İnsanoğlu yaşamında bazen günah işler ve bazen de günah işlediği duygusu ile umutsuzluğa kapılarak Allah’ın rahmetinden umudunu keser. Bazen günahlar o kadar ağırdır ki insan kendisini affedilmeye bile layık olmayan biri olarak hisseder ve bu yanlış düşünce ile gün be gün Allah’tan daha fazla uzaklaşır.
Oysa İslam dini Allah’ın rahmetinden umut kesmeni tenkit etmiştir ve Müslümanları hatta en ağır günahlar durumunda Allah’ın rahmetinden umutlarını kesmemeleri konusunda uyarır, çünkü Allah en büyük bağışlayan ve tövbeleri kabul edendir. Tövbe etmek, tevessül ve şefaat, yüce Allah’a geri dönüş yollarıdır ve insanlardan yanlış yoldan el çekmeyi ve saadetin doğru yoluna geri dönmeli talep eder.
Bu arada şefaat, kıyamet gününde günahkar kulların elini tutan ve onları kurtaran bir kapıdır. Kıyamet gününde şefaat, İslam dininin tüm günahkar kulların yüzüne açtığı ve ilahi rahmetten umutlarını kesmemelerini ve ilahi rahmetten nasipsiz olacaklarını düşünerek günah bataklığına daha fazla batmamalarını istediği bir kapıdır. Kıyamet gününde şefaat hikmeti, dünyada tövbe etmenin hikmeti gibidir. İslami mezheplerde ve özellikle şii ve sünni mezheplerinde şefaate inanılır ve Kur'an-ı Kerim ayetleri net bir şekilde Hz. Muhammed’in (sav) kıyamet gününde en büyük şefaat eden olduğu beyan edilir.
Kur'an-ı Kerim ayetlerinden de bazı yüzeysel sakıncanın dışında salih insanı Allah teala katında meşru bir haceti dilemek amacıyla aracı yapmanın asla yasak olmadığı ve tevhid ilkesi ile çelişmediği anlaşılıyor. Yüce Allah Nisa suresinin 64. Ayetinde şöyle buyurur: Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı. Ehli sünnetin büyük alimlerinden Fahr Razi, Tefsiri Kebir adlı kitabında bu ayetle ilgili olarak şöyle yazıyor:
Bu ayette “Resul onlar için istiğfar etseydi” denmesi ve “Onlar için istiğfar diledi” dememesinin sebebi şu ki peygamber takdir edilsin. Günahkar insanlar peygamberin huzuruna geldiklerinde gerçekte öyle birinin yanına gelmiş oldular ki Allah onu risaleti yüzünden özel imtiyazla onurlandırmış ve vahiyleri ile saymış ve onu kendisi ile kulları arasında elçi yapmıştır ve böyle bir mevkii olan kimsenin şefaatini Allah reddetmez. Kuşkusuz yüce Allah katında en yüce mertebeye sahip olan sadece İslam peygamberi (sav) değil, aynı zamanda Allah’ın seçkin kulları ve melekler de yüce Allah katında günahkar insanlar için şifaatte bulunabilir.
Bu yüzden her hangi bir yoldan onların aracılığı ile Allah’tan hacetimizi dilemeliyiz. Bu sözün şahidi Kur'an-ı Kerim’de Yusuf suresinin 97. Ve 98. ayetleridir: (Oğulları) dediler ki: Ey babamız! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.(Ya'kub:) Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir, dedi. Bu ayetlere göre Hz. Yakub’un oğulları babalarından onlar için Allah katında şefaatte bulunmasını ve Allah’tan onları affetmesini ve böylece ölmeden önce Allah’ın rahmet ve lütfundan yararlanmalarını sağlamasını dilemektedir. Kur'an-ı Kerim’de şefaatle ilgili diğer bazı ayetler de söz konusudur.
Örneğin Muhammed suresinin 19. Ve Tevbe suresinin 103. Ayetlerinde şöyle okumaktayız: Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir. Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere Kur'an-ı Kerim’de şifaatle ilgili hiç bir sorun söz konusu olmadığı anlaşılır. Ancak vahabiler Muhammed Bin Abdulvahab’ın sözlerinden hareketle şefaati şirk saymakta ve Allah’tan başkasından şefaat talebinde bulunmanın şirk olduğunu ileri sürmektedir.
