Kur'an-ı Kerim'de Ahlak 18

Kur'an-ı Kerim'de Ahlak 18

Bir çok rivayette susmak ve dil hakkında açıklamalar yer alırken, her iki durum için özel önemi olduğu beyan ediliyor. Ahlak bilginleri açısından da susmak ve dil büyük önem arz ediyor, öyle ki bu kesime göre hak yolunu izleyen insanlar sessizliğe uymadan ve dillerini bulaştığı türlü günahlardan korumadan, başka ibadetlerde büyük çaba sarf etmelerine karşın bir yere varamazlar.

Bir başka ifade ile nefsin tezhibi ve Allah yolunun izlenmesinin anahtarı bu iki konuya özen göstermektir. Yani bu iki konudan geriye kalanlar yüce hedeflere ulaşamazlar. Şimdi gelin birlikte bu bağlamda söz konusu olan rivayetlere ve ayetlere şöyle bir göz atalım. Kur'an'ı Kerim’in iki ayetinde susmaktan yüce bir değer şeklinde söz edilmiştir.

Bunlardan biri Hz. Meryem öyküsündedir. O hazret doğum sancıları başladığında ve herkesten uzak kurak bir çöle çekildiğinde içini derin bir hüzün ve acı sarmıştı. Üstelik bebeği doğduğunda imansız halkın türlü iftiralarına maruz kalacaktı, öyle ki Allah’tan ölümünü diledi. İşte o sırada nida geldi ve ona üzülmemesini, yüce Allah onun ayağının altından bir çeşme fışkırttığını ve kurumuş hurma ağacını yeniden canlandırdığını, bu ağacın meyvesini yemesini ve çeşmenin suyunu içmesini ve doğuracağı bebekle gözünü aydınlatmasını ve ne zaman bir insanla karşılaşır ve kendisinden izahat isterse ona “ben yüce Allah için oruç tuttum ve bugün hiç kimse ile konuşmayacağım” demesini buyurdu.

Burada üzerinde durmak istediğimiz konu, susma adağı emrinin ister vahiy meleği Hz. Cebrail veya ister Hz. İsa tarafından tebliğ edilmiş olsun, ilahi bir emir olmasıdır. Bilindiği üzere adak, ilahi önceliği ve makbuliyeti olan ameller için yapılır. Bu yüzden susma orucu en azından o çağda yaşayan ümmet arasında ilahi bir ameldi ve ayetten anlaşıldığı üzere o çağda yaşayan insanlar susma orucunu biliyordu. Bu yüzden Hz. Meryem işaretle susma orucu tuttuğunu söyleyince hiç kimse onu eleştirmedi. Gerçi İslam dininde susma orucu zaman ve mekan şartları değiştiği için haram ilan edilmiştir.

Nitekim İmam Seccad (sa) bir hadiste susma orucunun haram olduğunu buyurur. Benzer bir hadise İslam peygamberi (sav) ve İmam Ali’nin (sa) vasiyetlerinde de rastlamaktayız. Yine İmam Sadık’tan bir hadiste İslam dininde sabahtan akşama kadar susma orucu diye bir şey olmadığını okumaktayız. İslam dininde önemli bir hüküm, insan oruç tuttuğu vakit dilini her türlü batıl ve günah sözden korumasıdır, nitekim gözünü ve kulağını da her türlü günaha bulaşmaktan koruması gerekir. İmam Sadık (sa) bir hadiste şöyle buyurur: Oruç sadece yemek ve içmekten sakınmak değildir.

Hani Hz. Meryem dememiş miydi ben Allah’a adadığım için susma orucu tuttum. Dolaysıyla oruçluyken dilinizi koruyun ve gözlerinizi günahtan sakındırın. Tüm bu ayetler ve hadisler susmanın önem ve değerini ortaya koyuyor. Meryem suresinin 10. Ayetinde susmanın önemine bir başka yerde de işaret ediliyor. Hani Hz. Zekeriya’nın öyküsü anlatılırken şöyle okumaktayız: (Allah şöyle buyurdu:) Ey Zekeriyya! Biz sana bir oğul müjdeleriz ki, onun adı Yahya'dır. Daha önce ona kimseyi adaş yapmadık. Zekeriyya: Rabbim! dedi, karım kısır olduğu, ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde, benim nasıl oğlum olabilir?

Allah: Öyledir, dedi; Rabbin: O bana kolaydır. Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım, buyurdu. O: Rabbim! dedi, (çocuğum olacağına dair) bana bir işaret ver. Allah: Sana işaret, sapasağlam olduğun halde üç gün insanlarla konuşamamandır, buyurdu. Gerçi bu ayette susma fiili ne takdir ve ne de tenkit ediliyor, ancak yine de Zekeriya için ilahi bir ayet olarak belirlenmesi bile ilahi değerini ortaya koyuyor.

Aynı tabir Al-i İmran suresinin 41. Ayetinde de yer alıyor: Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alâmet göster, dedi. Allah buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et. Kuşkusuz dil, insan ruhunun dış dünyaya açılan kapısıdır.

Şöyle ki bir insan konuştuğu zaman içindeki olup bitenleri anlamak mümkün. Ve yine kelimeler ve sözcükler her insanın içini ve ruhunu etkileyen ve zamanla şekillendirendir. Özetle bu iki durumu bir birini karşılıklı etkilemektedir. Kur'an'ı Kerim’in ayetleri arasında Muhammed suresinin 30. Ayeti dille düşünce ve ahlak arasında özel bir bağ bulunduğunun şahididir, öyle ki dile getirilen sözcükler insanın içini ortaya koyar ve bu bağı kullanarak insanlar ta eskilerden biri başkalarının niyetini, düşüncelerini ve sırlarını anlamıştır. Münafıklar hakkında olan bu ayette şöyle okumaktayız:

Biz dileseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları konuşma tarzlarından tanırsın. Allah işlediklerinizi bilir. Evet, İslami rivayetlerde bu iki konunun arasındaki bağlantıya sık sık vurgu yapılmıştır. Örneğin İmam Ali’den (sa) ünlü bir hadiste şöyle okumaktayız: Her insan içindeki sırlarını ağızdan çıkan sözlerle gün ışığına çıkarır, ya da yüzüne yansıyan ifade ile ortaya koyar. Bu vecize aslında psikoloji ilminin temellerinden birini oluşturabilir ve insan dilinin ruhunu yansıtan bir ayna olduğunu gösterir. Yine İmam Ali’den (sa) bir başka hadiste şöyle okumaktayız:

Her insanın dile getirdiği sözler aklının ölçeğidir. İmam Ali (sa) bir başka yerde yine anlamlı bir vecizesinde şöyle buyurur: Bilmediğin ve hakikatinden haberdar olmadığın bir şeyin hakkında konuşmaktan sakın, çünkü senin sözün aklının ölçeğidir ve nasıl ibadet ettiğin ne kadar marifetli olduğunu ortaya koyar. Sözün özü, dilin insanın kişiliğini ve beşeri toplumları geliştirmekte o kadar etkilidir ki bu gerçek herkesçe bilinen bir gerçektir. İşte bu yüzden İslam rivayetlerinde ve Kur'an'ı Kerim ayetlerinde de sık sık vurgulanmıştır. Kuşkusuz ilahi büyük nimetler büyük sermayelerdir, ancak bu o kadar da tehlikeler ve afetler vardır. Dağlar her ne kadar daha fazla yüksek olursa bereketi de o kadar fazladır, ama aynı zamanda onlardan düşmek de bir o kadar tehlikeli olabilir.