Kurani Misaller ve Hikmetler - 12
Geçen bölümlerde Kur'an-ı Kerim ayetlerinde temsil kullanmanın amacı, konuları daha iyi anlatmaktan ibaret olduğunu beyan ettik. Kurani misalleri aslında vahiy mesajını aydınlatmak üzere bir nevi şerh şeklinde de tanımlayabiliriz.
Eğer temsil şeklinde beyan edilen ayetlerin üzerinde iyice düşünecek olursak, misallerin İslam'a davet edilen insanlara ayetlerin içeriğini anlatmakta önemli rol ifa ettiğini anlayabiliriz.
Göz, gerçi vücudumuzun küçük organlarından biri sayılır, ancak yüce Allah'ın kullarına sunduğu en büyük nimetlerdendir. Yüce Allah'ın bu harikulade ayeti biraz et, yağ ve birazcık da sıvıdan ibarettir, fakat insan yaşamında temel rol ifa eden bir organ sayılır. İnsan gözünde bir birinden ayrı yedi katman vardır ki her biri diğerinin üzerine bağımsız, ama aynı zamanda çok narin bir şekilde yerleştirilmiş ve yüce Allah her bir katman için oldukça Zarif ve özel bir görev belirlemiştir. Dünyada hiç bir fotoğraf makinesi veya kamera insan gözü gibi muazzam ve şaşırtıcı bir şekilde çevresini görüntüleyemez.
İnsan gözü hiç kimse merceklerini düzeltmeden en kısa sürede en uzak veya en ufak noktayı görüntülemek üzere kendiliğinden ayarlanır. Yine insan gözü en kısa sürede kendini en zayıf ışığa göre ayarlar.
Yüce Allah gözü altı yönde hareket edebilecek şekilde kaslarla donatmıştır. Gözden sızan sıvıya göz yaşı adı verilir. Bu sıvı hem gözün beslenmesi ve hem her türlü mikroba karşı dezenfekte edilmesi içindir. İnsanların kulağı da yüce Allah'ın güç ve hikmetinin bir başka cilvesidir. İnsan kulağı da dış, orta ve iç kulak olmak üzere üç ayrı bölümden oluşur ve her biri ayrı bir alanda bağımsız bir şekilde üzerine düşen görevi yerine getirir.
Kulaklarda çekiş gibi yerleştirilen kemikler sesi beyine taşır ve işin ilginç tarafı, kulak organı sesi hissettiği gibi sesin çıktığı noktayı ve geldiği yönü de tespit eder. Yüce Allah Beled suresinde bazı soruları gündeme getirerek insanların dikkatini bu büyük ilahi nimete çekerken şöyle buyurmakta: Biz ona iki göz vermedik mi? Bir dil ve iki dudak , Ona iki yolu ( doğru ve eğriyi ) gösterdik .
İnsanlar ne zaman göz ve kulak gibi nimetlerden yoksun kalır ve bu yokluğun doğurduğu sorunlarla karşı karşıya gelirse, görme ve duyma nimetlerinin kıymetini daha iyi anlar. Çünkü ancak o zaman bu nimetlerin yokluğu ne gibi sıkıntılara yol açtığını anlamış oluruz. İmam Sadık (sa) seçkin talebesi Mafzal'a gayet net bir şekilde şöyle buyuruyor: Ey Mafzal, vücudundaki organları düşün ve her biri hangi hikmete göre yaratıldığını tedbir et. Yüce Allah gözleri yol göstermek için ve diğer organları da fayda yetirmek için yarattı.
Gözü görmeyen bir insanı düşün, hani basacağı yeri göremeyen, renkleri ve iyilikleri ve kötülükleri bir birinden ayırt etmeyen, önünde bir çukur varsa göremeyen veya düşman ona kılıcı ile saldırdığında farkına varamayan ve yine yazmak, ticaret etmek gibi sanatlardan ve mesleklerden mahrum kalan birini düşün, böyle biri hele beyin ve idrak gücünden de yoksunsa, bir taştan hiç bir farkı yoktur.
Yine duyma nimetin yoksun olan bir insan da yaşamında bir çok şaşkınlık ve sorun ve sıkıntı yaşar. Böyle biri en başta başkaları ile konuşma tadına varamaz veya onu mutlu edecek, neşelendirecek sesleri duyamaz ve insanlarla diyalog kurmakta sorun yaşan ve yine başkalarının başına gelenlerden habersiz kalır, nitekim başkalarının konuşmasına şahit olduğu halde orada yokmuş gibi hiç bir şey anlamaz.
