Kur’ân-ı Kerîm’de “Dünya”

Kur’ân-ı Kerîm’de “Dünya”

“Bilin ki, dünya hayatı; ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal ve evlatta bir çoğalmadan ibarettir. Tıpkı şuna benzer: Bir yağmurun bitirdiği bitki, ekincilerin hoşuna gider, o kurur da sen onu sararmış halde görürsün. Sonra da çer çöp olur. Âhiret’te ya şiddetli bir azap yada Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk vardır. Bu dünya hayatı; aldatıcı, geçici bir metâ’dan başka bir şey değildir.”

 

            Bu mübarek âyet insan ömrünün beş evrelerine dikkat çekmiştir:[2] “Dünya hayatı, bir oyundur.”Heves edilir, uğraşılır ve boğuşulur. “Dünya hayatı, bir eğlencedir.”İnsanı faydalı olan işinden, gücünden, vazifesinden alıkoyan ve vaktini öldürmekten başka bir işe yaramayan bir oynaştır. “Dünya hayatı, bir süs, ziynettir.” Herhangi bir şeref bahşetmeyen, gâfilleri aldatan, giyimler kuşamlar, ciciler biciler kabilinden sadece albenili bir süs, gösteriştir. “Dünya hayatı, fâni ve zail sıfatlarla aranızda bir övünçtür.”Mal ve makam gibi insanın dışında olan şeylerle övünmektir. Ben senden üstünüm, ben felanın oğluyum gibi bir övünüştür.  “Dünya hayatı, mal ve evlatta bir çoğalma vesilesidir.” Yâni “Bilin kimallarınız ve çocuklarınız birer sınavdır.”[3], “Ey inananlar, mallarınız ve çocuklarınız size Allah’ı anmaktan alıkoymasın.”[4], “Ne mallarınız, ne de evlatlarınız size katımızda bir yakınlık sağlar.”[5]   

 

            Bu tiplerin sonu tıpkı şuna benzer: Bir yağmurun bitirdiği bitki, çiftçilerin hoşuna gider. Fakat sonra o bitki kurur heyecana gelir, hareket eder, coşar, gürleşir yahut kurumaya yüz tutar, körelir de sen onu sararmış halde görürsün. Sonra da kırıntı, çer çöp olur.

 

            Âhirette ise günahkârlara, ya şiddetli bir azap, mahrumiyet yâni dünya hayatına düşkünlüğü neticesi çetin bir acı vardır. Onun için bu mübarek âyette ilk önce ”azap” haber verilmiştir. Yada sâlihlere, iyilere Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk vardır. Allah’tan bütün günâhları örten, zahmetleri unutturan ve mahiyetini tasvir imkanı olmayan bir bağışlama ve bir rızvan vardır. Demek ki bir azab’a karşılık, mağfiret ve hoşnutluk olmak üzere iki şey zikredilmiştir. Bu da yüce Rabbimizin rahmet sıfatının gazab sıfatına üstün geldiğini göstermektedir. Sonuçta, Bu dünya hayatı; aldatıcı, geçici bir metâ’dan başka bir şey değildir.

 

Dünya nedir?

 

“Dünya”kavramı, lügatte; “Yaklaşmak, yakın gelmek, alçak ve aşağı çekmek” anlamına gelen “dunûv” veya “bâsit, iğreti, adî” anlamına gelen “denâet” kelimelerinden türemiş olan “ednâ”  ism-ı tafzîl lafzının müennes/dişil şeklidir. “Ednâ” kelimesinin elif-i vav’dan dönüşmüştür. Çünkü o, “denâ=yaklaştı” ve “yednû=yaklaşır” kelimesinden türemiştir. “Ednâ”kavramından bazen “az ve küçük” kastedilir; bu durumda “ekser=ençok” karşıtı olur. Bazen “hakir ve evvel” kastedilir; bu durumda “âlâ=yüce” ve “âfzel=üstün” karşıtı olur. Bazen “en yakın” kastedilir; bu durumda “abed=en uzak” karşıtı olur. Bazen de “ilk” kastedilir; bu durumda “ahir=son” karşıtıdır. “Dünya” lafzının aslı “dunvâ” dır. Vâv, yâ’ya dönüştürülmüştür. “fu’lâ” veznindedir. “Dünya”kelimesinin çoğulu “Dûney”gelir. Tıpkı “Kûbra’nın” çoğulu “Kûber” ve “Sûğra’nın” çoğulu “Sûğer”olduğu gibi.

