El-Mizan Tefsirinde Kelime Ve Kavramlar 2

El-Mizan Tefsirinde Kelime Ve Kavramlar 2

El-Mizan Tefsirinde Kelime Ve Kavramlar 2

El-Mizan Tefsirindeki Kelime Ve Kavramlar  2

    CİLT 2

 

    SIYAM-SAVM : “Es-sıyam” ve “es-sevm” ;bir işten el çekme, onu yapmama anlamına gelen iki mastardır.”Yemek yemekten,içmekten,cinsel birleşmeden, konuşmaktan ve yürümekten kaçınmalı, bu tür işleri yapmamak” gibi … Denilebilir ki: Bu masdar (es-sevm=oruç) sadece nefisin istediği, canın çektiği şeylerden kaçınmak ve bunlardan sakınmak demektir. Daha  sonra şer’i literatürde “bir niyete dayanarak güneşin doğuşundan batışına kadar belli şeylerden kaçınma” anlamını ifade etmeye başlamıştır. (2:183)

 

İTAKAT: “Yutikune” fiilinin masdarı ”itakat” tır. O da bazılarının dediği gibi bir fiili gerçekleştirmek için tüm gücü sarfetmek demektir.Bu da fiilin bir çabayla ve meşakkatle gerçekleşmesini gerektirir. (2:184)

 

İNZAL-TENZİL: “İndirme” kelimesinin orjinali “en-nuzul”, bir yere yukarıdan inmek demektir.Bu kelimenin türevleri olan “inzal” ve “tenzil” kelimeleri arasında fark vardır. İnzal, bir kerede gerçekleşen inişi ifade eder. Tenzil ise peyderpey ve tedrici inişi anlatan bir kelimedir.(2:185)

 

ŞAHİD: Şahid olma kavramı, bir olguya ilişkin bilgiye sahip olmakla birlikte onda hazır olma anlamını ifade eder.  (2:185)

 

DUA : “Ed-dua” ve “ ed-dave” (çağıma ve dua etme) masdarları, çağrılanın nazarını çağıran yöneltme anamını ifade eder. (2:186)

 

SUAL: “Es-sual” (isteme) istenenden bir yarar veya fazla hayır sağlamak demektir. (2:186)

 

İTİKAF: “El-ukuf” ve “el-itikaf” devam etmek anlamına gelen masdarlardır. İtikaf kavramı, kök itibariyle bir yerde devamlı ikamet etmek demektir. İslam literatüründe itikaf, özel bir ibadetin adıdır. Bu ibadetin bir şartı, mescide sürekli oturmak ve ancak bir mazeret için dışarı çıkmaktır.Bu arada oruç tutmak da gerekir. (2:187)

 

HAD: “Had” kelimesinin kökeninde “menetme” anlamı yatar. Bu kelimenin tüm kullanımları ve tüm türevleri bu köke dönüktür. Hadd-us seyf= kılıcın keskinliği, hadd-ul fucur= günahlardan dolayı uygulanan had cezası, hadd-ud Dar= evin sınırı, hadid=demir veya keskin gibi. Sınırlara yanaşmaya ilişkin yasak içeren ifade, bu sınırları çiğnemekten, onları aşmaktan kinaye olarak kullanılmıştır. (2:187)

 

MAL: Mal, mülk edinilmesine meyl gösterilen her şeye denir.Ve öyle sanıyorum ki “el-meyl” masdarından türetilmiş bir isim olarak değerlendirilebilir.Çünkü kalp mala meyleder. (2:188)

 

İDLA: “Tudlu” kelimesinin masdarı olan “el-idla” deyimi su çekmek amacı ile kovayı kuyuya salmak demektir.Bu deyimle, kinaye sanatı uyarınca, rüşvet verenin isteği doğrultusunda hükmetmeleri için hakimlere mal peşkeş çekme eylemi anlatılmıştır. Kuşkusuz, ilginç olduğu kadar latif bir kinayedir bu.Orjinal kullanımda, rüşvet aracılığı ile hakimlerden istenen hükmün verilişi, bir kimsenin kovasını salarak yukarı çekmek istediği kuyudaki suya benzetilmiştir.(2:188)

 

HİLAL: Hilal kelimesi doğum sırasında çocuğun ağlayışını veya çığlık atışını ifade etmek için kullanılan “istehalle’s sebiy” deyiminden alınmıştır. Arapların, hacc yapan insanların “telbiye” getirirken seslerini yükseltmelerini ifade etmek için “ehalle’l- kavm” demeleri de bu isimlendirmeye esas oluşturur. Dolayısıyla ayın ilk göründüğü gece onu görenlerin bunu ilan etmeleri için bağrışmaları yüzünden ay’a hilal adı verilmiştir.(2:189)

