Semavi Sureler 34

Semavi Sureler 34

Kur'an'ı Kerim’in 15. Suresi olan Hicr suresiyle tanışıyoruz.

Bugün Kur'an'ı Kerim’in 15. Suresi olan Hicr suresiyle tanışıyoruz. Hicr suresinin 99 ayeti bulunuyor ve hicretten önce Mekke’de İslam Peygamber’ine –s– nazil olduğu biliniyor. Surenin adı, Salih’in kavmi Hicr ashabından söz eden 80. Ayetten alınmıştır. Surede kafirlerin Kur'an'ı Kerim ve İslam Peygamber’ine –s– iftiralarından söz ediliyor. Hurafe düşkünü kafirler mükemmel bir insan olan İslam Peygamber’ini –s– mecnun olmakla suçluyor ve Kur'an'ı Kerim’i de delilerin hezeyanı şeklinde yorumluyordu.

Bu surenin ayetleri Allah Resul’ünü –s– teselli ediyor ve komplocu düşmanlara karşı sabırlı ve dirençli olmasını tavsiye ediyor. Hicr suresinde yaratılışın başlangıcının tanınması ve Allah’a imanın alemin sırlarını düşünerek gerçekleşmesi gerektiğine işaret ediliyor. Surede ayrıca Kur'an'ı Kerim’in önemi ve azameti, maad meselesi ve kötülerin cezalandırılması, Hz. Adem’in yaratılışı ve iblisin isyanı ve bazı geçmiş kavimlerin öyküleri de yer alıyor.

Hicr suresinin ilk üç ayetinde şöyle okumaktayız: Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab'ın ve apaçık bir Kur'an'ın âyetleridir. İnkâr edenler zaman zaman, keşke biz de Müslüman olsaydık, diye arzu ederler. Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalaya dursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler! Bu ayetler Kur'an'ı Kerim’in azametini beyan etmenin yanında ilahi açık ayetlere karşı çıkan ve inat etmekte ısrar edenleri uyarıyor ve bir gün inat etmenin kötü sonuçları yüzünden yaptıklarından pişman olacaklarını söylüyor. O gün geldiğinde kafirler keşke müslüman olsaydık diyecektir.

Bu konuda İmam Sadık –s– şöyle buyuruyor: kıyamet gününde haberci seslenir, öyle ki bütün insanlar onun sesini duyar. Haberci bugün İslam’a iman edenlerden başka hiç kimse cennete girmeyeceğini söyler. O sırada insanlar keşke biz de müslüman olsaydık, diye hasret çeker. Ayetlerin devamında gayet net bir şekilde şöyle buyuruyor: Ey peygamber! Bunlar kendi haline bırak ki hayvanlar gibi yesinler içsinler ve bu fani yaşamdan zevk alsınlar ve arzuları onları eğlendirsin. Ama pek yakında hakikati öğrenirler. Bunlar hayvanlar gibidir, öyle ki yemekten ve maddi zevklerden başka hiç bir şey anlamaz ve tüm çabaları da bunları elde etmek içindir. Kibir ve gaflet ve irili ufaklı arzular onları o kadar çok meşgul etmiştir ki artık bu alemin hakikatlerini anlayamazlar. Ancak gaflet perdeleri aralandığında veya kendilerini ölüm eşiğinde veya kıyamet mahşerinde bulduklarında işte o zaman ne kadar da ziyankarlardan ve bedbaht insanlardan olduklarını anlayacaklardır.

Bu ayet insanların arzu ve ülküleri hakkında zarif bir noktaya işaret ediyor. Kuşkusuz umut ve arzu insan yaşamının çarkını döndüren güçtür ve eğer insan bir gün umut ve arzularını kaybedecek olursa, o zaman daha az çaba harcar. İslam Peygamberi –s– şöyle buyurur: Umut, benim ümmetinin rahmet kaynağıdır.

Eğer umut nuru olmasaydı hiç bir anne bebeğini emzirmez ve hiç bir bahçıvan bir fidan dikmezdi. Fakat eğer umut ve arzular makul bir düzeyi aşar ve kuruntu haline gelirse, o zaman sapkınlığa yol açar. Hani yağmur suyu her yerde hayat ve abatlık vesilesidir, ama belli bir ölçüyü aştığı takdirde yıkıcı sele dönüşür. Kur'an'ı Kerim de aşırı büyük arzular ve boş umutların insanı kuruntuya sürüklememesi ve esas hedefinden uzaklaştırmaması gerektiğini buyuruyor. Hicr suresinin 9. ayetinde şöyle okumaktayız: Kur’an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız. Kafirlerin bahane aramaları ve Allah Resulü ve Kur'an'ı Kerim ile alay etmelerinin ardından bu ayet temelli bir gerçeği beyan ediyor ki o da, Kur'an'ı Kerim’ın yüce Allah’ın yaktığı bir kandil olduğu ve asla söndürülemeyeceği gerçeğidir. Kur'an'ı Kerim asla batmayan bir güneştir, çünkü bu semavi kitabı bizzat yüce Allah muhafaza etmektedir.

Eğer alemin bütün cebbar ve zalim ve zorba güçleri elele verir ve bu ilahi kitabın nurunu söndürmeye kalkışırsa, buna asla gücü yetmez, çünkü Subhan Allah Kur'an'ı Kerim’i her türlü tahrife karşı korumuştur ve dünya var olduğu müddetçe bu hidayet bildirgesi hiç değişmez ve yok olmaz. Vahiy katipleri Kur'an'ı Kerim ayetleri İslam Peygamber’ine –s– nazil olduktan sonra bu ayetleri büyük bir titizlikle kayda geçirirdi.

