Semavi Sureler 20

Semavi Sureler 20

Geçen bölümlerde Kur'an-ı Kerim’in tüm sureleri, bir sure dışında Bismillahirrahmanırrahim cümlesi ile başladığını anlatmıştı. Tevbe suresi bu cümle ile başlamayan Kur'an-ı Kerim’in tek suresidir. Bugünkü sohbetimizde Tevbe suresini tanıtmaya çalışacağız. Kur'an-ı Kerim müfessirlerine göre Tevbe suresinin ahitlerine bağlı kalmayan düşmanlardan beraat ilanı ve onlara karşı sert tutum izlenmesi ile başlaması, yüce Allah’ın bu kesime yönelik gazabını yansıtır ve bu yüzden Allah’ın sevgi ve rahmetinin işareti olan Bismillahirrahmanırrahim cümlesi ile bağdaşmaz.

Tevbe sûresi, 129 (yüzyirmidokuz) âyettir. 128 ve 129. âyetler Mekke'de, diğerleri Medine'de inmiştir. 104. âyet tevbe ile ilgili olduğu için sûreye bu isim verilmiştir. Sûrenin bundan başka birçok ismi olup en meşhuru Berâe'dir. Çünkü biraz önce de ifade edildiği üzere sure ahitlerine bağlı kalmayan müşriklerden beraat ilanı ve onlara karşı sert tutum izlenmesi ile başlamaktadır. Yine surede yer yer tevbeden söz edildiği için Tevbe adı verilmiştir. Tevbe suresi İslam dini Arap yarımadasında yükseldiği ve müşriklerin son direnişleri kırıldığı sıralarda nazil olduğundan, muhtevası özel önem arz etmektedir.

Surenin önemli bir bölümü müşrikler ve onlarla ilişkilerin kesilmesi ve müslümanlarla olan anlaşmalara bağlı kalmamaları ile ilgilidir. Ancak İslam dini yaygınlaşmaya başlamasının ardından bazıları tavır değiştirdi ve müslümanların saflarına katılarak uygun fırsatta bu semavi dine darbe vurmaya yeltendi. Tevbe suresinin bazı ayetleri söz konusu münafıkların ve uygulamalarından söz ediyor ve bu kesimin tehditleri hakkında uyarıda bulunuyor. Surede ayrıca Allah yolunda cihadın önemine ve müslümanların saflarının güçlenmesi ve birliğine işaret edilirken, türlü bahaneler uydurarak cihattan kaçmaya çalışanlar serzeniş ediliyor.

Zekat ve servet biriktirmeden kaçınma meseleleri, surede yer alan diğer bazı konulardır. Hicretin 8. Yılında Mekke fethinin ardından İslam peygamberi (sav) genel af ilan etti. Buna göre Mekke müşrikleri bu kentte yaşamlarını sürdürdü ve inançları ile ilgili merasimlerini yerine getirdi. Müşriklerden bazıları Kabe etrafında çıplak tavaf ediyordu. Müşriklerin bu tür batıl inanç ve hurafeleri müslümanları rahatsız ediyordu. Müslümanlar bu sorunu çözmek üzere ilahi fermanı bekliyordu ki Tevbe suresinin ilk ayetleri Medine’de nazil oldu ve Allah resulü (sav) Hz. Ali’yi (sa) Allah’ın mesajını Mekke halkına okumakla görevlendirdi.

Tevbe suresinin 1. İla 3. Ayetleri şöyle: Allah ve Resûlünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar !Ey müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil (ve perişan) edecektir. Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Resûlünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. (Ey Muhammed)! o kâfirlere elem verici bir azabı müjdele! Surenin birinci ayeti müşriklere müslümanlarla yaptıkları tüm antlaşmaların feshedildiğini ve bu ayetin Allah ve peygamberinin antlaştığı müşriklerden beraat ettiğinin işareti olduğu beyan ediliyor. Ayetlerin devamında müşriklere dört aylık bir süre tanınıyor. Ayetlerde Müşrikler bu süre içerisinde özgürce istedikleri her yere gidebilecekleri, fakat sürenin sonunda şartlar değişeceği ifade ediliyor.

Burada akla gelen soru şu ki Kur'an-ı Kerim nasıl müşriklerle yapılan antlaşmaları tek yanlı feshediyor? Ancak surenin 7. Ve 8. Ayetlerinde de beyan edildiği üzere antlaşmaların feshedilmesi durup dururken olmadı, bilakis antlaşmanın müşriklerce ihlal edildiği işaretleri ortaya çıkmaya başladı ve müşrikler ellerine fırsat geçtiği anda antlaşmalara bakmaksızın müslümanlara darbe indirme niyetindeydi. Kuşkusuz akıl ve mantık, düşman antlaşmayı bozmaya hazırlandığı bir sırada gafil avlanmamak için önceden antlaşmayı feshetmeyi ve düşmana karşı hazırlı olmayı icap eder. Kuşkusuz İslam dini ahde vefa meselesine çok vurgu yapan bir dindir, ancak bu ilke karşı taraf da antlaşmaya bağlı olduğu ve kötü düşünceleri olmadığı müddetçe geçerlidir. Her halükarda İslamî toplumdan her türlü şirk ve putperestlik izlerini silmek de hayati önem arz eden bir konuydu.