 

“Dünya”kavramı, “hayat” kelimesiyle birlikte kullanılmış ve “âhiret” kavramının karşıtı olarak Kur’ân-ı Kerîm’de 115 defa zikredilmiştir. Buna karşılık, “âhiret” kavramının sayısı da aynıdır. “Ölümden önceki her şeye, dünya” ve “ölümden sonraki her şeye ise, âhiret” denilmiştir.

 

Dünya bir sıfat olmasına rağmen üzerinde yaşadığımız yeryüzünün ismi olarak algılanmıştır. Üzerinde yaşadığımız yer küresini/jeolojik anlamdaki dünyayı anlatmak üzere Kur’ân-ı Kerîm, “arz=yer” kelimesini kullanmıştır. “Dünya” kelimesi ise, yeryüzünde yaşanan hayatın basitliğini, değersizliğini ve geçiciliğini ifade eden bir anlam kazanmıştır.

 

Kur’ân-ı Kerîm’de dünya kelimesi geçen âyetlerde; dünyanın insanları aldatmasından[6], dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğundan[7], dünyada verilen mal ve evlatların dünya hayatının süsü oluşundan[8], dünya metaının aldatıcılığı ve azlığından[9], bazı insanların dünya hayatını tercih edişlerinden[10], âhirete karşılık dünyanın sevgisinden[11], bazı insanların dünya hayatının görünen kısmını bilmeleri ve âhiretten ise gâfil oluşlarından[12], insanların âhireti dünya hayatına sattıklarından[13], dünyada güzel iş yapanlara hem dünyada ve de âhirette güzellikler verileceğinden[14] vebu dünya hayatının geçici bir kazançtan ibâret[15] oluşundan söz edilmektedir.

 

Dünya hayatı ne demektir?

 

Hayat, bitki ve hayvanlarda bulunan gelişen güç anlamına gelir: “Biliniz ki, Allah, toprağa öldükten sonra tekrar verir.”[16] “Ölü bir memleketi dirilttik.”[17]“Her canlı şeyi sudan yarattığımızı bilmediler mi? Onlar hâlâ inanmazlar mı?”[18]

 

Hayat, duyan, hisseden güç anlamında kullanılır: “Diriler ile ölüler de bir değildir.”[19] “Biz yeryüzünü barınak yapmadık mı? Ölüler içinde diriler için de.”[20]“Onu dirilten Allah elbette ölüleri de diriltir.”[21]

 

Hayat, üzüntünün geçtiğini ifade eder: “Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayınız, aksine onlar diridirler; rablerinin katında rızıkları verilmektedir.”[22]

 

Hayat, ebedî olan âhiret hayatıdır. Akıl ve ilimden ibaret olan hayata bununla ulaşılır: “Allah ve Peygambei size, hayat verecek şeylere çağırdıkları zaman hemen onları kabul edin.”[23] “Ah keşke ben bu hayatım için önceden iyi işler göndermiş olsaydım.”[24]  “Asıl hayat âhiretteki hayatttır; keşke bunun bilincine varsalardı.”[25]

 

Yüce Allah’ın kendisiyle nitelendirdiği ‘hayat’tır. Yüce Allah hakkında “Allah diridir.”[26] dendiğinde,bunun anlamı, Onun için ölümden söz edilemez, demektir. Ölümsüzlük ise, Yüce Allah dışında kimse için söz konusu değildir.

 

Dünya oyunu ne anlama gelir?

 

Le’ib=oyun, kelimesinin aslı lu’âb sözcüğüdür ki lugatta, akan tükrük, ağız suyunun akması anlamına gelir. Le’betûn, bir kere oyun oynamayı anlatır.Lu’betûn, kendisiyle oyun oynanan alettir. Melebûn ise, oyun oynanan yer, oyun yeri demektir. “Bu dünyahayatı sadece bir oyun ve oyalamadan ibarettir…”[27], “Dinlerini bir oyun ve bir eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının alttatığı kimseleri bırak!”[28]

 

Dünya eğlencesi nasıldır?

