Kur'an-ı Kerim'i Anlamayı Engelleyen Şartlar

Kur'an-ı Kerim'i Anlamayı Engelleyen Şartlar

Yaşadığımız dünyanın ömrü ilerledikçe insanoğlu Allah'a, vahiye ve semavi kitaba olan ihtiyacını daha da derin bir şekilde idrak ediyor. Bu karada Müslümanların semavi kitabı Kur'an-ı Kerim, en son ve en mükemmel ve en etkin kılavuz olarak beşeriyeti saadet ve kemale erdirmek üzere en mükemmel programı sunuyor. Kur'an-ı Kerim asla sönmeyen bir nurdur ve insanları cahillik, şirk, küfür ve nifak bataklığı ve karanlığından kurtararak onlara gerçek kerameti armağan eder. Buna karşın günümüzde Kur'an-ı Kerim'in hakkı gerektiği gibi eda edilmiyor ve bu semavi kitap hatta Müslümanların arasında bile yalnız ve inzivada kaldığı gözleniyor.

Bazı insanlar Kur'an-ı Kerim tilavet edemiyor, bazıları bu yeteneğe sahip oldukları halde bu semavi kitaba zaman ayırmıyor ve bir başka grup da Allah kelamı üzerinde düşünmedikleri için bu kitaptan hakkı ile yararlanmıyor, öyle ki Kur'an-ı Kerim'in buyurduğuna göre İslam peygamberi (sav) kıyamet gününde kenti ümmetini Allah Teâlâ’ya şikayet ediyor ve şöyle arz ediyor:

Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terk ettiler. Peki ama nedir bu büyük gafletin nedeni? Bir Müslümanı Kur'an-ı Kerim'den, bu değerli hazineden uzaklaştıran ve nurani ayetlerini anlama ve idrak etme ve uygulama feyzinden mahrum bırakan şey nedir? Kur'an-ı Kerim bizzat bu önemli meseleye temas ediyor ve insanların son ilahi kitaptan nasıl en iyi şekilde yararlanabileceklerinin anahtarını ve bu yolda var olan engelleri beyan ediyor. Kur'an-ı Kerim öğretilerine göre yüce Allah'ın ayetlerini anlamayı engelleyen engellerden biri, kibir ve bencilliktir. Gerçekte hak Teâlâ karşısında alçak gönüllü olmayan ve Allah'ı tanıdığı ve O'na inandığı halde teslim olmayan kimse, saadet yolunu kendi üzerine kapatmıştır. Yüce Allah Araf suresinin 146. Ayetinde şöyle buyurur: Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler.

Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir. Yüce Allah Lokman suresinin 7. Ayetinde de şöyle buyurur: Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver! Yine Nuh suresinin 5 ila 7. Ayetlerinde Hz. Nuh kendi kavmini yüce Allah'a şikayet ederek şöyle diyor: (Sonra Nuh:) Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim; Fakat benim davetim, ancak kaçmalarını arttırdı. Gerçekten de, (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.

Gerçekte bencillik ve kibir Nuh kavminin böbürlenmesine ve kendilerini Allah Teâlâ’dan ve tealimlerinden bağımsız hissetmelerine yol açmıştı. Kur'an-ı Kerim'in büyük müfessirlerinden Ayetullah Cevadi Amoli bu konuda şöyle diyor: İnsan kendi bencilliğine kapıldıkça Allah'ı görmekten mahrum kalır ve ayrıca ilahi peygamberlerin şahitliğinden ve onları getirilerinden ve vahiy kelamından bencilliği büyüklüğünde mahrum kalır. Böyle birine karşı Allah Teâlâ huzurunda tevazu gösteren ve alçak gönüllü olan her inan ona göre Kur'an-ı Kerim kavramlarından daha fazla nasiplenir. Kur'an-ı Kerim'den yararlanmanın en etkili etkenlerinden biri, insanın ruhunu ve kalbini her türlü günah ve kötülükten arındırmasıdır.

