El-Mizan Tefsirinde Kelime Ve Kavramlar 4

El-Mizan Tefsirinde Kelime Ve Kavramlar 4

El-Mizan Tefsirinde Kelime Ve Kavramlar 4

El-Mizan Tefsirindeki Kelime Ve Kavramlar 4

CİLT 4

 

İMDAT: "İmdad" kelimesi, "medd" kökünden türemiştir ve kesintisiz biçimde yardım ulaştırmak anlamına gelir. (3:124)

 

MUSARAA: "Sariû" kelimesinin kökü olan "musaraa" kelimesi, hız oranını artırmak anlamına gelir. Bu davranış iyiliklerde övülen, kötülüklerde kınanan bir eylemdir.(3:133)

 

KAZİMİN : "Kazimîn" kelimesinin kökü olan "kezm" kelimesi ise aslında, dolan kırbanın başını bağlamak anlamına gelirken daha sonra istiare yolu ile hüzün ve öfke dolu insanın durumunu ifade etmek için kullanılmıştır.(3:134)

 

GAYZ-GAZAB: "Gayz (öf-ke)" hoşlanmadığı çok şeyi gören insan tabiatının kabarıp taşması demektir. Bunun tersine "gazab" kelimesi, intikam alma ve cezalandırma iradesi anlamına gelir. Bu yüzden "Allah gazap etti" denir; ama "Allah gayza geldi, öfkelendi" denmez.(3:134)

 

VEHN: "Vehn" kelimesi, Ragıp el-İsfahanî'nin açıklamasına göre, yaratılışça veya ahlâkça zayıflık demektir. Burada bu kelimden kastedilen anlam, Müslümanların dinlerinin gereklerini yerine getirmek ve bu dinin düşmanları ile savaşmak konusunda girişim ve ihtimam bakımından zaaf göstermeleridir.(3:139)

 

KARH: "Karh" kelimesi, Ragıp el-İsfahanî'nin açıklamasına göre, vücut dışından isabet eden bir şeyin yol açtığı yara izi anlamına gelir. "Kurh" ise sivilce, çıban gibi vücut içinden kaynaklanan bir yara izi demektir. Bu kelime, Müslüman cemaatin Uhud Savaşında aldığı darbeyi kinaye yolu ile ifade ediyor. İfade, Müslüman cemaati düşmanından yara alan bir tek fert gibi farz ediyor. Söz konusu yara, onların öldürülenlerinin öldürülmeleri, yaralılarının yaralanmaları ve eşiğine geldikleri zaferin ve galibiyetin ellerinden kaçmasıdır.(3:140)

 

YEVM: "Yevm" kelimesi, olayların meydana gelmesi için gerekli olan, itina edilir miktardaki zaman demektir. Bu miktar olayların değişmesine göre değişir. Bu kelime yaygın olarak Güneş'in doğması ile batması arasında geçen zaman için kullanılır. Yine bu kelime, zarf ile mazruf arasındaki ilişkiye dayanılarak, bazen egemenlik, saltanat ve üstünlük kurma anlamında da kullanılır. Bu anlamda, "falân cemaatin günü, filân oğullarının günü" denir. Böyle demekle onların başkalarından önde olmaları, başkalarına egemen olmaları kastedilir. Aynı kelime, kimi zaman bu tür olayların içinde meydana geldikleri zamanın kendisi için de kullanılır. (3:140)

 

MEVT-KATL: "Mate" kelimesinin kökü olan "mevt=ölüm" kelimesi, ruhun bedenden çıkması ve bedenin hayatının yok olması demektir. Ayetin orijinalinde geçen "kutile" kelimesinin kökü olan "katl=öldürülme" kelimesi ise, kastî veya benzeri bir sebebe dayalı olarak meydana gelen ölüm demektir. "Ölüm" ve "öldürülme" kelimeleri ayrı yerlerde kullanıldıklarında, ölüm, öldürülmeyi de kapsamına alan genel bir anlamı ifade eder. Ama eğer bir arada kullanırlarsa, "ölüm" kendiliğinden ölmek demek olurken, "öldürülme" böyle olmayan ölüm anlamına gelir.(3:144)