 

FİTNE: 1- Fitne,bir şeyin durumunu sınama,denem amacı ile kullanılan araç demektir. Bu yüzden imtihan ve sınamaya ve bu anlamın genelde kendisinde barındırdığı, sapıklık ve şirkin cezası olan şiddet ve azaba da bu ad verilmiştir. (2:191)      

        2- “Fitne" kelimesinin birbirinden farklı birçok anlamı vardır. Ancak Kur’ân’ın genel yaklaşımı, kâfirlerle müşriklere izafe edilerek mutlak şekilde kullanılması, öldürme, dövme ve yaralama gibi işkence türlerini ifade etmesi yönündedir. (4:101) (cilt 5)

 

HÜRMET: “El-hurumat” hürmetin çoğuludur. Saygınlığı ayaklar altına alınması yasak olan, saygı gösterilmesi ve gözetilmesi gereken şey demektir. (2:194)

 

HEDYU: “El-hedyu” , kişinin yaklaşma amacıyla bir başkasına ya da tapınma mahalline sunduğu hayvan demektir.Aslı ise “el-hedyetu” yani armağandır. Yada hidayet anlamına gelen “el-hedyu” dur. Bu durumda maksada sevketme anlamı esas alınmış olur. “el-hedyu” ve “el-hedyetu” , “et-temru”=hurma cinsi ve “et-temretu” bir hurma gibi cinsi ve birliği ifade etme açısından farklılık kazanırlar.”el-hedyu” ifadesi, insanın hacda kurban edilmek üzere, kurban mahalline sevkettiği hayvanlar anlamında kullanılmıştır.(2:196)

 

ZELZELE-ZİLZAL: Sarsıntı demek olan bu ifadenin aslı “zelle” dir. Yani tökezleyip düştü. Bu kelimede bulunan tekrar manada olan tekrarı ifade etmek içindir. Öyle ki yer,sarsıntı esnasında tekrar tekrar düşüyor sanki. Bu tarz kullanışın arapçada diğer bir çok örneği de vardır: sara-sarsara,salla-salsala,kebhe-kebkehe gibi. Bu ayette geçen zilzal=sarsıntıdan maksat büyük acı duyma ve dehşete kapılmadır. (2:214)

 

KERİH: Bu kelime “kurh” şeklinde telaffuz edildiği zaman, insanın doğal olarak veya başka bir şekilde kendi içerisinde algıladığı meşakkat,sıkıntı anlamını ifade eder.”kerh” şeklinde telaffuz edildiğinde ise dışarıdan kendisine yüklenen meşakkat,sıkıntı anlamına gelir.Başka bir insanın,istemediği nefret ettiği bir şeye onu zorlaması gibi. (2:216)

 

HABT: “Habt” amelin boşa gitmesi, etkisinin yok olması demektir.Bir görüşe göre; bu kelimenin aslı “habat” tır. Ve hayvanın çok yiyerek karnının şişmesi ve bunun sonucunda da çatlayıp gitmesi demektir. (2:217)

 

HAMR: “Hamr” , sarhoşluk yapması için imal edilen her türlü içkiye denir. Kelimenin esası örtmedir.Aklı örttüğü, güzeli çirkinden, hayrı şerden ayırt etmesine engel olduğu için bu şekilde adlandırılmıştır. Araplar kadının başörtüsüne de “hımar” derler. “hamertu’l inae”=kabın kapağını örttüm. “ahmertu’l acin”= hamura maya kattım. Hamur mayasına “hamire” denilmesinin sebebi önceden yoğrulması, sonra üzerinin örtülmesidir. (2:219)

 

MEYSİR: “El-meysir” kelimesi, sözlükte “kumar” anlamına gelir. Kumar oynayan kimseye “yasir” denir. Bu kelimenin de asıl anlamı “kolaylık” tır. Kumarın böyle adlandırılmasının sebebi, herhangi bir yorgunluk, emek ve çalışma söz konusu olmaksızın başkasının malını elde etmesidir.Araplar, daha çok bu ismi özel bir kumar oyunu için kullanırlardı.Şans okları çekme şeklinde oynanırdı. Ayrıca bu oyuna “ezlam” ve “aklam” da derlerdi. (2:219)

 

İSM: “İsm” kelimesi,”zenb=günah” kelimesine ve anlam olarak ona benzeyen başka kelimelere yakın bir anlam ifade eder. “İsm” bir durumdur. Bir şeyde veya akılda baş gösteren bu durum, insanın hayırlara ulaşmasını geciktirir. Dolayısıyla, peşinden mutsuzluk ve başka alanlarda yoksunluk gelen bir günahtır bu. İçki ve kumar hayatı başka alanlarındaki mutlulukları bozarlar. Bu bakımdan hem içki hemde kumar, bu şekilde değerlendirilebilir. (2:219)