Ebu Abdullah Zencani Kur'an'ı Kerim tarihi adlı eserinde şöyle diyor: İslam Peygamber’inin –s– vahiy ayetlerini kaydeden bir çok katibi vardı. Onlar 43 kişiydi ve en ünlüleri dört halifeydi, ama herkesten ziyade bu bağlamda Zeyd Bin Sabit ve Ali Bin Ebu Talib Allah Resulüne –s– eşlik ediyordu. Bugün ister şii ister sünni, bütün İslam alimleri Kur'an'ı Kerim’de hiç bir tahrif yaşanmadığı ve bugün elimizde olan Kur'an'ı Kerim, Allah Resul’üne –s– nazil olan kitabın ta kendisi olduğu konusunda hem fikirdir, öyle ki bu kitaptan tek bir kelime ne eksilmiş, ne de ona eklenmiştir. Böylece ilahi kitap nazil olduğu ilk günden itibaren asla değişmemiş ve beşeriyeti hidayete erdirmeyi sürdürmüştür. Bugün bile düşmanların Kur'an'ı Kerim’e el uzatma komplolarının asla sonuç vermediğini, bilakis beşeri ilim arttıkça bu kitapta yer alan sırların bir bir gün ışığına çıktığını ve her gün yeni bir zarif nokta anlaşıldığını görüyor.

Kur'an'ı Kerim insanların yaşamında anayasa, yaşam tarzı kılavuzu, hükümet, saadet ve mutluluk anahtarıdır. İmam Ali –s– bu semavi kitap hakkında şöyle buyuruyor: Allah Teâlâ peygamberine öyle bir kitap nazil etti ki nuru asla sönmez ve ışığı asla karanlığa dönüşmez. Bu kitabı izleyenler asla yolunu kaybetmez ve hakkı batıldan ayırt edendir ve delilleri asla sönmez. Hicr suresi daha sonraki ayetlerde yüce Allah’ın yaratılışta sergilediği ilahi güç ve azametinden söz ediyor. Ayetler gök yüzü ve gökte yer alan semavi cisimlerden yüce Allah’ın ayetleri olarak tanıtıyor ve ardından yer yüzündeki nimet ve bereketlere işaret ederek şöyle devam ediyor: Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik. Orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) geçim vasıtaları yarattık. İlahi nimetlerden biri yer yüzünün düz olması ve böylece tarım ve diğer beşeri faaliyetlere kolaylık sağlamasıdır.

Dağların yaratılması da tevhid işaretlerinden biri olduğundan ayet burada dağlara temas ediyor ve yeryüzünde sabit ve sağlam dağlar inşa edildiğini beyan ediyor. Dağlar bilindiği üzere yerkabuğunun çatlamasından ve bu kabuğun zamanla soğumasından veya yanardağ püskürmelerinden doğan doğal nesnelerdir. Dağlar kökleriyle birbirine bağlıdır ve yerkabuğunun iç baskılara karşı direnmesine yardımcı olur.

Bir başka ifade ile dağlar yerkabuğunu istikrarlı hale getirerek insan ve diğer canlı mahlukların bekasını temin eder. Dağlar fırtınaların ve rüzgarın hızını keser, ayrıca içme suyunun depolanması için de uygun bir yerdir. Hicr suresinin ayetleri daha sonra da bitkileri ve insanların ve diğer canlı hayvanların bekasında ifa ettiği rolü beyan ediyor ve şöyle buyuruyor: yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik. Yani yüce Allah her bitkiyi tüm organlarıyla ölçülü ve hesaplı bir şekilde yaratmıştır. Kuşkusuz bitkileri incelemek ve özelliklerini bilmek de tevhid ve Allah’ı tanımanın yollarından biridir.

Ayet şöyle devam ediyor: Orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) geçim vasıtaları yarattık. Yani sadece biz insanlar değil, yer yüzünde yaşayan tüm canlılar da bu nimetlerden yararlanır. Gerçekte yer yüzünde tüm nimetler belli ölçülerde ve ilahi tedbirler çerçevesinde yaratılmıştır ve hiç bir tesadüfi veya plansız ortaya çıkmamıştır. Hicr suresinin 21. Ayeti ise şöyle buyuruyor: Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz. Gerçekte her şeyin kaynağı yüce Allah’ın elindedir ve bu bağlamda Allah Teâlâ’nın hiç bir sınırı yoktur. Ama aynı zamanda şu alemde her şeyin bir hesabı ve kitabı vardır ve herkesin rızkı da yüce Allah tarafından belirlenmiştir.

Bu yüzden insanlar kendileri için belirlenen rızık için çalışmalı ve çaba harcamalıdır. Bu çaba insanlardan tembelliği uzaklaştırmanın yanında neşelenmelerine vesile olur. Eğer çalışma ve çaba olmasaydı ve her şey hesapsız bir şekilde insanlara sunulsaydı, bu alemin halini ne olurdu? Kuşkusuz çalışmayan ve boş oturan insanlar sürekli isyan çıkarır ve kaos yaratır. Bu yüzden insan fani dünyadaki yaşamında çalışmalı ve çaba harcamalı ve kendini yetiştirmelidir.