 

İS’AD: "Tus'idune" fiilinin kökü olan "is'ad" kelimesi, bir yerden uzaklaşıp gitmek demektir. "Su-ud" kökü ise bu anlamda değildir. O, yüksek bir yere çıkmak demektir. Araplar, "Karada uzağa gitti" anlamında "Es'ade fi canib'il-berri"derler. "Merdivende yukarı çıktı" anlamında ise, "Saade fi'ssüllem" derler. Bir görüşe göre ise, bazen "is'ad" kelimesi "suud" kelimesi yerine kullanılır.(3:153)

 

İSTİCABET: "İstecabû" fiilinin mastarı, "isticabet" kelimesidir ve -söylendiğine göre- bu fiilin kök itibarıyla ayrı bir mastarı olan "icabet" kelimesiyle aynı anlama yani; "bir şeyin istenmesi ve kabul ile karşılanması" anlamına gelir.(3:172)

 

NAS: "Nas" kelimesi, 'insan fertleri' demektir. Bu kelime, fertleri birbirinden ayırt eden özellikleri ifade etmez; sıradan insan fertleri anlamını taşır. (3:173)

 

HASB: "Hhasbunellah" cümlesi, 'Allah bize kâfi geldi' anlamınadır. "Hasb" kelimesinin aslı, hesaba dayanır. Çünkü yeterlilik ihtiyaç hesabına göredir. Buradaki Allah ile yetinme, ilâhî yasada yürürlükte olan dış sebeplere göre değil; iman hasebi iledir. (3:173)

 

NEFS: "Nefs" kelimesi sözlük anlamı ile "bir şeyin aynı ve kendisi" demektir. Araplar "Caenî fulanun nefsuhu ve aynuhu=falancanın nefsi ve aynı yani kendisi bana geldi" derler. Gerçi bu iki kelimenin (nefs ve ayn) bu anlamda (bir şeyi o şey yapan nitelik) buluşmadan önceki hareket noktaları değişiktir. İnsanın nefsi demek, insanı insan yapan şey demektir. O, dünya hayatında insanın ruhunun ve cisminin her ikisi ve Berzah hayatında ise, insanın sadece ruhu anlamına gelir.(4:1)

 

ZEVC: "Zevc" kelimesini, Ragıp el-İsfahanî şöyle açıklıyor: "Eşleşen canlıların erkek ve dişi çiftlerinin her birine "zevc" denir. Canlı ve cansız varlıkların çiftlerinin her birine de "zevc" (eş) denir. Ayakkabı ve terlik gibi [her biri hakkında bu ötekisinin eşidir, denilir]. Benzer ya da zıt olarak birbirinin eşi olan varlıkların her birine de "zevc" denir... "Zevce" kelimesi fasih kullanışlı bir kelime değildir. [Dolayısıyla kadını ifade ederken de "zevc" kelimesi kullanılır.]"(4:1)

 

BESS: "Besse" kelimesi "bess" kökünden, saçmak ve benzeri yollarla dağıtmak demektir. Nitekim yüce Allah, "Havada dağılan toza dönüştü" (Vakıa, 6) ayetinde bu kelimenin türevlerinde olan "mun-bess" kelimesini kullanmıştır. Yakınarak kederi dağıtmak (bess-ul ğamm) deyimi de bu anlamdan doğmuştur. Bundan dolayı, kimi zaman "bess" kelimesi, keder anlamında kullanılır. Çünkü insan doğal olarak kederi dağıtır. Yüce Allah bu anlamda "Ben kederimi ve üzüntümü sadece Allah'a arz ederim." (Yûsuf, 86) buyuruyor. Bu ayetin asıl metninde geçen "bess" kelimesi, keder anlamındadır.(4:1)

 

