Kur'an Bir Mucizedir

Kur'an Bir Mucizedir

Kur'an'ın Mucize Oluşu Hakkında. Dr. İbrahimiyan

 

 

Kur’an-ı Kerim’in Mücize Oluşu

Dr.İbrahimiyan

Yüce Allah’ın elçiler göndermiş olması, insanlığa olan lütuf ve inayetlerindendir. Allah tarafından elçilikle görevlendirilen bu örnek insanlar, “elçilik” iddialarını doğrulayabilmek için delil ve kanıta muhtaç olmuşlardır. İşte bu delil ve kanıta “mücize” denmektedir.
   Elçilik ve risaletleri ebedî olmayan elçilerin mücizeleri de ebedî olmamıştır. Peygamberliği ebedî olan Hatem’ül Enbiyanın (s.a.a) mücizesi ise ebedî olmuştur. Hz. Hatem’ül Enbiyanın (s.a.a) bu ölümsüz mücizesi Kur’an-ı Kerim’den ibarettir.
   Mücize, peygamberlik iddiasında bulunan şahıs tarafından gerçekleştirilen harikulade bir iştir. Mücize, nedenler silsilesini reddetmek anlamı taşımamakta ve aynı zamanda da nedensiz bir olgu değildir. Mücize, bilinmeyen bir takım maddî nedenlere sahiptir.
       Mücizeler, sarsılmaz ve yenilmez nedenlere dayalı olduğu için asla alt edilemez.
      Kur’an-ı Kerim’in bu husustaki ayetlerinden bazıları şöyledir:

Ve şüphe yok ki bizim ordumuz, elbette üstündür.” [1]
“Allah yazdı, takdîr etti ki andolsun, ben ve peygamberlerim üst geleceğiz; şüphe yok ki Allah pek kuvvetlidir, üstündür.”[2]
“Ne önceden onun hükümlerini iptâl eden bir kitap gelmiştir, ne de ondan sonra gelir ve bâtıl, ona zarar veremez; hüküm ve hikmet sâhibinden, hamde lâyık mâbut tarafından indirilmiştir.”[3]
“Şüphe yok ki Kur'ân'ı biz indirdik ve şüphe yok ki onu mutlaka koruyacağız.”[4]

Kur’an-ı Kerim, kuvvet ve kudret sahibinden kaynaklandığı için güçlüdür ve yenilgiye uğramaz. Sihir ve büyü ise alt edilebilir ve bozguna uğratılabilir.
     Mücizeler, peygamberlerin canlarıyla ilintilidir ve her peygamberin canı bir mücizeyi gerekli kılmaktadır.
     Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

“Ve andolsun ki senden önce nice peygamberler gönderdik, onlardan, sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da ve hiç bir peygamber, Allah'ın izni olmadıkça bir delil, bir mûcize gösteremez; derken Allah'ın emri gelince gerçek olarak hükmedilir ve işte buracıkta, boş şeylere uyanlar, ziyan eder gider.”[5]
      Şu bir gerçek ki, maddî nedenlerin tesiri ve peygamberlerin canlarının etkisi yüce Allah’ın izin ve iradesine bağlıdır. Şanı yüce Allah’ın irade ve meşiyeti bir şeyi gerektirmedikçe, o şey gerçekleşmeyecektir.

Bu bağlamdaKur’an-ı Kerim buyurmaktadır

Emri, bir şeyin yaratılmasına taalluk eder, birşeyi yaratmayı dilerse ona ol der, hemen oluverir.”[6]
“Ve Allah dilemedikçe onlar, dileyemezler; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.”[7]
Kur’an-ı Kerim her kesim için mücizedir; belagatıyla söz mülkünün sultanlarına, hikmetiyle hikmet ehline, bilimiyle bilgelere, sosyal boyutuyla sosyologlara, siyasî gerçekleriyle siyaset adamlarına, yönetim tarzına ışık tutan beyanıyla yöneticilere, insanların ulaşamayacağı gerçekleri açıklamasıyla da bütün dünya halklarına... bir mücizedir.