İşte bu yüzden bu iki nimetin yokluğunu düşününce, onların kıymetini daha iyi anlarız. Öte yandan yüce Allah Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinde mümin ve kafirlerden oluşan iki grup insanları anlatmak için onları gören ve duyan ve görmeyen ve duymayan insanlara benzetir. Şöyle ki varlık alemini yaratana iman eden insanlar basiretli ve bilinçli insanlardır.
Bunlar varlık aleminin azametine görür, ilahi ayetleri idrak eder, ancak yüce Allah'ı tanımayanlar adeta görme ve duyma nimetlerinden mahrum olan kör ve sağır insanlar gibidir.
Nitekim Hud suresinin 24. Ayetinde şöyle okumaktayız: Bu iki zümrenin (müminlerle kâfirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâla ibret almıyor musunuz? Kur'an-ı Kerim'de benzetme ve temsil örneklerinden biri, çeşitli konuları mukayese etmektir ve yüce Allah bu benzetmeleri ve misalleri vahiy ayetlerini daha iyi anlatmak için kullanmıştır.
Bu ayette iyi ve kötü insanlar, mümin ve kafir insanlar gören ve göremeyen insanlara benzetilir. Gerçekten de kör ve sağır olan insanlar gören ve işiten insanlar gibi olamaz. Yani hiç bir zaman bu iki kesimin aynı olduğu söylenemez. Çünkü ne zaman vahiy hakikati insanın karşısına çıkarsa, biri bu hakikati açık kulak ve açık gözle görür ve duyar ve iman eder, ancak bir başkası bu hak sözü kabul etmek istemez ve bu yüzden bu iki kesim bir biri ile asla bir olamaz. Gözü ve kulağı kapalı olan insanın mantığı, tüm hakikatleri reddetmektir.
Böyle bir Kur'an-ı Kerim'in cennet ve cehennemden sergilediği gerçekleri görmek istemez veya kurtuluş ve hidayet yolu ile tanışmak istemez. Yüce Allah mu misalde iman ve takvanın görme ve işitmeyi güçlendirdiğini, inatçılık, bağnazlık ve imansızlıksa bu iki ilahi nimeti engellediğini buyurur. Bu yüzden ayeti şerifeye göre imansız ve kafir insanlar kör ve sağır insanları gibi hak sözü tanıma araçlarından yoksundur.
Ancak mümin insan iman nuru sayesinde gözü ve kulağı tamamen açıktır ve tüm ilim ve bilimlerden hakikati tanımak için yararlanır. Kafirlerin batını kör ve sağırdır, çünkü küfür onların gözünü kulağını kapatmış ve görme ve işitme yeteneklerini yok etmiştir. Yüce Allah karşısında inat etmek ve teslim olmamak, diğer bir çok rezil sıfata sesep olur ve böylece kafirlerin hakikati idrak etmelerini engeller.
İmam Seccad (sa) Ebu Hamza Semali duasında şöyle buyurur: ey yüce Rabbim, sen kullarından gizli saklı değilsin, ta ki insanların amelleri başlı başına bir perde oluştursun, yoksa sen her aşikar olandan daha da aşikarsın. İnsan kalbine iman nuru doğduğunda bağnazlık, cahillik, bencillik ve kibir perdeleri bir bir yok olur ve insan için her şey aydınlanır.
Bu durumda yüce Allah bizzat iman eden insanı karanlıklardan iman nuruna doğru hidayete erdirir. Bu yüzden yüce Rahman Bakara suresinin 257. Ayetinde şöyle buyurur: Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir.
Onlar orada devamlı kalırlar. Kur'an-ı Kerim bu misalde eğer hakikati gören göze ve kulağa sahip olmak istiyorsak, eğer hicab perdelerini aralamak ve cahillik, inat ve bağnazlık perdelerini bir kenara itmek istiyorsak, mümin olmamız gerektiğini buyuruyor. Ancak mümin olmak için bazı özelliklere sahip olmak gerekir. Nitekim İslam peygamberi (sav) de şöyle buyurur: Hiç bir insan kendisi için sevdiğini başkaları için de sevmeden gerçek imana nail olamaz.
Yine İmam Sadık (sa) da bir rivayette şöyle buyurur: İman hakikati şu ki hakkı hatta senin zararına olsa bile batıla, senin yararına olması bile, tercih etmektir.