Kur'an-ı Kerim En Güzel Öğüt

Kur'an-ı Kerim En Güzel Öğüt

Kur’an-ı Kerim En Güzel Öğüt

       Katılaşma, kalbin hastalıklarından biridir ve kalbin yumuşaması, bazı etkenlere bağlıdır ve bu etkenlerden biri de öğüttür.

    Kur’an-ı Kerim en güzel öğüttür; çünkü Kur’an’ın öğüt, öykü ve kıssaları eğitici olmakla birlikte, kalbin yumuşama ve teslimiyet sunma nedenidir.

      Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

  “Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerdeki dertlere şifâ, inananlara hidâyet ve rahmet geldi.” [1]

    Öğüt, kalbi yumuşatacak şekilde insanlara hayırlarını hatırlatmak ve uyarmaktan ibarettir.

   Kur’an-ı Kerim, mesajlarını taşıdığı geçmiş kavimlerin başlarından geçen olayları öğüt olarak tanımlamaktadır. Kur’an-ı Kerim bu bağlamda, İsrâil oğullarının Hz. Musa’nın (a.s) şeriatine itaatsizliğini ve bunun sonucunda da cezaya çarptırılışlarını örnek göstermekte ve bunu, bir öğüt olarak şöyle hatırlatmaktadır:

“Bilirsiniz elbet, içinizde cumartesi gününe hürmet etmeyip emirden çıkanlara aşağılık maymun olun demiştik. O zaman bunu görenlerle sonradan gelenlere ibret, sakınanlara da bir öğüt olmak üzere onları maymun şekline sokmuştuk.” [2]

Müminler Emiri Ali (a.s), konuyla ilintili olarak şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki münezzeh olan Allah, kimseyi bu Kur’an gibi bir şeyle öğütlememiştir. Gerçekten de Kur’an, Allah’ın sağlam ipi ve emniyet nedenidir; kalbin baharı ve ilim pınarları ondadır; onun dışında kalbe parlaklık veren bir şey yoktur.” [3]

    Yine Müminler Emiri Ali (a.s), takva ehlini tanıtırken şöyle buyurmaktadır:

“Kur'an âyetlerini, harfleri sayılacak kadar ağır, anlamını düşünerek okurlar; kendilerini bu sûretle hüzünlere atarlar; dertlerinin devâsını Kur'an'da bulurlar. Kur'an'dan teşvike, sevaba, mükâfata ait bir âyet okuyunca o sevâbı elde etmeyi umarlar, gönüllerini özlemle ona verirler; sanırlar ki o mükâfat, gözlerinin önüne gelmiş, serilmiştir. Korkutucu bir âyet geçti mi, kulaklarını ona verirler; sanırlar ki cehennemin yalımlanması, alevi yücelirken çıkardığı ses, kulaklarına gelmektedir, onu işitmededirler.” [4]

      Kur’an-ı Kerim zemini amade ve elverişli insanlarda çok derin ve çığır açıcı değişimler yaratır ve bazen bir ayet, insanın hayatını değiştirir.

     Fuzayl b. İyaz, güvenilir ravilerden ve meşhur zahitlerden biridir. Ömrünün son döneminde Kâbe’nin yakınına yerleşmiş ve aynı yerde de Aşura günü hayata gözlerini yummuştu.

    Fuzayl bu makama varmadan önce insanların korkup ürktüğü çok tehlikeli bir eşkiya idi. Bir gün bir yerden geçerken bir kız görür ve ona vurulur. Fuzayl, yüreğini dağlayan bu kızın aşkıyla, bir gece kızın evinin üstüne çıkar ve tam bu esnada geceleyin Kur’an okuyan bir adamın şu ayeti okuduğuna duyar:

    “İnananlara, o çağ gelmedi mi henüz, Allah'ı anış ve Kur’ân'dan inen şeyler, onların gönüllerini yumuşatsın da tamâmıyla korkup itâat etsinler ve önceden kendilerine kitap verilenlere benzemesinler; onların, peygamberleriyle araları, uzayıp açıldıkça kalpleri katılaştı ve onların çoğu, buyruktan çıktı.” [5]

    Fuzayl bu ayeti duyunca Allah’a yönelir ve “Elbette ki o çağ gelmiştir, Allah’ım!” der ve tövbe ederek aşağı iner.