 

EZA: “Eza” deyimi, söylendiğine göre “zarar” demektir. Ne var ki, bu değerlendirmenin doğrulupu kuşkuludur. Çünkü eğer “eza” , “zarar” ın kendisi olsaydı, “yarar” la karşılaştırılması doğru olurdu. Nitekim “zarar” da “yarar” ın karşıtıdır. Ama bu yaklaşım doğru değildir. Mesela ”zarar veren hastalık” yerine “eza veren hastalık” deyimi kullanılmaz. Çünkü “eza veren hastalık” denilirse, bu başka bir anlamı ifade etmiş olur. Aynı şekilde yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Onlar size ezadan başka kesinlikle bir zarar veremezler.” (3:11) Eğer : “Onlar size zarardan başka bir zarar veremezler” denilecek olursa ifadenin bozuk lduğu açıktır. Kaldı ki ezanın zarar anlamına geldiği şu ayetlerde de pek belirgin değildir. “Gerçek şu ki Allah’a ve elçilerine eziyet edenler…” (33:57) “Benim sizin için Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğum bildiğiniz halde bana niçin eziyet ediyorsunuz?” (61:5) Görülen şu ki “eza” bir şeye arız olmuş ve onun doğasıyla uyuşmayan şey anlamına gelir ki, bir açıdan “zarar” anlamı ile de uyuşuyor görünmesi bu yüzdendir.(2:222)

 

İ’TİZAL: “İ’tizal” fiili bir yana çekilmek, yakın ilişkiler kurmaktan kaçınmak demektir. Araplar:” a’zeltu nasibehu” derler.Yani:onun payını belirledim, bir kenara koydum, onunla diğer payları birbirinden ayırdım. (2:222)

 

URDATU: “El-urdatu” , “el-ard” kökündne gelir ve bir şeyi birine işine gelip gelmediğini ve neticede isteyip istemediği öğrenemek maksadıyla kendisine sunmak demektir.Bir malı satışa sunmak, bir evi konaklamya açmak ve bir yiyeceği sunmak gibi. Kelimen asıl manası bundan ibarettir. Fakat yolda karşılaşılan engel veya okların hedefi gibigidip gelen şeylerin karşısına dikilen şeyler anlamında kullanılan “el-urdatu” engellerin çokluğunu ifade eder. Bunu gibi daha bir çok değişik anlamda kullanılır. Bu anlamlar, kullanıldığı yere göre belirginlik kazanır. Ancak kelimenin asıl anlamı ile bir bağlantısı yoktur ve sonraları bulunmuştur. (2:224)

 

YEMİN: “Eyman” kelimesi “yemin” in çoğuludur. Ve and içme anlamına gelir; “sağ” el anlamındaki “yemin” den türemiştir. Çünkü Araplar içinde and içme, anlaşma ve alış-veriş yapmada, sağ ellerle musafaha yapılır.(2:224)

 

KESB: 1-“Kesb”=kazanç” bir sanat veya bir mesek aracılığı ile çalışıp mebfaat celpetmek demektir. Kelimenin asıl anlamı insanın maddi ihtiyaçlarını giderecek şeyleri elde etmedir. Zamanla insanın herhengi bir ameli ile edindiği kayır ve şer gibi her türlü sonuş için kullanılır olmuştur. Güzel ahlak ve hizmetler sonucu övgü,şan ve iftihar kazanma; uygun davranışlar sonucu güzel ahlak ve faydalı ve faziletli ilim sahibi olma; bir takım davranışlar aracılığı ile kınama, yergi, lanet,srezeniş,günah ve kötülük gibi… Kesb ve iktisabın anlamı budur. Bazılarına göre,iktisab;kişinin herhangi bir mebfaati kendi nefsi için kazanması, kesb ise; hem kendi nefsi, hemde başkası için kazanması demektir.Kölenin efendisi için velinin velayeti altında bulunan kimseler için menfaat kazanması gibi. Her halukarda kasib ve muktesib (kazanan,iktisab eden) insanın kendisidir başkası değil. (2:225)