Bu konuda İmam Humeyni (ra) şöyle buyurur: İnsan kalbinde doğa âleminin kötülükleri ve kirlilikleri var oldukça, Kur'an-ı Kerim'den yararlanmak mümkün olmaz, çünkü Kur'an-ı Kerim bizzat pak olmayan insanların bu semavi kitaba dokunamayacağını buyurmuştu. Pak olmanın da mertebeleri vardır ki şer'i paklık ve abdestli olmak, paklığın görece yüzü ve ruhun ve kalbin günahlardan ve kötülüklerden arındırmak, paklığın içe dönük yüzüdür. Kuşkusuz paklık mertebesi yüksek olduğu kadar Kur'an-ı Kerim maarifini ve hakikatini idrak etme mertebesi de bir o kadar yüksek olur. Bir başka ifade ile Kur'an-ı Kerim'e dokunmak için abdestli olmak, bu amelin görece izniyse, gönüllerin de pak ve abdestli olması Kur'an-ı Kerim'in batınına ulaşma izni sayılır.

Bazen insan o kadar fani dünyaya ve şatafatlı görünüşüne kapılır ki adeta fıtratını defnetmiş gibi olur ve Kur'an-ı Kerim tabiri ile kulağına ve kalbini kilitler ve bundan sonra hak sözü duyacak hiç bir yolu bulunmaz. Böyle biri aslında kalbini öldürmüş olur. Nitekim Yasin suresinin 70. Ayetinde bu semavi kitabın Diri olanları uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye gönderildiği buyurulmuştur. O zaman kalbi ölen insanların Kur'an-ı Kerim'den yararlanmaları söz konusu olamaz. Dolaysıyla takva ve günahtan uzak durmak ve insani ruh ve fıtratı yaşatmak, Kur'an-ı Kerim mealini ve kavramlarını idrak etmenin en önemli etkenlerinden biridir.

Bu konuda Ayetullah Cevadi Amoli şöyle der: Eğer insan Resulüllahın (sav) sözünü duymak ve Kur'an-ı Kerim'i anlamazsa, günahla perdelendiğini ve anlamama seviyesi de bu perdelenme ile orantılı olduğunu bilmesi gerekir. Yani insan her ne kadar bu dünyada günahlarına batarsa, bir o kadar Kur'an-ı Kerim'i anlamaktan uzaklaşır, çünkü yüce Allah da, bu tür insanlar haktan saptıklarında onların kalbini saptırdığını buyurur. Ahirete ve ölümden sonra yeniden dirilerek yeni bir yaşama başlamaya inanmamak, Kur'an-ı Kerim'i anlamak ve idrak etmek yolunda bir başka önemli engeldir.

Yüce Allah Isra suresinin 45. Ayetinde peygamberine hitaben şöyle buyurur: Biz, Kur'an okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına gizleyici bir örtü çekeriz. Gerçekte günahlara bulaşmış ve paklığını ve duruluğunu kaybetmiş bir akıl ve kalp, ahirete iman nimetinden de mahrum kalır ve böylece onu perdeleyen örtünün üzerine bir örtü daha eklenmiş olur ve böyle bir insanla Kurani hakikatler arasındaki mesafe daha da artır. Ancak ahirete ve ceza ve mükâfatına iman eden kimse, Kur'an-ı Kerim ve nasihatleri ile hidayete erer. Küfür ve şirk de Kur'an-ı Kerim'den yararlanma engelleri şeklinde beyan edilir.