 

Lehv=eğlence, insanı faydalı olan işinden, gücünden, vazifesinden alıkoyan ve vaktini boşa geçirmekten başka bir işe yaramayan bir oynaştır. Lehv, insanı gerekli olan işinden mâni kılan şeydir. Bu anlamda, lehavtû be kezâ = falan şeyle oyalandım ve leheytû ân kezâ = oyunla ilgilenip başka şeyleri unuttum, demektir. “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir.”[29] şeklinde yüce Allah buyurmaktadır.

 

Elhâhû kezâ = daha önemli olan şeyin önüne geçti ve ondan alıkoydu, mânâsınadır. Yüce Allah buyurur: “Çoklukla övünmek, size kabirlere varıncaya kadar oyaladı.”[30]

 

İnsan kendisinden istifade ettiği her şey için lehv ismi kullanılır.Yüce Allah buyurur: “Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik, yapacak olsaydık öyle yapardık.”[31]

 

Dünya ziyneti, süsü ne demektir?

 

“Fakat Allah, imanı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde süslemiştir.”[32] şeklinde yüce Allah’ın buyruğu nefsî ziynete (ilim ve güzel inançlar gibi) işaret edilmiştir.

 

“De ki: ‘Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü kim haram etmiş?”[33]âyeti ise, haricî ziynetle (mal, makam ve güç gibi) alakalıdır.

 

“Karun, süsü içinde toplumunun karşısına çıktı.”[34]âyetinde sözü edilen ziynet ise mal, ev eşyası ve makam gibi dünyevî ziynettir.

 

“Âhirette inanmayanların işlerini kendilerine süslemişizdir.”[35],“Biz, her ümmete yaptıklarını böyle süslü gösterdik.”[36] âyetlerinde yüce Allah ziyneti küfre atfetmiştir.

 

 “Şeytan, işlerini onlara süslemişti.”[37], (İblis): Rabbim, dedi, beni azdırmandan ötürü andolsun ki, ben de yeryüzünde onlara (günâhları) süsleyeceğim.”[38] âyetlerinde yüce Allah ziyneti şeytana nisbet etmiştir.

 

Aranızda övünme, mal ve evlatta çoğalma ne demektir?

 

            “Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten tutkuya kaptırıp alıkoymasın…”[39]

 

“Mallarınız ve evlatlarınız bir fitne (sınav)dır, (Allah, onlarla sizi imtihan etmektedir)…”[40]

           

(Mal, mülk ve servette)Çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz (kabre girinceye kadar mal artırmağa çalıştınız). Hayır, (olmaz bu), yakında bileceksiniz (hatânızı)! Yine hayır, yakında bileceksiniz (hatânızı)! Hayır, (gerçeği)kesin bilgi ile bilseydiniz; Mutlaka cehennemi görür (onun varlığını gözle görmüş gibi kabul eder)diniz. Sonra onu kesin olarak gözle göreceksiniz.”[41]

 

            “Bir süreye kadar onları, (daldıkları) gafletleri içinde bırak. Onlar sanıyorlar mı ki kendilerine verdiğimiz mal ve oğullar ile onların iyiliklerine koşuyoruz? Hayır, (bu verdiğimiz dünya ni'metleri, onlar için bir imtihandır, fakat onlar)farkında değiller. Onlar ki Rablerine saygıdan titrerler. Ve onlar ki Rablerinin âyetlerine inanırlar. Ve onlar ki Rablerine ortak koşmazlar. Verdiklerini, Rablerinin huzûruna dönecekleri düşüncesiyle kalbleri korkudan ürpererek verirler. İşte onlar, hayır işlerine koşarlar ve onlar hayır için önde giderler.”[42]

 