2- "İktesebû" kelimesinin kökü olan "iktisab =kazanma"dan maksat, bir tür toplama ve kendine özel kılmadır. İster bu anlam, iradeye bağlı bir çalışma yolu ile gerçekleşsin -herhangi bir sanat veya meslek yolu ile bir şey kazanmak gibi- isterse de böyle olmayıp ayrıcalığa sahip olan kişinin taşıdığı bir nitelik sonucu meydana gelsin; insanın, belirli bir paya ve hakka sahip olmasını gerektiren erkeklik veya kadınlık niteliği ile donanmı olması gibi. Dil bilginleri her ne kadar "kesb=toplamak, kazanmak" ve "iktisab =kazanmak" kelimelerinin "talep=bir şey peşinde koşmak" ve benzeri sözcükler gibi, insanın iradeye dayalı çalışma sonucunda sahip olduğu şeyleri ifade ettiklerini söyleseler de "kesb" kelimesinin asıl anlamının bir şey toplamak olduğunu da sözlerinde belirtmiştirler. "Falanca, güzelliği sayesinde şöhret iktisap etti (kazandı)." demek veya bunun gibi bir söz söylemek de caiz görülmüştür. Bazı tefsirciler bu ayetteki "iktisab" kelimesini böyle tefsir etmişler. Bizce de ayetteki "iktisab" kelimesinin, benzetme ve istiare yolu ile söylenen anlamda kullanılmış olması uzak bir ihtimal değildir. (4:32) (cilt 4)

 

İLA: “Yu’lune” kelimesi “iyla” masdarının “if’al” babının muzari (gelecek) zaman çekimidir. Kökü “eleye” dir ve “yemin” anlamına gelir. Şer’i litaratürde ise, kocanın öfkelenerek ve zarar  verme amacı ile karısı ile birleşmemeye yemin etmesi anlamında kullanılır. (2:226)

 

KUR’U-KIRAAT: “Kuru” kelimesi “el-kur’u” kelimesinin çoğuludur. Hem aybaşı hali hem aybaşı halinden temizlenme anlamında kullanılır. Dendiğine göre bu kelime zıt anlamlıdır. Şu kadatı varki “kur” kökünün asıl anlamı “toplanma” dır.Ama her toplanma değil. Ardında başkalaşmayı ve farklılaşmayı doğuran toplanma…Bu bakımdan, kelimenin aybaşı halinden temizlenme anlamında kullanılmış olması ihtimali daha belirgindir. Bunu nedeni temizlenme halinde kanın rahimde toplanmasının sözkonusu olmasıdır. Sonra aybaşı hali için kullanılmıştır.Bunu nedeni de bu durumda kanın toplandıktan sonra dışarı atılmasıdır.Bu itibarla harflerin toplanmasına ve okuma aracılığı ile dışarı dökülmesine de “kıraat” denilmiştir.Dilciler “kıraat” kelimesinin “toplanma” anlamına geldiği hususunda görüş birliği içindedirler. (2:228)

 

TESRİH: “Et-tesrih” kelimesi, kök olarak hayvanı otlamada serbest bırakma anlamını ifade eder. “sarahtu’l ibile= deveyi saldım ki gidip kızıl ağacın meyvesini yesin.” Kızıl ağaç (serh) meyvesi develer tarafından yenen bir ağaçtır. Ayet-i kerimede kadının boşanma sırasında beklme süresi içinde geri alınmaması, bu süre dolana kadar serbest bırakılması anlamında kıllanılmıştır.(2:229)

 

HATB - HATiB: “El-hitbetu” kelimesi”hatb” kökünden gelir ve “karşılıklı konuşmaya tekrar dönmek” anlamına gelir. “hatab’el mer’ere hitbeten” yani “kadınla evlenme hususunda konuştu” Bu amaçla konuşmayı gerçekleştirene “hâtib” denir “hatîb” değil. Bir topluluğa konuştu ve onlara huybe okudu, özellikle va’az nitelikli konuşma yaptı anlamına gelir. Evlenme amacıyla konuşan kimseye “hâtib” denir. Çoğulu da “huttab” kelimesidir.Vaaz nitelikli konuşma yapan kimse hakkında “hatîb” kullanılır.Çoğulu ise “hutabâ” dır. (2:235)

 

İKNAN: “El-İknan” “kenn” kökünden gelir ve örtme anlamını ifade eder. Ancak “iknan “özellikle insanın bir şeyi kendi içinde gizlemesi anlamında kullanılır. “gönlünüzde sakınmanız…” iadesinde olduğu gibi.”kenn” kelimesi çanta,elbise, yada ev gibi şeylerin içinde gizlenen şeyler için kullanılır.Şu ayetlerde olduğu gibi: ”sanki onlar saklı yumurta gibi.”(saffat 49) “sanki saklı inciler gibi” (vakıa 23)

Bu bakımdan incelediğimiz ayet-i kerimede;evlenme isteğini kadınlara sezdirmenin ya da bu istekle ilgili bir duyguyu gönülde saklamanın herhangi bir sakıncasının olmadığı vurgulanıyor.(2:235)

