirler, düzenlenen programlar her zamankinden daha fazla artmakta ve Hüseyn’in(a.s) ümmet-i Muhammediye’nin ortak değeri ve vazgeçilmez hazinesi olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Bu meclisimiz ve bu bugünlerde ülkemizin dört köşesinde düzenlenen ve düzenlenecek etkinlikler, bunun açık kanıtıdır.
İmam Hüseyin (a.s) hakkında yazılan bir roman, aylarca en çok satan kitap unvanını elde ediyorsa, bunun başka bir izahı var mı? Ellerin dert görmesin Ahmet Turgut kardeşim. Ellerin dert görmesin, Mehmet Yavuz kardeşim, gönlüne diline sağlık Ehlibeyt münadisi, Ehlibeyt aşığı Hatemi hocam. Ve kısacası Ehlibeyt’e hizmeti geçen, Hüseyin’in(a.s) mazlumane nidasının insanımıza ulaşmasına katkıda bulunan yazarlarımız, şairlerimiz, ilim erbabımız, yayınevlerimiz, TV kanallarımız ve diğerleri, hepinize binlerce kez teşekkürler. Rabbim ecrinizi Hüseyin’in(a.s) ceddinin eliyle inayet buyursun.
Hocalarım, değerli kardeşlerim, söylenmesi gereken birçok şeyi söylediler. Bendeniz, size İmam Hüseyin’in (a.s) Kur’anî simasını bir nebze tasvir etmeye, Kur’an ayetleriyle İmam’ın yüce ve nurlu şahsiyetine ışık tutmaya çalışacağım.
Önce şu önemli noktanın altını çizmem gerekir ki İmam Hüseyin(a.s), tıpkı ceddi Resulullah (s.a.a) ve babası Emirü’l-Mu’minin Ali (a.s) gibi canlı bir Kur’an’dı aslında. Zamanında Kur’an’ı her kesten daha iyi anlayan ve yaşayandı. Kur’an’ın hakikatleri onda tecelli etmişti. Kur’an’ın bahsettiği hangi erdemi, ahlakı, fazileti, hikmet ve hükmü gösterebilirsiniz ki İmam Hüseyin’de (a.s) tahakkuk bulmuş olmasın; kendini göstermiş olmasın?
Dolayısıyla bizim anlatacaklarımız, ancak deryadan damla misalidir.
Elbette örnek olarak vereceğim ve Hz. Hüseyin’e(a.s) tatbik etmeye çalışacağım ayetlerin her birisi üzerinde uzun uzun konuşmak mümkündür. Ancak zamanımızın kısıtlı olması nedeniyle, kısa geçmeye mecburum. İnşallah siz Hüseyin(a.s) dostlarının feraset ve basireti bu eksikliği telafi eder, bu ayetlerin her biri İmam Hüseyin’e (a.s) olan marifetimizi ve dolayısıyla muhabbetimizi artırır ve ona iktida ve ittiba azmimizi daha çok güçlendirir.
1- Kur’an Halifetullahlık makamından bahseder Hz. Âdem’i(a.s) yaratacağından bahsederken. Halifetullah olabilmek için, bir insanda bütün kemaller kuvveden fiile ulaşması gerekir. Yani insan-ı kamil olması gerekir. Her zamanda bu özelliğe sahip en az bir kişi olması gerekir ki yaratılış hedefini bulmuş olsun. Hz. Hüseyin’in(a.s) zamanında ondan daha kamil, daha üstün, daha faziletli kim vardı? Demek ki zamanında yakinen halifetullah diyebileceğimiz yegâne şahsiyettir İmam Hüseyin(a.s). Bu gerçek diğer Kur’an-î referanslardan da bahsettiğimizde daha iyi anlaşılmış olacaktır inşallah.
2- Fatır suresinin 31. ayetinde şöyle buyuruyor:
وَالَّذٖى اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِهٖ لَخَبٖيرٌ بَصٖيرٌ
“Sana vahyettiğimiz kitap, gerçektir, önceki kitapların gerçekliğini bildirmededir; şüphe yok ki Allah, kullarından haberdardır ve onları görür.”
Sonra 32. ayette şöyle devam ediyor.
ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذٖينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهٖ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبٖيرُ
“Sonra kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize mîras bıraktık; derken o kullardan nefsine zulmeden var ve onlardan orta halli olanlar var ve onlardan, bütün hayırlarda herkesten ileri giden-önde koşanlar var Allah’ın izniyle; işte bu, pek büyük bir lütuf ve ihsândır.”
