Kitap ve sünnetin hermonutik bahsinde geriye kalan tek şey, bir grubun Kur'an'ın naslarının maksatlara delaletinin kesin olmasına rağmen ayetlerin zahirleri anlamının kesin değil, zannî olduğuna inanmasıdır.
Biz usul-u fıkıhla ilgili bahislerimizde hem nass ve hemde zahiri bir anlam taşıyan ayetlerin her ikisinin de delaletinin kesin olduğunu vurguladık; bu ikisinin arasındaki tek fark şudur: Nass olarak bir şey açıklanırsa, söyleyen kişi onun aksine bir anlamı kastedemez; çünkü bu durumda çelişkiye düşmekle suçlanır, oysa zahirde böyle bir şeyin olması mümkündür; örneğin daha önce dediğimiz gibi genel ve mutlak bir sözcük kullanıp gerçekte onun belli veya kayıtlı bir parçasını kastetmesi ve sonraları da bunu kastettiğini bir karineyle vurgulaması mümkündür.
Usuli fıkıh ilminde insanın bir cümleyi söylerken iki iradeye sahip olduğu ispatlanmıştır:
a) kullanıştaki irade
b) Ciddi irade.
Birincide, sözcüğü kendi anlamında kullanırken şu hedeflerden biri güdülmektedir:
1- Gerçekten onu istemesi.
2- Karşı taraftan korktuğu ve çekindiği için söylemesi (takiyye)
3- Bu sözü şaka olarak söylemesi.
Sözcüklerin zahirinin taşıdığı misyonu, sadece onların kullanış şekilleri bize bildirmektir. Fakat bu kullanılışın neye dayandığı ve hangi hedefi ifade etmek için kullanıldığı, sözcüklerin taşıdığı misyonun dışındadır.
Bu yukarıda işaret edilen üç ihtimal yüzünden zahiri bir anlam taşıyan ifadeler olarak değerlendirilemezler; çünkü bu gibi ihtimaller nassda da vardır; fakat akıl sahiplerinin kabul ettikleri bazı genel ilkelerle konuşanın korkarak veya şaka için değil ifade ettiği şeyi gerçekten irade ettiği anlaşılır. Yani insanların sürekli konuşmada izledikleri metot, konuşan kişinin ifade ettiği şeyi korku, takiyye ve şaka olarak değil ciddi olarak kastettiğini gösterir.
Dolayısıyla nas ve zahirler üstlendikleri misyon yönünden uyum içerisindedirler. Evet, daha önce de hatırlattığımız gibi, kesinlik ifade eden bir sözü onun aksine yorumlayamayız. Hatta o sözü söyleyen kimsenin bile başka bir anlam kastettim demesi bir çelişki sayılır. Oysa zahirlerde o sözü söyleyen kimse eğer sözün zahirinin aksini irade ettiğini ileri sürer ve bunun için belli bir karine koyarsa bu kabul edilir.
Biz birbirimizle konuşmalarımızda birbirimizin sözünü açık bir şekilde anlarız ve sözlerin şüphe oluşturmadan, kesin bir anlam ifade ettiklerini herkes kabul eder; oysa genellikle insanlar maksatlarını anlatırken nass yerine zahirden yararlanırlar.
Kur’an-ı Kerim'in zahirlerinin maksatlara delaletini zannî bilenler Kur'an'ın şanına bir nevi eksiklik getirmiş olur ve onu kesin mucize olmaktan zannî mucize olarak sunmuş olurlar. Çünkü Kur’an’ın mucize olmasının kıvamı, ifade türüne bağlıdır. Bir taraftan sözcüğün güzelliği ve diğer taraftan anlamın yüceliği el ele vererek Kur’an’da mucizeyi oluşturmaktadırlar. Eğer zahirlerin Allah Teala'nın maksatlarına delaleti zannî olursa tabiatıyla sonuç önergelerin en düşük bölümüne tabi olarak, yani Kur'an'ın mucize oluşu da zannî olacaktır.
Kitap ve sünnetin Hermonutiği hakkında bahsedilmesi gerekenler burada anlatılmayacak kadar fazladır. Genel ve has, mutlak ve kayıtlı, mentuk ve mefhum, nasih ve mensuhla ilgili konular usul ilminde geniş bir şekilde söz konusu edilmiştir.