 

AZİM: “Azim” bir şeyi yapmaya yönelik kalbi kararlılık ve akit demekir.Tamamen iptal edilmediği sürece bir hükmü, etkisinde en ufak bir gevşeklik meydene geirmeyecek şekilde sağlamlaştırmak anlamına gelir.(2:235)

 

AKD:1-“El-ukdetu” kelimesinin kökü “el-akdu” dur ve bağlamak anlamına gelir. Ayette evlilik sözleşmesi, birbirine bağlanarak bitişik bir tek ip haline gelmiş iki ipin düğümlenmesine benzetilmiştir. (2:235)

            2- "Ukûd" kelimesi, "akd" kelimesinin çoğuludur. İki şeyden birini diğerine ayrılması zor olacak şekilde bağlama, düğümleme demektir. Bir ipi ya da bir halatı başka bir ipe veya halata bağlama gibi. Bu, iki şeyden birinin diğerinden ayrılmamasını, ondan kopmamasını gerektirir. Bu ifade, Araplar arasında, önceleri somut olgularla ilgili olarak kullanılırdı. Daha sonra istiare yöntemiyle, soyut olguları da kapsayacak şekilde genelleştirildi. Söz gelimi alış veriş, kiralama vb. gibi günlük işlemlerle ilgili antlaşmalar ve yine her türlü antlaşma ve sözleşmeler de bu kavramla ifade edilir oldu. Bu kavramın söz konusu soyut olgular için kullanılması, "düğümlemek ve bağlamak" anlamının gereği olan "ayrılmazlık ve kopmazlık" niteliğinin bu tür olgularda mevcut olmasından kaynaklanmıştır. Akit (sözleşme, ahitleşme), Allah’ın kullarından aldığı tüm dinsel misakları karşılayan bir ifadedir. Tevhit ve diğer temel öğretileri, kulluk kastıyla yapılması gereken amelleri, ilk defa konulan yasaları ya da sürdürülmesi öngörülen kuralları ve bu kapsamda insanlar arasında yapılan muamele ve diğer akitleri, kısacası dinde temel (rükün) olan ve temel olmayan bütün prensip ve parçaları bu kapsamda değerlendirmek mümkündür. Diğer taraftan ayette, "el-ukûd" kelimesi, yani başında "el" takısı bulunan çoğul bir kelime kullanılmıştır. Bundan dolayı, ayette geçen akitler ifadesinin akit denebilecek her şeyi kapsayacak genellikte algılanması daha uygundur.(5:1) (cilt 5)

 

ZANN: Kesinlik düzeyinde olmasa bile ağır basan doğru, kabul etmek demektir.

 

HİSBAN: Hesab etmenin zanni kavrayış anlamında kullanılışı istiare tarzına giriyor gibidir.

 

ŞUUR (FARKINA VARMA) : İnce kavrayış demektir. Aslı “şa’r=saçteli” dir. Saç telinin inceliğine benzetilmiştir. Daha çok somut şeyleri kavrama anlmaında kullanılır, soyut şeyleri değil. Bu yüzden belirgin duyu organlarına “meşair” adı verilmiştir.

 

ZİKİR (HATIRLAMA) : Zihinde kayıtlı bulunan bir şekli,kavrayışın dışına kaybolduktan sonra yeniden canlandırmak ya da kavrayışın dışına çıkmaması için korumak.

 

İRFAN VE MARİFET: Kavrama gücü etkisiyle oluşan bir sureti, zihinde kayıtlı bulunan surete uyarlama işklemidir.Bu yüzden:”marifet ve irfan, önceki bilgiden sonra oluşan kavrayıştır” denmiştir.

 

FEHM (ANLAMA): Zihin dışındaki objeler dünyasında yer alan bir sureti kendi içine nakşetmek suretiyle,dış dünyadan aldığı bir tür etkilenme.

 

FIKIH (DERİN ANLAMA) : Zihnin kendisine nakşedilen sureti kabulde ve tasdikde süreklilik kazanması işlemi

 

DİRAYET: Zihin içi suretin kabul görüş ve tasdik edilişinin ileri düzeye varması. Bilinen şeyin özelliklerinin, gizli yönlerinin ve ayırıcı niteliklerinin kavranışı. Bu yüzden adı geçen kavrami bir işi büyütme önemini vurgulama anlamında kullanılır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Elbet gerçekleşecek olan .Nedir o muhakkak gerçekleşecek olan? O gerçekleşcek olanı sana bildiren nedir?”(Hakka 1-3) “Gerçek şu ki, Biz onu Kadir gecesinde indirdik.Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir?” (Kadir 1-2)

 

YAKİN : Zihinsel kavrayışın yok olmayacak ve gevşemeyecek şekilde güçlenmesi, sağlamlaşması.