Oysa Kur'an-ı Kerim ayetleri şefaatte bulunan kimsenin yüce Allah katında yüksek mevkii olan ve günahkar insanlarla Allah arasında bir arabulucu gibi hareket eden ve Allah’tan günahkar insanların hatasını affetmesini dileyen salih bir insandır. Öte yandan ehli sünnetten geriye kalan bir çok rivayetten de şifaatin hiç bir sakıncası olmadığı, bilakis iyi bir amel sayıldığı anlaşılır. Nitekim İmam Şafii’den İslam peygamberinin (sav) ehli beytine (sa) tevessül etmekle ilgili ünlü şiirinde şöyle denilir: Peygamberin hanedanı bana şefaat edendir ve onlar benim Allah katında aracımdır. Ehli sünnetin büyük alimlerinden Ali İbni Ahmet Semhudi’nin Vefa El Vefa adlı telisinde şu ifadeler yer alıyor:
Allah katında peygamberden (sav) ve onum makamı ve şahsiyetinden yardım ve şefaat talebinde bulunmak, hem o yaratılmadan ve hem doğumundan ve hem rihletinden sonra ve hem berzah aleminde ve hem kıyamet gününde caizdir. Yazar daha sonra Hz. Adem’in İslam peygamberine (sav) tevessül etmesini Ömer Bin Hattab’dan naklen şöyle beyan etmiştir: Hz. Adem, gelecekte İslam peygamberinin yaratılışından haberdar olduğu için Allah katına şöyle arz etti: Ey yüce Rabbim, Muhammed’in (sav) hakkına senden beni bağışlamanı dilerim. Ehli sünnetin Sahihi Buhari, Mestedi Ahmed, Süneni İbni Mace gibi muteber kaynaklarında şefaatin faziletleri hakkında bir çok rivayet ve hadis yer almaktadır ki bunlardan bazılarına değinmek istiyoruz. Mesnedi Ahmet’de şöyle deniliyor: Allah resulü (sav) şöyle buyurdu: Benim şefaatim Allah’ın isteği ile bu dünyadan imanla ayrılan ve müşrik olmayanları kapsar.
Sahihi Buhari’nin birinci cildinde de Allah resulünden (sav) şu hadis zikredilir: Allah resulü (sav) buyurdu: Kıyamet gününde benim şefaatimden herkesten ziyade kalpten ve ihlasla Allah’a iman edenler yararlanır. Süneni İbni Mace’de ise Allah resulünden (sav) şu hadis naklediliyor: Kıyamet gününde sırasıyla peygamberler ve ardından bilginler ve daha sonra Allah yolunda şehit olanlar şefaatte bulunur. Ancak Kur'an-ı Kerim ve sünneti idrak etmekte sadece kendi idrak gücünü kriter olarak belirleyen bağnaz vahabiler, şefaat meselesinde de korkunç bir sapkınlık yaşamaktadır.
Vahibiler İslam şeriatinde Allah katında aracı koymanın beyhude bir durum olduğunu ileri sürüyor. Oysa bu söz hem Kur'an-ı Kerim’e ve hem sünnete aykırıdır. Nitekim biraz önce sözü edilen hadislere göre ehli sünnet de salih insanları şefaat aracı yapmayı onaylamaktadır. İslam peygamberinden (sav) hem şii ve hem sünni Müslümanların arasında ünlü olan bir hadis vardır.
Bu hadiste Allah resulü (sav) şöyle buyurur: benim ehli beytim Nuh gemisi gibidir. Kim bu gemiye oturursa kurtulur ve kim isyan ederse batar. Ehli sünnetin şefaatle ilgili bir çok hadisi vardır. Teberani’nin kaleme aldığı Mucimul Kebir adlı eserin 12. Cildinde şöyle okumaktayız: Abdullah Bin Ömer’den İslam peygamberi (sav) şöyle buyurduğu nakledilir: Kıyamet gününde ümmetimden ilk grup olarak ehli beytim için şefaat edeceğim. Ardından ve yakınlık itibarı ile Kureyş’i ve ardından Ensar’ı ve onlardan sonra Yemen’de bana iman eden ve beni izleyenleri, ardından diğer Arapları ve daha sonra acem müminleri. Ve şefaat edeceğim ilk kişi fazl ehli olacaktır.
Tüm bu anlatılanlardan anlaşıldığı üzere şefaat, insanın Allah resulünden (sav) ve evliyalardan kendisi için Allah katında dua etmesini ve affedilmeyi talep etmesini istemesidir. Kuşkusuz sonuçta bu talep Allah tarafından kabul edilmesi gerekir. Bu tür bir şefaat Kur'an-ı Kerim ve şii ve sünni kaynaklardan nakledilen hadislere göre akla ve mantığa uygundur ve tüm müslümanlarca kabul edilen bir ameldir