            “Onlara şu iki adamı misâl olarak anlat: İkisinden birine iki üzüm bağı vermiş, onların etrafını hurmalarla çevirmiş, ortalarında da ekin bitirmiştik. Her iki bağ da yemişini vermiş, ondan hiçbir şey eksik etmemişti. Aralarından bir de ırmak akıtmıştık. O (adam)ın (başka)ürünü de vardı. Arkadaşiyle konuşurken ona; ‘Ben malca senden zenginim, adamca da senden güçlüyüm.’ dedi. (Böylece) kendisine yazık ederek bağına girdi: ‘Bunun yok olacağını hiç sanmam’ dedi. Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbime döndürülsem bile (orada)bundan daha güzel bir sonuç (daha güzel bir yer)bulurum. Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: ‘Seni topraktan, sonra nutfe (sperm)den yaratan, sonra da seni bir adam biçimine koyan Rabbine nankörlük mü ettin?’ Fakat O Allah benim rabbimdir, ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam! Bağına girdiğin zaman: Mâşâallah (Allah dilemiş de olmuş), kuvvet yalnız Allah iledir! demen gerekmez miydi? Gerçi sen beni malca ve evlatça senden az görüyorsun ama Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verebilir. Ve o(senin bağı)nın üzerine de gökten bir hesap görme âfeti gönderir de bağın kupkuru bir toprak kesilir. Yahut suyu dibe çekilir de bir daha su arayamazsın. Derken (o inkârcı kişinin)ürünü yok edildi, çardakları üzerine yıkılmış durumda olan(bağ)ın karşısında ona harcadıklarına acıyarak ellerini uğuşturmağa başladı: ‘Âh nolaydı, ben Rabbime kimseyi ortak koşmamış olaydım!’ diyordu. Allah'tan başka, kendisine yardım eden bir topluluğu da olmadı, kendi kendisini de kurtaramadı. İşte o durumda velilik (koruyuculuk)yalnız hak olan Allah'a mahsustur. O'nun vereceği sevâp da daha hayırlıdır, sonuç da daha hayırlıdır. Onlara dünya hayatının, tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten bir su indirdik, Yerin bitkisi onunla karıştı ve (sonunda bitkiler), rüzgârların savurduğu çöp kırıntıları haline geliverdi. Allâh, her şeye kadirdir. Mal ve oğullar dünya hayâtının süsüdür. Kalıcı olan güzel işler ise Rabbinin katında sevapça da daha hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır. (Yalnız kalıcı eylemlerin yarar sağlayacağı)O gün dağları yürütürüz; yeri alaçık (çırılçıplak)görürsün (dağlar savrulup dümdüz olmuş, engebeler kalkmıştır)onları (hep bir yere)toplamışız, hiçbirini bırakmamışızdır. Ve hepsi sıra sıra senin Rabbine sunulmuşlardır: Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (çırılçıplak, yalnız, malsız, mülksüz)bize geldiniz! Oysa siz, size (yaptıklarınızdan hesap sorulacak)bir zaman tayin etmeyeceğimizi sanmıştınız! Kitap (ortaya) konulmuştur. Suçluların onun içindekilerden korkarak: Vah bize, bu Kitaba da ne oluyor, ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız)şeyi sayıp döküyor! dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin kimseye zulmetmez.”[43]

           

“Allah'a kulluk edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya, akrabaya, öksüzlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yan(ınız)daki arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah, kurumlu, böbürlenen insanları sevmez.”[44]

 

“Yeryüzünde kabara kabara yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın, boyca da dağlara erişemezsin!”[45]        

 

            "İnsanlara yanağını bükme (kibirlenerek boynunu bir yana büküp yüzünü insanlardan öte çevirme)ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allâh, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez."[46]

 

            Hz. Ali aleyh’is-selâm şöyle buyurmuştur: “Kendini övmeyi bırak, kibrini düşür, kabrini hatırla.”[47]

 

Yine Hz. Ali aleyh’is-selâm şöyle buyurmuştur: “Âdemoğluna övünmek yakışır mı hiç? Başlangıcı nütfe ve sonu ise leştir… ”[48]

 

 “Küffâr” kavramının anlamı nedir?