 

FİKİR (DÜŞÜNME) : Konuya ilişkin mechul noktaları rtaya çıkarmak amacıyla zihinde mevcut bulunan bilgileri tekrarlama ve gözden geçirme işlemi.

 

REY (GÖRÜŞ) : Düşünüp taşınma işlemi sonucu varılan tasdik düzeyi.Ancak bu kavram genellikle yapılması ve yapılmaması gereken şeylere ilişkin pratik bilgiler bağlamında kullanılır.Evrensel olgulara yönelik teorik bilgiler düzeyinde kullanıldığında pek rastlanmaz.Basiret (önsezi) ve fetva (çıkış yolu) gösterme ve kavl (deyiş) kavramları da buna yakın bir anlam ifade etmektedir. Şu kadar var ki bu anlamda (düşünce sonucu varılan tasdikle) ilintili olarak “kavl” kavramını kullanılışı “lazım=gerekn” in “melzum=gerekiren” yerine geçmesi türünden bir istiare örneğidir. Çünkü bir şey hakkında söz söylemek ( kavl) o sözün içerdiği şeylere inanmayı gerektirir.

 

ZANN (İDRAK) : Zihin içi bir suret olarak tasdik anlamını ifade eder.Sözkonusu tasdikğin tercihe dayanması (zann olması) yada kesinin olması arasında bu açıdan bir fark olur.

 

İLİM (BİLME) : Dah önce de söylediğimiz gib aksine ihtimal bulunmayan kavrayış demektir.

 

HIFZ (KORUMAK) : Zihin içine bilinen biçimin değişimine ve dönüşümüne uğrayacak şekilde zihinde korunması zapt edilmesi.

 

HİKMET: Zihin içinde ilmî bir suretin sağlamlığı, dayanıklılığı yönü.

 

HUBRET( HABERDAR OLMA) : Zihin içindeki bilgi biçiminin, öncüllerinden hangi sonuçların çıkacağını bilecek düzeyde bilen kişiye açık olması,onun tarafından kuşatılmış olması.

 

ŞEHADET (ŞAHİD OLMA) : Bir şeyin kendisine ve özüne ulaşma.Onu somut somut şeylere olduğu gibi duyu organlarıyla ya da bilgi, irade,sevgi, nefret gibi Batınî soyut duygularla algılama.

 

KARZ : “Karz” borç demektir. Yüce Allah kendi uğruna yapılan maddi harcamaları, kendisine verilmiş borçlar olarak nitelendiriyor.Bu teşvik amaçlı bir nitelendirmedir. Hem yapılan harcamalr O’nun yolundadır ve bu harcamalar, kat kat arttırılmış olarak kendilerine dönecektir.(2:245)

 

KABZ-BAST: “Yakbizu” fiilinin masdarı olan “kabz” insanın bir şeyi kendine doğru tutması demektir. Karşıtı ise “yaymak, dağıtmak” anlamında olan “sin” harfiyle yazılan “bast” dır. İfadenin orjinalinde yer alan “sad” harfiyle yazılı “bast” aynı kelimeden gelmedir. Ancak “sin” harfi itbak ve tefhim nitelikli “tı” harfine yakın olması hasebiyle “sad” harfine dönüşmüştür. (2:245)

 

MELE’ : 1-“El-mele” kelimesi söylendiğine göre bir görüş etrafında toplanmış grup demektir. Azamet açısından göz doldurdukları için “mele” diye nitelendirilmişlerdir.(2:246)

              2- “Mele’” kelimesi, bir kavmin ileri gelenleri, eşrafı anlamına gelir.Kalpleri korku ile, gözleri de güzellik ve süsle doldurdukları için bu ünvanla anılıyorlar. (7:60) (Cilt 8)

 

KÜRSÜ : “Kürsü” herkesçe bilinen bir şeydir (oturulacak yüksekçe yer) Bu ismi alması, iskeletini oluşturan parçalarının birbirine eklenmesinden ileri gelir.Bu isim çoğu zaman krallık tahtından kinaye olarak kullanlır ve “kürsiyyu’l melik” denir ki, bunula onun egemenlik alanı, gücünün boyutları kasdedilir. (2:255)

 