Bu ayette bahsedilen seçilmiş kullar kimlerdir acaba? Bunu da yine Kur’an’dan öğrenelim. Al-i İmran suresinin 33. ayetinde şöyle buyuruyor:
اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى اٰدَمَ وَنُوحًا وَاٰلَ اِبْرٰهٖيمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَمٖينَ
“Şüphe yok ki Allah, Âdem'i, Nûh'u, İbrahîm soyunu ve İmrân soyunu seçti, âlemlere üstün etti.”
Bu ümmete kadar devam eden seçilmiş nesil, Hz. İbrahim’in (a.s) soyudur. Bu ise kendini Resul ve Al-i Resul’de kendini göstermiştir. Demek ki Kur’an’ın gerçek mirasçıları, yani Kur’an’ı hakkıyla ve eksiksiz anlayan ve yaşayan onlardır.
Daha sonra kulları üçe ayırıyor: Nefsine zulmedenler, orta halli olanlar ve bütün hayırlarda her kesten önde gidenler. Şimdi soralım. Kur’an’ın hakiki ve kamil mirasçıları bu üçüncü gruptan başkaları olabilir mi? Bellidir ki hayır. Yine soralım: Zamanında seçilmiş nesilden olan ve bu özelliğe (yani bütün hayırlarda önde olmaya) İmam Hüseyin’den(a.s) daha layık birisi var mıydı? Açıktır ki hayır.
3- Benzer bir açıklama Vakıa suresinin başlarında mevcuttur. Orda da kulları üçe ayırarak şöyle buyuruyor:
وَكُنْتُمْ اَزْوَاجًا ثَلٰثَةً
فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
وَاَصْحَابُ الْمَشْپَمَةِ مَا اَصْحَابُ الْمَشْپَمَةِ
وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ
اُولٰئِكَ الْمُقَرَّبُونَ
(Vakıa, 7-11)
Görüldüğü gibi tıpkı Fatır suresindeki gibi insanlar üçe ayrılıyor ve üçüncü grup her kesten önde olan, (hangi konuda, bütün hayırlarda) ve dolayısıyla Allah’a her kesten daha yakın olan mukarreplerdir. Şimdi soralım, acaba zamanında bu özelliğe sahip olmaya Hz. İmam Hüseyin’den(a.s) daha layık bir aday var mıydı? Açıktır ki hayır.
İlginçtir Vakıa suresindeki bu açıklamaların ardından şöyle bir cümle daha geçiyor:
ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّلٖينَ
وَقَلٖيلٌ مِنَ الْاٰخِرٖينَ
“İlklerden birçoğu ve sonlardan birazı böyleydi.” (Vakıa, 13-14)
İlklerden maksat geçmiş ümmetler, sonlardan maksat ise İslam ümmetidir. Nitekim ahir zaman ümmeti İslam ümmetine deniyor.
Niye ilklerden bu özelliğe sahip çok, sonlardan azdır. Zira bir kere 124 bin Peygamber gelip geçmiştir; bir de bunlara vasilerini ilave ederseniz, rakam kabarmış olur. Ama bu ümmette böyle değil. Eğer bu ümmette bu ayetten bütün ümmet kastedilmiş olsaydı, az bir grup tabiri anlamsız olurdu. Nitekim aynı surenin 38. ayetinde “Ashabul-Yemin”den (yani orta hallilerden) bahsederken şöyle buyuruyor:
ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّلٖينَ
وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِرٖينَ
“Bir grup ilklerden, * Bir grup da sonrakilerden.”
(Vakıa, 39-40)
Dolayısıyla orta halliler hem önceki ümmette, hem de bu ümmette çoktur. Bütün hayırlarda önde koşanlar ve Allah’a en yakın olanlardır ki azdır!
4- Dördüncü ayeti yine Vakıa suresinden verelim:
اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَرٖيمٌ
فٖى كِتَابٍ مَكْنُونٍ
لَا يَمَسُّهُ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
“Şüphesiz o yüce Kur’an’dır. * Saklı bir kitapta (Levh-i Mahfuzda)dır. Ona (hakikatlerine) ancak tertemiz olanlar dokunabilir (idrak edebilir).”