 

Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli türevleriyle küfr kavramı 425 defa geçer. “Küfr=‘bir şeyin üzerini örten, nankörlük eden, imandan çıkan, mürted olan, inkâr eden, gizleyen, çiftçilik yapan, inanmayan, tasdik etmeyen, hiçe sayan, iman hududunu aşan, kaçınan” anlamlarına gelmektedir. Bu bakımdan “eşyayı örttüğü için geceye ve tohumun üzerini örttüğü için çiftçiye=kâfir” denilmiştir. Aynı şekilde “meyve tomurcuğuna=kâfûr” ve “kalça etlerine= kâfire” denir ki küfr maddesinden türemiştir. Yine “nimeti örtmek, namkörlük yapmak=küfran” ve “günahları örten bedene de=kefaret” denir ki küfr kökünden gelmiştir. Küfr masdarından türeyen kâfir kelimesinin çoğulu ise küffâr ve kefere’dir.      

 

Âhiret nedir?

 

“Âhiret”, “son”manasına gelen “âhir”kelimesinin müennesi’dir. “Âhir”ise “ilk”anlamına gelen “evvel”lafzının karşıtıdır. “Âhiret”terimi dinî literatürde; “Dünya hayatından sonra başlayan ve ebediyen devam edecek olan ikinci hayatın adıdır.” “Âhiret”kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de, 115 yerde ve genellikle “el-Yevmu’l-âhire=son gün”ve “ed-Daru’l-âhire=son ikâmet yeri” şeklinde geçmiştir.

 

“Âhiret günü yer, başka yere ve gök, başka göklere değiştirilir[49], o gün gök yarılır[50], o günyer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olur[51], o gün güneş büzülür[52], o gün yıldızlar dağılıp yayılır[53], o gün yıldızların ışığı silinir[54], o gün denizler kaynar[55], o gün kabirlerin içi dışına gelir[56],   o gün bütün insanlar tek ve kahredici Allah’ın huzurunda görünürler[57], o gün insanlar, yayılmış pervâneler gibi olurlar[58], o gün bazı yürekler çarpar[59],o gün gözler kurkudan aşağı kayar[60],  kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar, annesinden ve babasından, eşinden ve oğullarında[61]ve hiç bir yakını, bir yakınını sormaz[62]

 

Kur’an-ı Kerîm’de âhiret kavramı çeşitli tabirle zikredilmiştir; “Azâmetli bir gün= Yevmun-âzîm[63], Büyük bir gün=Yevmun-kebîr[64], Elem veren bir gün=Yevmun-elîm[65], Yaman bir gün=Yevmun-esîb[66], Kuşatıcı bir gün=Yevmun-muhîd[67], Toplanılmış bir gün= Yevmun-mecmuû[68], Belli bir gün=Yevmun-me’lûm[69], Pek Çetin bir gün=Yevmun-esîr[70], Cezâ günü=Yevmud-dîn[71], Kıyâmet günü=Yevmul-kıyâme[72], Ayrılış günü=Yevmul-Furkân[73], Pişmanlık günü=Yevmul-hesre[74], Diriliş günü=Yevmul-bâ’s[75], Ayrım günü=Yevmul-Fesl[76],Kavuşma günü=Yevmut-telâk[77], Çağrışma/Bağrışma günü=Yevmut-tenât[78],Toplantı günü= Yevmul-cem’e[79], Tehdit günü=Yevmul-veîd[80], Sonsuzluk günü=Yevmul-hulûd[81], Çıkış günü= Yevmul-hurûç[82], Aldanış günü=Yevmut-teğabun[83], Gerçek gün=Yevmul-hakk[84],Va’dolunan gün=Yevmul-mevûd[85],Bugün untulursun=Yevmut-tunsâ[86],Ölüm günü=Yevmus-subûra[87],  Hesabın dikileceği gün=Yevme yekûmu’l-hisâb[88], Bilinen o vaktin günü=Yevme vaktul-me’lûm[89],Saat/An=es-Sâ’a[90], Gerçek olan=el-Hâkka[91], Büyük olay=el-Karia”[92].



[1]- “Hadîd=demir”demektir. Hadîd sûresi Medine'de inmiştir. Mushaf'ta 57. ve inişte 112. sûredir. Bu mübarek sûre; 29 âyet, 544 kelime ve 1.474 harf içerir.

