Kur’an-ı Kerim ve Tabiat

Kur’an-ı Kerim ve Tabiat

Akıl ve inanç, Kur'an'da tabiat, kainatın yaratlışı, genel çekim kanunu.

Çoğu zaman günlük hayatta sık sık kullandığımız bir çok kavramı derinliğine düşünmediğimizi farketmemiz zor olmaz. Tabiat da bu kavramlardan biridir.

Tabiatla, ya da uydurma karşılığıyla doğa kavramıyla ne kasdettiğimizi ya da bu kavramın çerçevesinin nasıl belirlenebileceğini izah etmek kestirmeden mümkün olamamaktadır. Bu özellikle; müslümanca bir düşünme gayretinde  olanlar için daha da böyledir. Arapça kökenli olan tabiat kelimesiyle; yaratılışı, huy ve karakteri, alem ve içindekileri hatta hadiselerin ve varlıkların bağlı olduğu yaratılış kanunlarını (sünnet'u-llah) ifade etmeye çalışırız. Kainat, mükevvenat, alem(ler) kelimeleriyle de yakın anlamları ifade etmek mümkündür. Neredeyse bütün varlığı ifade edebilecek kadar geniş bir kavram çerçevesine sahiptir   tabiat kelimesi. Sadece maddi cisimleri ifade etmekle kalmayarak tabiat hadiseleri ve tabiat kanunları ifadelerinde olduğu gibi belli süreçleri ve bu süreçlerin kanunlaşan sebep sonuç ilişkilerini de ifade edebilmektedir.

Kainatın yaratılışı ve yaratılış aşamaları;  gezegenler ve özellikle dünya, güneş, ay ve yıldızlar; bunların hareketleri ve bu hareketlerin sonuçları; yeryüzü, kıtalar, iklim hadiseleri v.s tabiat kavramıyla iç içedir.

Akıl ve İnanç

Çizilmeye çalışılan kavramsal çerçevenin imanla yakından irtibatlı olduğu aşikârdır. Yüce bir Yaratıcı'nın varlığına inanan bir insanla materyalist, pozitivist, ateist bir insanın aynı kavramları anlama ve ifade etme tarzları açıktır ki çok farklı olabilecektir. Bütün felsefe  tarihinin en temel sorunları olarak kabul edilen “ Varlık nedir, nasıl var olmuştur?, Bilgi nedir ve insan neyi, nasıl bilebilir? ”‍ gibi sorulara doğru cevapları İslam'da bulduğuna inanan bir mü'min, bütün bunları nasıl anlamakta ve açıklamaktadır? İnsanın duyu organlarının ve aklının hakikate ulaşmada yeterli olamayacağını kavramış olan bir müslüman “doğru haber'e”‌ yani vahyin rehberliğine başvuracaktır.

Kuran'ın muhatabı insandır. Bu sebeple Kuran, insanın insanla, insanın yaratıcısıyla ve insanın kainatla olan ilişkilerini açıklayan ve düzenleyen kurallar getirmiştir. Kuran, insanın yaratıcısı ve hemcinsleriyle olan ilişkilerine dair geniş açıklamalarda bulunduğu ve kesin kanun ve prensipler getirdiği halde; insanın eşya ve kainatla olan münasebetlerinde genel prensiplerden bahsetmiş, eşyanın mahiyet ve kanunlarının araştırılmasını insan zekası ve aklına bırakmıştır.

Kur'an'da Tabiat

Kur'an-ı Kerim'e yüzeysel bir bakışla bile onun tabiat varlık ve olaylarını ne denli vurguladığını görmek mümkündür. Neml (karınaca), Şems (güneş) ve Zariyat (rüzgârlar) gibi bir çok sûrenin ismi tabiatla ilgilidir.

Kuran, eşyadan tafsilatlı olarak değil de, öz ve temel esaslar dahilinde bahseder. Bunları Yüce Yaratıcının bir nişanesi sayar. Ancak Kuran'ın ifade ve üslubu o kadar derindir ki, yer verilen ifadeler bir tohum gibi öz ve niteliklidir. İfade ve üslubundaki bu özellikler dolayısıyla her çağın insanı Kuran ayetlerinde kendi çağındaki anlayışa ve kültür düzeyine uygun bir mana bulabilmiş ve insan-eşya münasebetine dair ayetleri çağına uygun bir biçimde yorumlayabilmiştir.

Kuran-ı Kerim, eşyanın niçinini açıklamakta, nasıllığını ise insan aklının sınırlarına bırakmaktadır.

 “Gökte ve yerde olan şeylere bakın.”‌ [10:101] “Başlarının üzerindeki göğe bakmadılar mı? Biz onu nasıl bina ettik ve nasıl tezyin ettik?”‌ [50:6] “Onlar deveye bakmazlar mı ki, nasıl yaratılmıştır? Semaya bakmazlar mı ki nasıl yükseltilmiştir.”‌ [88:17][88:18] mealindeki ayetler buna örnektir.

Kuran'da 120 yerde sema, 190 yerde semavat, 2 yerde felek, 4 yerde burç kelimesi geçmektedir.  Bunlar insanı eserden o eserleri yaratana götüren ve Yüce Yaratıcının varlığına ve kudretine ulaştıran birer delil mahiyetindedir. Bu, Kuran'ın asıl amacıdır. Bunun yanında diğer bir amaç da insana insanlığın geçmişi ile ilgili bilgi vermektir. Böylece insan, geçmişindeki bilgileri özümseyerek bunlardan çeşitli dersler çıkartabilecektir. Bu hususla iligli Kuran'da geçen bazı örnekleri aktarmak istiyoruz.