(Vakıa, 77-79)
Hakikatleri Levh-i Mahfuz’da saklı olan Kur’an’ın bu hakikatlerine ancak mutahhar (tertemiz) olanlar dokunabilir. Yani idrak edebilir. Mutahharlar kimlerdir acaba? Önceki verdiğimiz ayetler buna yeteri kadar ışık tutmuyor mu? Seçilmişler, bütün hayırlarda önde koşanlar, Allah’a en yakın olanlardan başkası olabilir mi bunlar? Açıktır ki hayır. Kaldı ki Rabbimiz sadece bunlarla yetinmemiş ve olayı daha da netleştirmiş ki kimsenin en ufak bir şek ve şüphesi kalmasın. Burada ancak mutahharlar aslı saklı olan Kur’an’ın hakikatlerine dokunabilir buyururken, Ahzap suresinin 33. ayetinde “mutahharlar ancak Ehlibeyt’tir buyurmakta ve bu kavramla mutahharları somutlaştırmakta, sınırlandırmaktadır.
Hz. Hüseyin(a.s) de bütün ümmetin ittifakıyla bu kavramın altına giren birkaç kişiden birisidir.
5- Bu ayetleri bu şekilde okuduktan sonra şimdi meveddet ayetini okuduğumuzda manzara netleşiyor. Pazıl tamamlanıyor ve anlıyoruz ki neden Allah-u Teala bizzat Resul’üne emrediyor ki ümmetten risaletine karşılık olarak bir tek Ehlibeyt’in meveddet ve muhabbetini istesin. Hikmet sahibi Rabbimizin hikmet sahibi Resulü kanalıyla istediği bu karşılığın hikmeti ortaya çıkmış oluyor. Yani sırf Resul’ün torunları çocukları olduğu için değil. Bütün hayırlarda önde koştukları için, seçilmişlerdir, bütün hayırlarda önde koştukları için, Allah’a en yakın olanlardır; mutahhar olanlardır; Kur’an’ın mirasçısıdırlar. Hep önde gittikleri için arkada kalanlar elbette onları izlemelidir. Onları örnek ve önder edinmelidir. Bu da muhabbet olmadan olmaz. Muhabbet de marifet olmadan olmaz. Onlar hakkındaki bu Kur’anî referansları öğrenen bir kimsenin (bir de buna Resul’ün açıklamaları eklenirse), onları sevmemesi, hayırlarda, onları izlememesi mümkün mü?!
6- Bu açıklamaların ışığında şu ayetleri de bir görelim. Acaba yukarıdakilerden başkası kastedilebilir mi? Ya da en azından en mükemmel örnekleri onlar değil mi?
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقٖينَ
“Ey İman edenler, Allah’tan sakının ve sadıklarla-doğrularla birlikte olun.” (Tevbe, 119)
Sadıklar, ya da en sadıklar yukarıda bahsedilenler değil de kimdir? Bütün hayırlarda önde koşanlar, Allah’a en yakın olanlar, Mutahharlar, yani ehlibeyt, yani İmam Hüseyin(a.s) değil de kimdir?
7- Aynı açıklamalar ışığında bir de şu ayete bakalım:
فَسْپَلُوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
“Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” (Nahl, 43, Enbiya, 7)
Zikir, hakkında dört ihtimal verilmiştir. Bilgi; dolayısıyla zikir ehli yani bilenler. (Gerçi bu anlamda zikir Kur’an’ın hiçbir yerinde kullanılmamıştır. Ama bazıları böyle demiştir.
Zikir yani Kur’an; dolayısıyla Zikir ehli, yani Kur’an ehli. Zikir yani Allah’ı zikretmek, anmak. Zikir yani Resulullah; Talak suresinin 9. ayetinde geçiyor. Dolayısıyla Zikrin Ehli, Yani Resulullah’ın ehli, yani Ehlibeyt.
Bu dört mananın faraza hepsi doğru bile olsa, yine bunlarında hepsinde Ehlibeyt ve dolayısıyla Hz. İmam Hüseyin(a.s) , tek veya en mükemmel fertleridir ZİKİR EHLİNİN!
Çünkü eğer maksat bilgi ve ilim olsa, zamanının en alimi İmam Hüseyin(a.s) değildi de kimdi? Kur’an olursa maksat, yine Kur’an’ı miras alan, Kur’an’ın hakikatleri idrak etmeye layık mutahhar olan onlar değilmiydi?
