Vahdet Kavramı

Vahdet Kavramı

“Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve dağılmayın.'' ( Al-i İmran/103)

Alemlere rahmet olarak gönderilen Allah’ın Habibi, yaratılmışların en yücesi Hz. Muhammed’in (s.a.a.) mübarek doğum haftası arefesindeyiz.. Bilindiği gibi Ehl-i Sünnet, Resulullah’ın (s.a.a.) 12 Rebbiulevvel’de, Şia ise 17 Rebbiulevvel’de doğduğuna inanmaktadır.  Ve İslam İnkılâbının banisi Aziz İmam, bu iki tarihi birleştirerek Müslümanların Hz. Resulullah’ın(s.a.a.) yüce öğretisi etrafında ayrılıklara düşmeden toplanmasına vurgu yapmış ve bu haftayı “Vahdet Haftası” olarak ilan etmişti. Müslümanların birbirlerine düşmesi ve düşmanlık gütmelerinden medet uman Büyük Şeytan ve avenesinin alçakça hedeflerine indirilen büyük bir darbedir bu.

Vahdet aslında yeni bir kavram değil… Asırlardır gerçek İslam ulemasının gündeminde olan ve Müslümanlar arasına yerleştirilmek için azami gayret sarfedilen bir kavram… İmam Humeyni’den önce Şeyh Tusi’lerin, Allame Hilli’lerin, Allame Şerifuddin’lerin, Şeyh Mahmut Şeltut’ların, Ayetullah Burucerdi’lerin, Allame Tabatabai’lerin, İmam Musa Sadr’ların gündemini işgal etmiş, bu konular üzerinde derinlemesine çalışmalar yapılmış, kurumlar inşa edilmiştir.

Vahdet, asla bir mezhebin, kendi inançlarının tamamından veya bir bölümünden vazgeçerek diğer mezhebi kabullenmesi değildir. Aksine her inanç grubu, kendi inançları vasıtası ile İslam’ı yaşamaktadırlar. Kimse onları bu düşüncelerini terk etmeye zorlayamaz ve bu inançları sebebiyle dışlayamaz. Vahdet, kimsenin inançlarına müdahale etmeden, ortak bir paydada buluşma ve ortak kelime “İslam” çatısı altında “kardeşçe” var olma gayretidir .

İslam tarihini inceleme de yine bu kavram ışığında olmalı, “diğerlerini” karalamak için olmamalıdır. Kur’an-ı Kerim evrenseldir. Ve orada Resulullah’ın Kur’an’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber olduğu açıklanmış ve Sırat’ul Müstakim için Resulullah (s.a.a.) adres gösterilmiştir. Zahiri anlamda Resulullah (s.a.a.) aramızda olmadığına göre, O’nun (s.a.a.) öğretmenliğinden, O’ndaki “güzel örnek”ten bizim de aynı şekilde faydalanmamız nasıl olacaktır? O halde Resulullah’ın (s.a.a.) öğretmenliğini en ufak bir değişiklik yapmadan, aynen, dosdoğru bir şekilde bize ulaştıracak bir kaynak vardır. İşte bütün çaba, o kaynağı doğru bir şekilde tanıma gayreti olmalı, bu konuda da yakine erişinceye kadar inceleme ve arayıştan asla da vazgeçilmemelidir. Çünkü olay, öyle sıradan bir olay değildir. Yaratılış gayesini, verilecek hesabı, Allah’ın insana yüklediği sorumlulukları tanıma ve anlama arayışıdır bu. Bu konulardaki bilgi paylaşımları da, “niza ve kavga” aracı yapılmadan kardeşçe olmak zorundadır.

Vahdet, sadece “mezhebi ayrımlara vurgu yaparak bölünmeyi reddetmekle kalmaz. Aynı zamanda, ırkçı, kabileci, milliyetçi düşüncelerle Müslümanların ayrışmasını, birbirlerinin dertlerine bigâne kalmalarını da kabul etmez. Çünkü bu konularda da İslam’ın tavrı nettir: “Hiç şüphe yok ki, bu tek bir ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin. ( Enbiya/92)

Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve tanışasınız diye sizi milletler ve kabileler kıldık. Şüphesiz Allah yanında en değerliniz, en takvalı olanınızdır. (Hucurat/13)

Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Vahdet, Müslümanlar için “olmazsa olmaz” bir tutum ve kabuldür. Bu kavramı doğru bir şekilde almak ve uygulamak her Müslüman’ın asli vazifesidir. Kur’an’ın bu konudaki emri açıktır: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve dağılmayın.'' ( Al-i İmran/103)