TESAUL: "Tesaelûne" fiilinin mastarı olan "tesaul" kelimesi, insanların Allah adına yemin ederek birbirlerinden bir şey istemeleri demektir. Meselâ biri, arkadaşına "senden Allah aşkına şunu şunu yap-manı istiyorum" der. Bu ifadede Allah adına yemin etmek vardır. İnsanların Allah adına birbirlerinden bir şey istemeleri, kinaye yolu ile onların gözünde Allah'ın saygın olduğu ve sevildiği anlamını ifade eder. Çünkü insan saydığı ve sevdiği bir şey üzerine yemin eder.(4:1)

 

RAKÎB: "Rakîb", koruyucu ve bu kelimeden türemiş olan "murakaba", koruma demektir. Bu kelime, muhtemelen "boyun" anlamını taşıyan "rakaba" kelimesinden geliyor. Aralarındaki ilgi şudur: Araplar kölelerinin boyunlarını koruyorlardı (onları himâyeleri altına alıyorlardı). Başka bir muhtemel ilişki de şu olabilir: Birini gözetleyen kimse başını kaldırarak ve boynunu uzatarak gözetlediği kimseyi gözetler. "Rakîb" kelimesinin mastarı olan "rukûb" mutlak anlamı ile koruma demek değildir. İşin içinde gözetlenenin hareketlerini, hareketsizliklerini, kısacası bütün davranışlarını koruma altına almak vardır. Maksat bozuklukları, aksaklıkları düzeltmek veya kayda geçirmektir.(4:1)

 

NASİB: "Nasib" kelimesi, pay ve hisse anlamına gelir. Kelimenin kökü, "ayakta tutmak" anlamına gelen "nasb" kelimesidir. Hisseye bu adın verilmesi, bölüşülen her payın, diğerine karışmaması için ayrılıp bir köşeye bırakılması itibarıyladır.(4:7)

 

TEREKE: "Tereke" ölünün arkasından kalan malı demektir. Sanki ölü onu bırakıyor ve ondan ayrılıyor. Dolayısıyla bu kelimenin bu anlamda kullanılması, istiare türü bir kullanımdır; ancak git gide bu anlamda kullanılması normalleşmiştir. (4:7)

 

HAŞYET:  "Haşyet" kelimesi, olmasından korkulan şeyin kalpte bıraktığı etkidir. Kelimede saygı ve yüceltme anlamı da vardır. [Korkulacak şey büyük bilinir.] (4:9)

 

TAVSİYE-VASİYET: "Yûsîkum" fiilinin mastarı olan "îsâ" kelimesi ve aynı şekilde "tavsiye" kelimesi, öğütte bulunmak ve emretmek anlamına gelir. Râgıp el-İsfa-hanî, Müfredat-ul Kur'an adlı eserinde şöyle der: "Vasiyet; bir işin yapılmasını öğüt biçiminde diğerinden istemektir."(4:11)

 

KELALE: "Kelâle" aslında "ihata ve kuşatma" anlamında mastardır. Başı çevrelediğinden dolayı, başa bırakılan taca "iklîl", parçalarını kuşatan bütüne "kull" ve ağırlığı, üstlenen şahısı sardığı için başkasına yük olan kimseye "kell" denilmiştir. Râgıp el-İsfahanî, el-Müfredat'ında şöyle belirtmiştir: "Baba ve çocuk dışındaki vârislere "kelâle" denilir." Daha sonra şöyle ekler: "Peygambere (s.a.a) kelâle hakkında sorulunca şöyle buyurdu: "Ölüp de kendisinden sonra babası ve çocuğu olmayan kimsedir." Bu hadiste kelâle, vârislere değil de ölen kimseye verilen bir isim olarak ele alınmıştır. Her iki görüş de doğrudur. Çünkü kelâle mastardır; hem vârisi, hem de miras bırakanı kapsar." Râgıp'tan alınan alıntı burada sona erdi. (4:12)

 