RÜŞD-ĞAYY : “Er-rüşd veya er-rüşüd” bir şeyin gerçekliğine, işin aslına ve doğru yola ulaşma demektir.Karşıtı ise “el-ğayy”(sapıklık) tır. Bu iki kavram “hidayet “ve “dalalet”ten daha genel kapsamlıdır. Çünkü “hidayet” amaca ulaştırıcı yolu bulmak, “dalalet” ise bu yolu bulamamak anlamına gelir. Öyle anlaşılıyor ki “rüşd” kelimesinin doğru yola ulaşma anlamında kullanılması, kavramı, içine giren olgulardan birine uyarlama yöntemine uygun bir uyarlamadır. Çünkü, yolda yürümekte olan bir kimsenin, bir işin gerçekliğine ulaşması, onun doğru yolu bulup izlemesine bağlıdır.Böylecee, yola ulaşma, bir işin gerçekliğine ulaşmanın bir mısdakıdır. Gerçekte “rüşd” ile “hidayet” birbirinden farklı anlamlar ifade ederler. Bunlardan birinin ötekisinin anlamını ifade etmesi özel bir itinayı gerektirir ki, bu son derece belirgindir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:”Eğer onlardan bir rüşd (olgunlaşma) gördünüzse…” (Nisa 6) “Andolsun, bundan önce İbrahim’e rüşdünü vermiştik.” (Enbiya 51) Aynı ilişki “ğayy” ve “dalal” kavramları arasında da söz konusudur. Dalal: göz önünde bulundurulan amacı ve maksadı hatırlamakla birlikte yoldan sapma demektir. “Ğayy” ise yolun varağı hedefi unutmak suretiyle sapmak anlamına gelir.Bu yüzden sapık (ğaviyy) insan ne istediğini, neyi amaçladığını bilmez. (2:256)

 

TAĞUT-CİBT : 1-“Tağut” kelimesi, azgınlık ve haddi aşma anlamına gelir. Tıpkı “melekut” ve “ceberut” kavramlarında olduğu gibi bu kavramında anlamında mübalağa esastır. İnsanlar, cinler, sapıklığın önderleri konumundaki insanlar ve yüce Allah’ın tabi olunmasından hoşnut olmadığı her lider anlamında kullanılan bir kavramdır. Bu kelimede,müzekker (eril), müennes (dişil), müfred (tekil), tensiye (ikil) ve cemi (çoğul) fark etmez. (2:256)

             2- "Cibt" ve "cibs" kelimeleri "hayır içermeyen her türlü şey" demektir. Başka bir görüşe göre "insanların Allah dışında taptıkları şeyler" anlamına gelir. Yine ayette yer alan "tağut" kelimesi aslında "tuğyan=azgınlık" gibi bir mastardır ve ism-i fail (=etken isim) olarak kullanılır. Bir görüşe göre de "Allah’tan başka tapınılan şeyler" demektir. (4:51) (cilt 4)

             3- "Tağût" kelimesi "rehebut=korkmak", "ceberut=üstün olmak" ve "melekut=malik olmak" kelimeleri gibi mastardır ve "azmak, taşkınlık göstermek" demektir. Kimi yerlerde ism-i fail (=etken isim) anlamında kullanılarak mübalağa anlamı yüklenir. Meselâ bolluğu ve çokluğu yüzünden kabından taşan su =su taştı, kabına sığmadı" denir. Önceleri hakkında "tağa’l mau insan hakkında kullanılması istiare yolu ile idi. Fakat zamanla kullanıla kullanıla kelimenin gerçek anlamı gibi algılandı. İnsan için kullanıldığında insanın, akıl veya şeriat tarafından kendisi için belirlenen tutumun dışına çıkması anlamına gelir. Buna göre tağut, Allah’a karşı kulluk görevlerini yapmamakta inat eden, bu tutumu Allah’a karşı büyüklük taslayarak sergileyen zalim ve zorba kişi demektir. "Tağut, Allah dışındaki bütün tapılanlardır." sözünü diyenlerin maksadı da bu anlama dönüktür. (4:60) (cilt 4)

 

HÜCCET: “Hacce=tartışmaya girdi” anlamınadır. Tartışmaya girme, iddiayı kanıtlama ya da karşıt iddiayı çürütme amacıyla, kanıta kanıtla karşılık vermek demektir. İfadenin orjinalinde geçen “hüccet” kavramı,kelimenin aslı itibariyle “kast,niyet” demektir. Ne var ki daha çok kanıtlanmak istenenbir iddiayı belgelemek amacı ile sunulan şey anlamında kullanılr olmuştur.(2:258)

 

RİBA: “Riba” kelimesinin asıl anlamı “fazlalık”tır. “rebve”,”ribve” veya “rubve” kelimesi ise ,bol, fazla, gelişmesi iyi ve ürün veren toprak analmına gelir. (2:265)

 