Kainatın Yaratılışı

Pozitif ilim metodları ile incelenmesi tam olarak mümkün olmayan konulardan birisi  kainatın  yaratılışı meselesidir. Bununla birlikte bu konu ilim adamlarının daima ilgisini çekmiş ve çözülmesi gereken bir konu olarak zihinlerde canlılığını korumuştur. Hiç şüphesiz ilim adamlarınca bu konuda çeşitli faraziyeler-teoriler öne sürülmüştür.

Tüm bunların hepsi birer faraziyedir ve kesin değildir. İspatı da şu anda mümkün değildir. Ve uzun bir süre daha mümkün gözükmemektedir.Hatta bilim adamları bu teorileri kendi inanç ve ideolojilerine göre kullanmışlardır. Bazıları bu bilgileri Allah'ın varlığına ve yaratıcılığına delil olarak kullanılırken; bazı materyalistler ise bu bilgileri, Allah diye bir yaratıcının bulunmadığına delil olarak göstermişlerdir.

Kuran-ı Kerim'de kainatın yaratılışı konusundaki en dikkat çekici ayet, Enbiya Suresinin 30. ayetidir. Bu ayette “Kafirler görmediler mi ki, gökler ve yer birbirine bitişik idiler, onları biz ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık. Hala iman etmezler mi?”‌ denilmektedir.

Bu ayette, yaratılıştan bitişik ve kaynaşık anlamına gelen “Ratk”‌; bitişik iki şeyin ayrılması manasına gelen “Fatk”‌ kelimeleri kullanılmıştır. Bir başka ayet-i kerimede ise, Allah'ın kainatı yarattıktan sonra semanın duman halinde olduğu açıklanmaktadır. [41:11] Bu ayetlerde geçen ratk, fatk ve duman kelimeleri kainatın yaratılış konusunda anahtar kelimelerdir. Bu kelimeler iyi anlaşıldığı takdirde Kuran'ın bu konuda verdiği bilgi daha iyi anlaşılabilecektir. Buna göre gökler, yer ve bütün kainat, adına esir veya sedim denilen sise benzer bir maddeden yaratılmıştır. Bu madde tek bir madde iken bölünmüş, parçalanmış, dolayısıyla kendisinden küre şeklinde cisimler meydana gelmiştir.

Demek ki; kainat, yaratılmıştır, ezeli ve ebedi değildir. Kainatın bir başlangıcı vardır ve mutlaka bir sonu da olacaktır. Allah, eşya ve kainatı, kainatta hiçbir şey yok iken yaratmıştır. Kuran bunun nasıl olduğunu şöyle anlatır. “Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece o şeye “ol”‌ demektir, o da hemen olur.”‌ [36:82]

Genel Çekim Kanunu

Kainatın dengesini ve ahengini teşkil eden bu kanunu, hiç şüphesiz Cenab-ı Hak kainatı yaratırken koymuştur.  Kuran-ı Kerim, bu ve diğer tabiat kanunlarına “Sünnetullah”‌ adını verir. (Fatır Suresi, [35:43]) Yine Kuran'ın ifadesiyle bu kanunlarda “değişme”‌ ve “sapma”‌ yoktur.  Newton bu kanunu icad etmemiş, sadece onu keşfederek işleyiş sistemini bulmuştur.

Kuran-ı Kerim'de Cenab-ı Hak, kainattaki dengeye ve çekim kanununa işaret etmiş ve bu konuda bize genel bir bilgi vermiştir.  Bu ayetlerde, Allah Teala'nın yaratıcılığı ve kudreti birinci derecede ele alınırken, ikinci derecede de kainattaki dengeye işaret edilmektedir.  Bu ayetler şunlardır:

“Allah gökleri, görebileceğiniz direkler olmaksızın yükseltendir”‌[13:2] “O gökleri görünür direkleri olmaksızın yarattı. ”‍ [31:10] “Semayı yeryüzüne düşmekten alıkoyan O'dur. Ancak kıyamette O'nun izni ile düşecektir.”‍ [22:65] “Göğü O yükseltti ve mizanı (ölçü ve dengeyi) koydu.”‌[55:7] denilmektedir.

Güneş ve Ay Yörüngeleri

Kuran-ı Kerim, güneş ve aya ait yörüngelerden de bahsetmekte ve şöyle demektedir.

“Allah geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yarattı. Bunların her biri kendilerine mahsus hareketleriyle bir yörünge üzerinde hareket ederler.”‌ [21:33] “Güneş aya yetişemez, gece gündüzü geçemez. Hepsi birer felekte yüzerler.”‌ [36:40] Bu iki ayette “felek”‌ kelimesi geçmektedir.

Bu kelime çağımızda yörünge diye tercüme edilmektedir. Bu kavramın Kuran'ın nazil olduğu çağda insanlar tarafından bilinmediği açıktır. Zira Kuran'ın indiği çağda dünyanın dönmeyip durağan bir cisim olduğu, güneşin ise dönüp dolaştığı kabul edilmekteydi. Bir diğer ayette de “Güneş kendi karargahında yürür.”‌ [36:38] denilmektedir. Bu ayeti yorumlayan çağdaş müfessirler, güneşin bir istikrar noktasına doğru hareket ettiğini söylemişlerdir.

Kuran her çağa ve her çağın ilmi anlayışına uygun bilgiler vermekte ve her çağın insanına hitap edebilmektedir. Bu da Kuran'ın yüceliğini gösterir.