FAHŞ: "Fahişe" kelimesi, kötü ve çirkin yol anlamında olan "fahş" kökünden türemiştir. Bu kelime yaygın olarak zina anlamında kullanılır. Aşağıdaki ayette livata veya livata ve lezbiyenlik anlamında kullanılmıştır. "Lut'u da peygamber olarakgönderdik. Hani o kavmine şöyle dedi: Sizler şimdiye kadar hiçkimsenin işlemediği iğrenç bir eylemi yapıyorsunuz." (Ankebut, 28) (4:15)

 

MÜBEYYİN: "Mubeyyine" kelimesi, "mutebeyyine" yani apaçık anlamına gelir. [Ayette "mubeyyine" kelimesinin geçişli anlamı kastedilmemiştir.] Nitekim Nahiv ilmi bilgini Sibeveyh'den "bane" kelimesinden if'al, tef'il, tefe'ul ve istif'al kalıplarına uyarlanmış türevlerin hem geçişli (aydınlatmak, apaçık kılmak) hem de geçişsiz (aydın ve apaçık olmak) anlamda kullanıldığı nakledilmiştir. Araplar, "Eban'eş- şey'u, istebane, beyyene ve tebeyyene" derler ve onunla konunun aydınlığa kavuştuğunu kastederler ve yine "Ebentu'ş-şey'e, istebentuhu, beyyentuhu ve tebeyyentuhu" derler ve onunla "konuyu aydınlattım" anlamını kastederler.(4:19)

 

MUHSENAT: "Muhsenat" kelimesi, "ihsân" kökünden türemiş ve engel olmak ve korumak anlamına gelen ism-i mef'ul kalıbında bir çoğul isimdir. Başkalarının girmesini engelleyen sağlam kaleye de "el-hisn-ul hasîn" denilmesi bu yüzdendir. Nitekim "kadın kendini korudu, fuhuştan kaçındı" anlamına gelmek üzere "ahsanat-il mer'etu" denir. Yüce Allah da "o ki, edep yerini korudu" (Tahrîm, 12) buyuruyor. Yine "kadın evlendi, eşi ya da evlilik onu diğer erkeklerden korudu" anlamında "ahsanat-il mer'etu" veya "uhsinet-il mer'etu" denir. Yine özgür bir kadın anlamında "ahsanat-il mer'etu" denir. Çünkü özgür oluşu, başkasının onun edep yerine sahip olmasını engeller veya zinadan uzak durmasını sağlar. Çünkü zina daha çok cariyeler arasında yaygındı. (4:24)

 

EKL: "Te'kulu" fiilinin mastarı olan "ekl=yemek" kelimesinin anlamı herkesçe bilinmekte ve örneğin gıda maddelerini ağza koyup yutmak suretiyle tüketmek demektir. Kelimede ele geçirip tüketmek anlamı olduğu için Araplar, "Ekelet-in naru el-hatebe=ateş odunu yedi." derler. Bu ifadede ateşin odunu yakarak yok etmesi, bir gıda maddesini ağzına koyup yutan kimsenin o maddeyi tüketmesine benzetiliyor. Bunun yanında yine Araplar, "Ekele fulanun el-male=falanca şu malı yedi." derler. Yani adam o malı ele geçirerek onda tasarrufta bulundu. Bu ifade ile kelimenin sözlük anlamı arasındaki bağlantı şudur: Nesneleri tasarruf altına almanın temel amacı onlarla beslenmektir. Çünkü beslenme insanın varlığını sürdürmesinde en büyük ve vazgeçilmez ihtiyaçtır. Bu yüzden bir malda tasarrufta bulunmak eylemi "yemek" fiili ile ifade edilmiştir. Yalnız her tasarruf bu anlama gelmez. Sadece mülkiyeti ele geçirme gibi yollarla başkasının el koymasına imkan bırakmayacak şekilde mala el koyma biçimindeki tasarruf bu anlama gelir. Sanki adam mala egemen olup onda tasarrufta bulunmakla tıpkı gıda maddesini yiyenin bu maddeyi tüketmesi gibi söz konusu malı tüketiyor. (4:29)

