Dua

Dua

İnsan mahlûkat gülistanında bestelenen güzellikler şiirinin şah beyti olarak karşımızda durmaktadır. İnsan duygu ve güdülerinin her biri, bu güzelliğin oluşumunda önemli bir yer tutmaktadır. Ancak aşk ve sevgi insanı öyle bir makama ulaştırıyor ki hiçbir güç buna kadir değildir.

   İnsanın en önemli özelliklerinden olan akıl, aşkın yanında çamura saplanmış merkebe benzetilmektedir. Aşk , insanı Yaratıcı’yı tanımaya ve O’na tapmaya sevk eder. Aşk insanı tüm bağlılıklardan necat verip sadece ve sadece Yüce sevgiliye yöneltir. İşte insan tam da bu aşamada insan olduğunun ve ne denli önemli bir değere sahip olduğunun farkına varır, sevgilisiyle halvet edip O’nda fani olmayı diler. Doyumsuz visal günleri başlar burada ve sözler gayri ilahi dökülür, göz yârin cemalinden başka hiçbir şeyi görmez. Gönül sadece O’na yönelir, yalvarış ve yakarış başlar. Maşuka yönelmiş kalp, gözyaşları içinde tüm benliğini toparlayıp sözcüklere döker.

   Kur’an ve hadis dilinde insanın bu hali, dua ve münacat kavramlarıyla ifade edilir.

Elbette her insan marifet ve aşkının büyüklüğü kadar ancak konuşabilir, öteye gitmek için aşkı büyütmek gerek. Kendine tapan insan aşk vadisine girme cesareti bulamaz.

Dua; kimi insanın yanında ihtiyaçlarını gidermek için güçlü birine arzuhal yazmak gibidir. Kimi insanlar dua denilince, bir takım kuru kelimelerden ibaret  ezkar ve evradı hatırlarlar. Bazı insanlar da vardır ki benliğini hiçe sayıp her şeyini sevgiliye feda etme yolunda yalvarış-yakarışı, dua ve münacatı yaşam tarzı ve felsefesi edinirler.

   Hz. Musa (a.s) Tur mikatına çıkıp ‘’Ya Rabbi! Kendini göster bana dediğinde, ‘’ Asla göremeyeceksin beni ey Musa!’’ cevabını alır ve o sesin cazibesine kapılıp kendinden geçer.

Kimi insanlar, ‘’Tur dağına varınca, ‘Kendini göster’ demeden geç, göremezsin derken, kimileri ise  Tur dağına varınca, ‘Kendini göster’ demeden geçme, sen sevgilinin sesini duy, ister ‘göremezsin’ desin ister ‘görürsün’ desin ‘’derler.

İşte dua ve münacatın doruk noktası budur.