Beraat ilanı ve eski antlaşmaların feshedilmesinin ardından yüce Allah Mekke müşriklerine düşünmek üzere dört ay da süre tanıdı. Müşriklerin bu süre içerisinde kararını vermesi gerekiyordu, şöyle ki ya İslam dinini benimseyecek ve cahillik ve geri kalmışlığın sebebi olan putperestlikten el çekecek, ya da Mekke’den ayrılacak, ya da müslümanlarda savaşmaları gerekecekti. Çünkü müşriklerin tevhid merkezinde dolaşmaları ve yanlış ve uygun olmayan amellerde bulunmaları İslamî toplumun ilkelerine aykırıydı. Öte yandan bu süreçte önemli olan nokta, müşriklerle antlaşmaların feshedilmesi, onları gafil avlama şeklinde olmadı, bilakis onlara dört ay süre tanındı ve bu duyuru kurban bayramında, Kabe’nin yanı başında bütün herkese okundu. Eğer burada ahlaki ilkelere uyma söz konusu olmasaydı müşriklere asla süre tanınmaz ve onlara, savaş için hazırlık yapmalarına fırsat verilmez ve antlaşma tek yanlı feshedilerek ansızın bir saldırı ve baskınla işleri bitirilirdi.

Fakat yüce Allah bu genel duyuruyu Mekke’de ve üstelik büyük bir günde yaparak düşmana bahaneye mahal bırakmamak ve bize namertçe saldırdılar ve gafil avladılar gibi bahane oluşturmamak istedi. İşin ilginç tarafı putperestlerden bir çoğu dört aylık süreyi değerlendirdi ve İslam tealimini inceledikten sonra bu semavi dini benimsedi. Bu arada antlaşmalara bağlı kalan müşrikler bu durumdan müstesna edildi: Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden (antlaşma şartlarına uyan) hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar (bu hükmün) dışındadır.

Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Allah (haksızlıktan) sakınanları sever. Tevbe suresinin 17. Ayetinde ise yüce Allah şöyle buyurur: Allah'a ortak koşanlar, kendilerinin kâfirliğine bizzat kendileri şahitlik ederlerken, Allah'ın mescitlerini imar etme selâhiyetleri yoktur. Onların bütün işleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedî kalacaklardır. Mekke müşrikleri ile antlaşmalar feshedildikten sonra bazıları müşrikleri ve mallarını camilerin inşaatında kullanmayı düşünmeye başladı. Bu kesime göre müşrikleri dışlamamak gerekiyordu, çünkü müşriklerin hac merasimine katılması her açıdan imar vesilesiydi.

Örneğin onların mali yardımları ile Mescidi Haram imarlı hale getirilebilirdi. Ancak yüce Allah camilerin müşriklerin yardımı ile imarlı hale getirilmesini reddetti ve müşriklerin Mescidi Haram ve Kabe’nin çevresini imarlı hale getirme çabalarının hiç bir değeri ve itibarı olmadığını buyurdu. Yüce Allah pak ve münezzehtir ve evi de aynı şekilde pak ve münezzeh olmalıdır. Bu yüzden camilerin mütevellileri ve hademeleri de en pak insanların arasından seçilmesi ve Kabe ve camilerin üzerindeki kirli ellerin kesilmesi gerekir. İslam açısından salih amel, İmam ağacının pak meyvesidir. Amel ise, insanın inanç ve niyetlerinin yansımasıdır ve ona göre şekillenir.

Bu yüzden pak olmayan niyetlerden asla pak ürün elde edilemez. Camiler ve İslamî kutsal mekanlar da ancak pak insanlar tarafından hizmet gördüğü zaman pak insanlar yetiştirebilir ve buralarda Allah’a ve kıyamet gününe iman eden insanlar namaz kılar, zekat öder ve Allah’tan başka hiç kimseden korumaz. Tevbe suresinin 36. Ayetinde ise şöyle okumaktayız: Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah (kötülükten) sakınanlarla beraberdir. Bir ay, ayın yerkürenin etrafında tam olarak bir kez dönmesi için geçen süredir ve bu hareket yılda 12 kez tekrarlanır.

Bu hareket çok değerli ve doğal ve değişmez bir takvimdir ve insanların yaşamına doğal bir düzen kazandırır ve tarihi hesaplarına çeki düzen verir. İslam dininde haram aylar sabit ve bellidir ve Zikade, Zilhicce ve Muharrem ayları olmak üzere art arda gelen üç aydan oluşur, ancak Receb ayının hesabı başkadır. İslam dini haram ayları ilan ederek gerçekte bir nevi güdümlü ateşkes ilan etmiştir. Bu dört ayda savaşın yasaklanması, uzun süren savaşlara son verme ve barış huzura davet etme bağlamında atılan bir adımdır. Çünkü yılın dört ayı boyunca kılıçların çarpışma sesi kesildiğinde insanlar düşünmeye fırsat bulur ve böylece savaşın son bulma ihtimali artır. Kuşkusuz eğer düşman bu kanundan yararlanarak haram ayların hürmetini kıracak olursa, müslümanlara düşmana karşı koyma izni verilmiştir.