 

ŞECERE: "Şecere" fiili "şecr" ve "şucur" kökünden "birbirine girmek, karışmak" demektir. Araplar, "şecere, şecren ve şucûren" derler, bunlarla "karıştı" anlamını kastederler. "Teşacur=birbirine girişip kavga etmek" ve "müşacere=kavga etmek" kelimeleri de bu kökten gelir. Bu kelime, sanki iddialar veya görüşler birbirine karışmış gibi bir anlam taşır. Arapça'da ağaca da "şe-cer" denilmesi buradan kaynaklanır. Çünkü ağacın dalları devamlı birbirine karışır.(4:65)

 

MUHTAL-FEHÛR: “Muhtal" kelimesi, " şaşkın, salına salına yürüyen ve hayallerinin esiri olmuş kibirli kişi" demektir. Arapların ata da "hayl" demeleri bundan kaynaklanıyor. Çünkü at salına salına yürür, kırıta kırıta gider. Yine ayette geçen "fehûr" kelimesi "çok övünen kimse" anlamına gelir. Bu iki sıfat, yani böbürlenmek ve çok öğünmek sıfatları mala ve mevkie düş künlüğün, bunları aşırı derecede sevmenin ayrılmaz gereklerindendir. Bu yüzden yüce Allah'ın böbürlenenleri ve çok öğünenleri sevmesi söz konusu olamaz. Çünkü onların kalpleri Allah'tan ba ka bir şeye bağlıdır. (4: 36)

 

KAFİR: "Kâfirler"den maksat, yüce Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri örtenler, gözlerden gizleyenlerdir. [Yani kâfirler kelimesi burada kendi sözlük anlamında kullanılmıştır.] Hepimizin bildiği "kâfir" kelimesinin de asıl anlamı budur. Çünkü kâfir hakkı inkâr etmek suretiyle onu örtmektedir.(4:37)

 

RAİNA: "Râina" kelimesi Yahudi dilinde [yani İbranicede, küfür anlamını taşıyan] "Dinle, dinlemez olası" anlamına gelir.(4:46)

 

FETL: "Fetil" kelimesi "fetl" kökünden mef'ul anlamına gelen feil kalıbında sıfat-ı müşebbehedir ve "bükülmüş şey" anlamına gelir. Bazılarına göre hurma çekirdeğinin oyuğundaki (yivindeki), başka bazılarına göre de hurma çekirdeğinin içindeki ince tel gibi ipliktir. Ehl-i Beyt İmamlarından gelen rivayetlere göre ise hurma çekirdeği üzerindeki noktadır. Bu çekirdeğin yüzeyinde olana "nakir" ve üzerini kaplayan zara da "kıtmır" denir. Bir başka görüşe göre iki parmak arasındaki iplik gibi kir birikintisi anlamına gelir. Kısacası bu kelime hesaba alınmayacak kadar küçücük ve değersiz bir şey demektir. (4:49)

 

HIZR: "Hızr" kelimesi "kendisi ile yahut topyekün savaşın." korunulan şey" demektir ki, o da koruma aracı olur; silah gibi. Bazıları da "hazer=sakınma" kelimesi gibi mastar oldu unu söylemişlerdir. (4:71)

 

NEFR-FEZE’: "İnfiru=savaşa çıkın" kelimesinin kökü olan "nefr" kelimesi "belirli bir istikamete gitmek"tir. Bunun aslı "feze'=korkmak ve sığınmak"tır. Bir yerden gitmeye "oradan korkmak (ve kaçmak)" ve bir yere doğru gitmeye de "oraya iltica etmek, sığınma" denir.(4:71)

 

SUBAT: "Subat" kelimesi "subet" kelimesinin çoğuludur ve anlamı "parça parça (bölük bölük) topluluk" demektir. Buna göre "subat" arka arkaya topluluklar demektir. Öyle ki, ikinci gurup birinci guruptan ve üçüncü gurup ikinci guruptan ayrıdır.