     Esmâ, yüce Allah Resulünün (s.a.a) ashabını şöyle tanıtır:

   “Allah Resulünün (s.a.a) ashabı, Kur’an okunduğunu duyduklarında gözleri yaşla dolar ve bedenleri titrerdi.”

   “Dürr’ül Mensur” kitabında Abd b. Hamid, İbn’ül Manzur, İbn-i Ebi Hatem, Eb’uş Şeyh ve İbn-i Merduye “...inananlara sevgi bakımından en yakınları da biz Nasrânîyiz diyenlerdir. Bunun sebebi de, onların içinde ilimle, ibadetle uğraşanlarla rahiplerin bulunuşudur ve bir de onlar, ululanmazlar.”[6] ayetinin tefsiri hakkında Said b. Cübeyr’den şöyle rivayet etmişlerdir:

      Ayetin buyurduğu keşiş ve rahipler, Necaşi’nin Habeşistan’dan Allah Resulünün (s.a.a) huzuruna İslam dini hakkında bilgi edinmek amacıyla gönderdiği elçilerdi. Bu elçiler, Habeşistan alimleri arasından seçilmiş yetmiş kişiydi; hem yaşça büyüklerdi ve hem de bilgice üstünlerdi.

      Bir diğer rivayete göre de Necaşi, kendi aykın adamları arasından otuz kişiyi seçmiş ve Allah Resulünün (s.a.a) huzuruna göndermişti. Bu elçiler Medine’ye gelerek İslam Peygamberinin (s.a.a) huzuruna varmışlardı ve Allah Resulü (s.a.a) de bunlara Yasîn sûresini okumuştu. Elçier, Allah Resulünün (s.a.a) gönül okşayan sesiyle okunan ilahî kelamı duyunca gözleri yaşla dolup taşmış ve o hazretin hakkaniyetini anlamışlardı.

    Yüce Allah da indirdiği ayetlerde bu elçileri şöyle tanıtmıştır:

“...bunun sebebi de, onların içinde ilimle, ibadetle uğraşanlarla rahiplerin bulunuşudur...” [7]

“Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, inanıyorlar buna.” [8]

“İşte onlardır ki mükâfatları iki kat verilir onlara sabrettiklerinden dolayı ve onlar, iyilikle giderirler kötülüğü ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden bir kısmını yoksullara harcarlar.” [9]

    Dürr’ül Mensur kitabında İbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hatem ve İbn-i Merduye’nin nakline göre İbn-i Abbas şöyle demiştir:

      “Allah Resulü (s.a.a), Mekke’de bulunduğu dönemde ashabının müşrikler tarafından baskı altında tutulmasına üzlüyor ve onlara bir zarar gelmesinden endişe ediyordu. Bu yüzden ashabından bazılarını Cafer b. Ebutalib, İbn-i Mesud ve Osman b. Mazun önderliğinde Habeşistan kralı Necaşi’nin yanına göndermişti.

Bu olaydan haberdar olan müşrikler, Amr b. As sözcülüğünde bir grubu Habeşistan’a gönderdi. Amr b. As atak davrandı ve Müslümanlardan önce Habeşistan’a varıp Necaşi’ye dedi:

    Aramızdan biri kalkmış ve peygamber olduğunu söylüyor; sözleriyle halkın aklını çeliyor. Şimdi de senin ülkene bir topluluğu yollamıştır ki, buraya yerleşip saltanatını zayıflatsınlar. Biz dostluk bilinciyle bunu bildirmek ve gelişen olaydan haberdar etmek için buraya gelmiş bulunuyoruz.”

    Necaşi şöyle dedi: Bekleyelim de gelsinler ve onları dinleyelim; bakalım ne diyorlar.