Eğer maksat Resulullah(s.a.a.) ise, zaten onun ehlibeyti onlardan başkası mıdır?
Eğer maksat Allah’ı zikretmekse, onu anmaksa, Hüseyin(a.s) en büyük zakirdir. Allah’ı yad eden, onu unutmayan, herşeyini ona göre ayarlar. Herşeyi ona endeksler. Herşeyini onun istediği şekilde dizayn eder. Onda fani olur. Öl dese ölür, kal dese kalır. En büyük zakir, en büyük aşık olandır. Ve Hüseyin(a.s) “aşkın şehidi”ydi. O her şeyi ama her şeyi, kendisiyle birlikte maşukuna takdim etmemiş miydi?
Demek ki bilmiyorsak onlara soracağız. İlmin, irfanın membaı, kaynağı onlardır. Yolumuzu yordamımızı, istikametimizi onlarla belirleyeceğiz. Bunun için değil miydi ki Resul-i Kibriya, Kur’an ve Ehlibeyt’i bize emanet etmiş ve onlara sarılmamızı emretmiş, sarıldığımız takdirde asla dalalete düşmeyeceğimizi garantilemiştir?
Bunun için “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim” buyurmamış mıydı? Bunun için “Hüseyin hidayet meşalesi ve Kurtuluş gemisidir” buyurmamış mıydı?
Bunun için Hüseyin cennet gençlerinin efendisi buyurmamış mıdır? Hepsinden önde giden elbette hepsinin efendisi olacaktır, olmalıdır!
Şimdi en başta Hüseyin (a.s) “Halifetullah”tır sözümüz tam yerine oturmuyor mu?
Kur’an’dan daha birçok ayet gösterebiliriz, İmam Hüseyin’in(a.s) nurlu simasını resmeden. O, Kur’an’da övülen ve yüceltilen alimlerin, en önde gelenlerinden değil midir? (Mücadele, 11)
O Kur’an’da övülen ve üstün kılınan mücahidlerin serdarı değil midir? (Nisa, 95-96)
O Kur’an’da övülen, üstün kılınan ve diri olarak vasfedilen, şehitlerin efendisi değil midir? (Al-i İmran, 169-171)
O canlarını ve mallarını Allah’a satanların başında gelmiyor mu? (Tevbe, 111)
O “müstazafların kurtuluşu için mücadele edin” emrine herkesten daha iyi ve daha mükemmel amel edenlerden değil midir? (Nisa, 75)
O savaş meydanının orta yerinde okların kılıçların, mızrakların önünde durarak kıldığı namaz ile namazı ikame edenlerin, ayağa kaldıranların, beyinlere kazıyanların en önünde gelmiyor mu? (Bakara, 3)
O marufa emreden, münkerden sakındıranların, ıslah için mücadele edenlerin ve tek başına da kalsa Allah için kıyam edenlerin öncüsü değil midir? (Al-i İmran 104, Hud 88, Sebe’ 46)
O hakkı Allah için tebliğ eden ve hiçbir kınayıcının kınamasından ve hiçbir kimseden korkmayanların en korkusuzu, en cesaretlisi, en şecaatlisi değil midir? (Maide 54)
O sabır ve sebatlarıyla, vefa ve sadakatleriyle, rıza ve teslimiyetleriyle Kitabullah’ta övülenlerin en kamil örneği değil midir?
Evet, yine özetleyerek bitireyim, o bizatihi, Kur’an’dır, canlı Kur’an’dır, yaşanmış Kur’an’dır.
Boşuna değildi ki Allah’ın Habibi, henüz dünyaya geldiği sırada onun masum simasına bakıp da gözyaşlarına gark olmuştu. Henüz vuku bulmamış olayı Cebrail haber verip onu üzüntü keder ve gözyaşına boğmuştu. Hem de defalarca. Onun ağlamasına bile tahammül edemezdi.
Peki ya yaşanmamış, sadece haberi verilen bir olaya bu kadar kahrolan Habibullah, olup bitenleri bir de gözleriyle görseydi, ne hallere bürünürdü acaba?..
Selam olsun, ona, onun yüce ceddine, babasına, anasına, abisine, kardeşlerine, vefalı ve sadakatli, yiğit evlatlarına, ashabına, yarenine. Ve Selam olsun bütün Hüseynilere…
Musa Aydın