El-BAB : 1-“Elbab” kelimesinin tekili olan “lüb” akıl demektir. Çünkü akıl insan için bir çekirdek kabuğunun  içindeki öz konumundadır.Kur’an’daki kullanımda da bu anlam esas alınmıştır.(2:269) (cilt 2)  

                 2-"Elbab" kelimesi "lübb"ün çoğuludur ve her türlü şaibeden arınmış temiz akıl demektir. (3:7)

İSR:1-“İsr” denildiğine göre “ağırlık” demektir. Bir görüşe göre de, bir şeyi zorla alıkoymak demektir.Bu da ilk anlama yakındır. Çünkü alıkoyma işinde, istenmeyen ve ağır gelen bir şeye zorlama anlamı da söz konusudur.  (2:286)

            2- Ragıp İsfehani el-Müfredat adlı eserinde şöyle diyor:”Isr kelimesi, bir şeye bağlamak, zorla hapsetmek demektir. Bu kelimeden türemiş olan ’me’ser’ ve ’me’sir’ kelimeleri, gemi hapishanesi anlamına gelir.’Onların ağır yüklerini kaldırır’ ayeti, onları hayırlı işleri alıkoyan  ve engelleyen ve sevaplara ermelerini köstekleyen unsurları üzerlerinden kaldırır demektir.’Bize ağır yükler yükleme’(Bakara,286) ayeti de böyle açıklanır.Bazıları bu kelimenin ağırlık anlmına geldiğini söylemişlerdir. Bunu analizi anlattığımız gibidir.”(Ragıp’tan alıntı sona erdi) (7:157) (Cilt 8)

 

MEVLA: 1-“Mevla” yardım eden demektir. Ama her yardım eden değil. Aksine yardım edilenin işlerinin yönetimini de üstlenen yardım eden, anlamında kullanılmıştır. Çünkü “Mevla” işlerin yönetimini üzerine almak anlamına gelen “velayet” kökünden gelir. Yüce Allah mü’minlerin velisi olduğuna göre, O, onların yardımcısı, mevlasıdır da.(2:286)

             2- "Mevalî" kelimesi, "mevlâ" kelimesinin çoğuludur ve "veli" anlamına gelir. Gerçi bu kelime "velayet=yetkililik" kapsamına giren bazı kavramları ifade etmesi için yaygın biçimde o anlamda kullanılmaktadır. Meselâ, kölenin efendisine "mevlâ" deniyor. Çünkü efendi kölenin veliliğini üstlenmiş, yetkilisi olmuştur. Yardım edilenin işini üstlenmesi sebebi ile birine yardım eden kimseye de "mevlâ" denir. Yine amcasının kızının evlenme işini üstlenmesi sebebi ile amca oğluna da "mevlâ" denir. Bu kelimenin mastar-ı mimî veya ism-i mekân olması ve onunla herhangi bir şekilde veliliği şahsında taşıyan kişinin kastedilmiş olması da uzak bir ihtimal değildir. Tıpkı "hükümet" ve "mahkeme" deyip de hâkim olan şahsı kastetmemiz gibi. (4:33)    

         3- Ragıp el-İsfahanî "el-Müfredat" adlı eserinde der ki: "el-Velâ ve et-tevalî, iki veya daha fazla şey arasında, ikisinin dışında yabancı bir şey olmayacak şekilde yakınlık meydana gelmesi anlamına gelir. Bu kelime, yer, nispet, din, arkadaşlık, yardım ve inanç açısından yakınlık anlamında kullanılır." (Müfredattan yaptığımız gerekli alıntı burada sona erdi.) Toparlayacak olursak; "velâyet" iki şey arasında, yakınlaştıkları husus bağlamında engelleri ve perdeyi kaldıracak şekilde bir yakınlığın meydana gelmesi anlamına gelir. Şayet bu yakınlaşma takva ve inanç bazında meydana geliyorsa, "veli" yardımcı demektir ve yakınlaştığı kimseye yardım etmesini hiçbir şey engelleyemez. Şayet ruhsal çekim türünden bir sevgi ve birliktelik nitelikli kaynaşma bazında bir yakınlaşma ise, "veli" sevgilidir ve insan böyle bir durumda nefsinin sevgilinin iradesinden etkilenmesine, sevgilinin istediğini vermesine engel olamaz. Şayet bu yakınlık soy bazında söz konusu ise, "veli" bu bağlamda yakın olduğu kişinin, söz gelimi mirasçısı olur ve hiç ir şey onu bundan alıkoyamaz. Eğer itaat bazında bir yakınlaşma söz konusuysa, "veli" bu açıdan yakın olduğu kişi üzerinde dilediği gibi hüküm verir.