Yüce Allah kâfirlerden ve müşriklerden başka hiç kimse hak Teâlâ’nın ayetlerini inkâr etmediğini buyurur. Küfür ve şirk insanı Allah'tan uzaklaştıran en büyük etkendir ve ilahi ayetlerin inkâr ve tekzip edilmesine yol açar ve bu tekzip de doğal olarak hakkı kabul etmemeyi ve O'na teslim olmamayı beraberinde getirir. Yüce Allah Nahl suresinin 98. Ayetinde şöyle buyurmakta: Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! İmam Humeyni (ra) de bu konuda şöyle buyurur: Şeytan, marifet yolunu dikenidir ve Allah'a hakiki bir şekilde sığınmadan insan bu vesveselerden korunamaz. O zaman Allah'ın kelamını en iyi şekilde anlamak ve idrak etmek için en başta önemli bir engel olan şeytani vesveselerden ve şeytanın telkinlerinden kurtulmalıyız ki bu da ancak Allah'ı tevekkül etmek ve O'na sığınmakla mümkün olur. Kur'an-ı Kerim'i anlamaya yardımcı olan bir başka etken, insanı haktalep ve hakikattalep olmasıdır ki bu özellikler ona hak söz karşısında tavır koymamasına ve mücadele etmeye kalkışmamasına ve sonuçta ruhunu ve kalbini mutlak hak sözün bereketleri ile aydınlanmasına vesile olur. İnsanlar yaptıkları her işte bir saikleri söz konusudur, ancak bu saikler çeşitli ve farklı konumlarda bulunan kişiden kişiye değişir.

Eğer insan Allah'ı tanır, Allah'ı iyi tanır ve O'na inanırsa, o zaman en büyük saiki Allah'ı hoşnut etmek olur. Böyle bir insan amellerinde dünyevi saikleri yoktur ve yine cennet nimetlerinde de gözü olamaz ve ancak Allah'ın hoşnutluğu onun için her şeyin üstündedir. Yüce Allah Maide suresinin 16. Ayetinde bu tür insanlar hakkında şöyle buyurur: Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir. Kur'an-ı Kerim ayetleri ve ne demek istediklerini anlamakta akıl ve düşünce önemli rol ifa eder. Gerçi Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayeti ilk bakıştı herkes tarafından anlaşılır gibi gözükür, fakat bu ayetlerde Zarif noktaları anlamak için akıl ve düşünce gücünü kullanmak gerekir. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim bizzat insanları sürekli bu semavi kitabın ayetleri üzerinde düşünmeye davet eder. Yüce Allah Muhammed (sav) suresinin 24. Ayetinde şöyle buyurur:

Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi? Kur'an-ı Kerim ayetlerini düşünme emri tüm kuşaklar ve tüm çağlar için geçerlidir ki böylece hiç kimsenin geçmişlerimiz Kur'an-ı Kerim'in tüm noktalarını anlamış ve artık üzerinde düşünülecek bir konu kalmamış diye düşünmesin. Kur'an-ı Kerim'le ilgili önemli bir nokta şu ki bu semavi kitabın hakikatleri insanların ameline yansımadığı müddetçe, Kur'an-ı Kerim'den yeteri kadar yararlanmadığı söylenebilir. İşte bu yüzden hepimiz amellerimizi ve durumumuz Kur'an-ı Kerim'le ölçmeliyiz.

Yani eğer Kur'an-ı Kerim'de iman ehli olanlarla ilgili ayetleri okuyorsak, bu ayetlerin üzerinde düşünmeli ve kendi durumumuz bakmalı ve eğer varsa bir eksiğimiz veya zayıf yönümüz, bunları Kur'an-ı Kerim'in gösterdiği yollardan telafi etmeliyiz ve eğer bu semavi kitabın belirlediği kriterlere yakın duruyorsak, Allah'tan bu konuda daha fazla tevfik nasip etmesini ve O'nun yolundan sapmamamız için yardımcı olmasını niyet etmeliyiz. Evet, Kur'an-ı Kerim sadece yemin etme aracı veya kütüphaneleri süsleyen kitap veya ezberleyerek yarışmalara katılma kitabı değildir. Esas Kur'an-ı Kerim'e amel etmek ve bunun için de en başta bu semavi kitabın maarifini doğru biçimde anlamak ve idrak etmek gerekir.