Bir süre sonra Allah Resulünün (s.a.a) ashabı da gelip çatmış ve kapıcıyla şu mesajı yollamışlardı: Eğer izin verirseniz, Allah dostları girsinler.

     Necaşi dedi: Bırakın gelsinler, Allah dostlarına selam olsun.

     Muhacirler salona girip selam ettiler. Mekke’den gelen müşrikler, Necaşi’ye yönelerek alaylı bir edayla şöyle dediler: Kralımız, biz dost olduğumuzu ve devletinizin bekasını istediğimiz için huzura vardığımızı arzetmedik mi? Görüyorsunuz ya, kral huzurunda gözetilmesi gereken kural ve saygıyı bir kenara atıp selam veriyor ve bununla da yetiniyorlar.

     Necaşi dedi: Benim huzurumda gözetmeniz gereken saygı tarzını bir yana bırakıp da neden selam verdiniz?

    Muhacirler dedi: Biz cennet ehlinin ve Allah meleklerinin selamıyla seni selamladık.

     Necaşi sordu: Önderinizin Hz. İsa (a.s) ve annesi hakkındaki düşüncesi nedir?

     Muhacirler şöyle dedi: İsa, Allah’ın kul ve elçisidir; Allah’tan bir kelimedir; Allah’tan bir ruhtur ki Meryem’in rahmine salmış ve ondan dünyaya getirmiştir. Meryem ise, evliliği terk eden ve Allah’ı anarak gönlünü her şeyden koparan bakire ve pakize bir kızdır.

     İbn-i Abbas olayın devamını şöyle anlatır: Necaşi bunları duyunca, yerden bir çöp aldı ve dedi: İsa ve Meryem, sizin önderinizin dediği gibidir ve bu çöp kadar da bir fazlalık yoktur.

     Necaşi’nin bu sözünü duyan müşriklerin elçileri, rahatsız oldu ve suratlarını astılar.

     Necaşi tekrar söze başladı ve sordu: Size inen sözlerden ezberledikleriniz de varsa okuyun!

      Muhacirler, “Ezberlediklerimiz vardır.” dedi ve yüce Allah’ın indirdiği Kur’an-ı Kerim’den okumaya başladılar. Her yer Nasranî keşiş, ruhban ve büyükleriyle dolmuş ve her kes kulak kesilmişti. Okunan her ayet bir gerçeğe ışık tutuyordu ve Nasranî büyüklerinin gözlerinden yaş olup akıyordu.

Yüce Allah bir anlama o günkü olayı şöyle canlandırmaktadır:

“İnananlara sevgi bakımından en yakınları da biz Nasrânîyiz diyenlerdir. Bunun sebebi de, onların içinde ilimle, ibadetle uğraşanlarla rahiplerin bulunuşudur ve bir de onlar, ululanmazlar. Peygamberlere indirileni duydular mı gerçeği tanıdıklarından görürsün ki gözleri yaşla dolar da taşar.” [10]

   Kummî, kendi tefsir kitabında bu olayla ilgili olarak uzun ve ayrıntılı bir rivayet nakletmektedir ki bu rivayetin son bölümü şöyledir: Keşiş ve rahipler Habeşistan’a döndüklerinde Allah Resulünün (s.a.a) okuduğu ayetleri Necaşi’ye ve keşişlere okudular. Bu ayetleri duymakla ağlamaya başladılar. Necaşi, halkından korktuğu için gizli olarak İslam’ı kabul etti ve Allah Resulünün (s.a.a) huzuruna varmak için de Habeşistan’dan ayrılmaya karar verdi. Yolculuk hazırlıklarına başladı ve nitekim yola koyuldu. Kızıl denizi geçtikten sonra Allah Resulünün (s.a.a) huzuruna varamadan dünyadan göçtü.

 

Dr.İbrahimiyan

 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Yunus, 57

[2] Bakara, 65-66

[3] Nehc’ül Belağa, 176. hutbe

[4] Nehc’ül Belağa, 193. hutbe

[5] Hadid, 16

[6] Mâide, 82

[7] Mâide, 82

[8] Kasas, 52

[9] Kasas, 54

[10] Mâide, 82-83