[2]- Fahruddin er-Râzî, Mefâtih’ul-Gayb, Tefsir-i Kebîr c.21, s.319

[3]- 8/Enfâl: 28

[4]- 63/Munâfikûn: 9

[5]- 34/Sebe’: 37

[6]- 31/Lokman: 4, 35/Fâtır: 5, 45/Câsiye: 35

[7]- 29/Ankebût: 64

[8]- 18/Kehf: 46

[9]- 3/Âl-i İmrân: 185, 4/Nisâ: 77

[10]- 79/Nâziât: 38, 87/A’lâ: 16

[11]- 14/İbrahim: 3, 16/Nahl: 107

[12]- 30/Rûm: 7

[13]- 2/Bakara: 86

[14]- 16/Nahl: 30,41

[15]- 40/Mu’min: 39

[16]- 57/Hadîd: 17

[17]- 50/Kâf: 11

[18]- 21/Enbiyâ: 30

[19]- 35/Fâtır: 22

[20]- 77/Mürselât: 25-26

[21]- 41/Fussilet: 39

[22]- 3/Âl-i İmrân: 169

[23]- 8/Enfâl: 24

[24]- 89/Fecr: 24

[25]- 29/Ankebût: 64

[26]- 2/Bakara: 255

[27]- 29/Ankebût: 64

[28]- 6/En’âm: 70

[29]- 47/Muhammed: 36

[30]- 102 /Tekâsur: 1

[31]- 21/Enbiyâ: 17

[32]- 49/Hucurât: 7

[33]- 7/A’râf: 32

[34]- 28/Kasas: 79

[35]- 27/Neml: 4

[36]- 6/En’âm: 108

[37]- 8/Enfâl: 48

[38]- 15/Hicr:39

[39]- 63/Munafikûn: 9

[40]- 64/Teğabûn: 15-16

[41]- 102/Tekâsûr: 1-7

[42]- 23/Mu’minûn: 54-61

[43]- 18/Kehf: 32-49

[44]- 4/Nisâ: 36

[45]- 17/İsrâ: 37

[46]- 31/Lokman: 18

[47]- Nehcü’l-Belâğa Hikmet: 398

[48]- Nehcü’l-Belâğa Hikmet: 454 

[49]- 14/İbrahim: 48

[50]- Murselât: 9

[51]- 69/Hâkka: 14

[52]- 81/Tekvîr: 1

[53]- 82/İnfitâr: 2

[54]- Murselât: 8

[55]- 81/Tekvîr: 6

[56]- 82/İnfitâr: 4

[57]- 101/Kâria: 4

[58]- 14/İbrahim: 48

[59]- 79/Nâziât: 8

[60]- 79/Nâziât: 9

[61]- 80/Abese: 34-36

[62]- 70/Meâric: 10

[63]- 6/En’âm: 15

[64]- 11/Hûd: 3

[65]- 11/Hûd: 26

[66]- 11/Hûd: 77

[67]- 11/Hûd: 84

[68]- 11/Hûd: 103

[69]- 26/Şuarâ: 38

[70]- 54/Kamer: 8

[71]- 1/Fatihâ: 4

[72]- 2/Bakara: 85

[73]- 8/Enfâl: 41

[74]- 19/Meryem: 39

[75]- 30/Rûm: 56

[76]- 37/Sâffât: 21

[77]- 40/Mu’min:13

[78]- 40/Mu’min: 32

[79]- 42/Şûrâ: 7

[80]- 50/Kaf: 20

[81]- 50/Kaf: 34

[82]- 50/Kaf: 42

[83]- 64/Teğabûn: 9

[84]- 78/Nebe’: 39

[85]- 85/Burûc :2

[86]- 20/Tâhâ: 126

[87]- 25/Furkân: 14

[88]- 14/İbrahim: 41

[89]- 15/Hicr: 38

[90]- 42/Şûra: 7

[91]- 69/Hâkkâ: 1-3

[92]- 101/Karia: 1-3

 

Fahrettin Güngör
Ehlader