Mücizenin Şartları:

Harikuladelik özelliği olan bir iş, aşağıda belirtilen şartlara sahip olduğu taktirde “mücize” olarak tanımlanır:

1-Yüce Allah tarafından elçilikle görevlendirildiğini iddia eden kimsenin, söz ve iddiasının doğruluğunu kanıtlama bağlamında harikulade bir iş gerçekleştirmesi.
    2-Şahsın iddia ettiği makamın, akıl açısından mümkün olması gerekliliği. Ancak eğer iddia edilen makamın akıl açısından gerçek dışılığı kesin olursa, gerçekleştirilen hiç bir harikulade iş sözün doğruluğunu kanıtlayan delil olamaz ve bu harikulade iş “mücize” olarak da tanımlanmaz.
    Bu, şöyle örneklendirilebilir: Bir insan ilahlık iddiasında bulunacak olsa, bu iddianın doğru olması mümkün değildir. Çünkü aklî deliller, bu savın sırf bir yalan olduğunu açıkca kanıtlamaktadır.

3-İddia edilen makamın din açısından da kabul edilir olma gerekliliği. İnsanın iddia ettiği makam sahih ve kat’i hadisler uyarınca yalan ise, bu insanın gerçekleştirmiş olduğu harikulade iş, sözünün doğruluğuna delil olamamakla birlikte mücize de adlandırılamaz. Mesela biri, Hz. Hatem’ül Enbiyadan (s.a.a) sonra peygamber olduğunu iddia edecek olsa bu insan kesinlikle yalancıdır.

4-İnsan tarafından gerçekleştirilen harikulade iş, şahsın yalancı olduğuna değil, iddiasının doğruluğuna kanıt olmalıdır. Müseyleme’nin peygamberlik iddiasında bulunduğu nakledilmiştir. Bu insan, mücize olarak da suyu az olan bir kuyunun suyunun çoğalması için kuyuya tükürmüş ama kuyu tamamen kurumuştur. Hanefiye soyuna mensup bazı çocukların başını okşamış ve çocukların saçları dökülmüş veya bazı çocukların dillerine dokunmuş ve onlar da kekeme olmuşlardır.

5-Mücize, ne dakik nazarî bilim, teknik ve sanatların birine dayalı olmalıdır ve ne de öğretilebilir veya öğrenilebilir türden olmalıdır. Büyücülerin veya bazı bilim ve sanat sırlarına harfiyen vakıf olan insanların yaptıkları harikulade işlere “mücize” denmez. Çünkü bu tür işlerin bir takım özel bilimsel ve edinilebilir kanun ve kaidelere dayandığı, yine bilim yoluyla ve bazı özel alametlere istinaden bilinmektedir. Bu bilimsel ve edinilebilir yasaları öğrenen, kendine özel kural ve ölçüleri uygulayan her kes, kesinlikle bu fizik veya kimya sonuçlarına ulaşacaktır.

Mücizede Uyum Ve Benzerlik

Her kes mücizeyi tanıyamaz; ancak mücizeye benzeyen bilim ve teknik alanında uzmanlığı olan kimseler, mücize ile bilimsel ve teknikî işlemler arafındaki farkı anlayabilirler. Bilgin ve bilge insanların mücizeyi daha çabuk anlamaları ve onaylamalarının nedeni de budur. Ve yine bu nedenledir ki yüce Allah’ın hikmeti, her peygamberi bir mücizeyle onurlandırmayı gerektirmiştir ki bu mücize, her peygamberin yaşadığı zaman ve mekana mahsus bilim ve teknik ile benzeşmiş olup bu bilim ve tekniğe vakıf olan günün insanları tarafından mücize gerçeği algılanabilsin ve de normal insanların böyle bir şeyi yapamayacaklarına inandırabilsin. Çünkü böyle bir durumda hem mücize gerçeğini anlayabilenler çok olacak ve hem de kanıt daha sağlam ve daha açık olacaktır.
    Yüce Allah’ın Hz. Musa’yı (a.s) asa ve yed-i beyza (elinin beyaz olması) mücizesiyle onurlandırması, bu tümel yasa ve ilahî hikmete dayalıdır. Hz. Musa’nın (a.s) döneminde büyü çok yaygındı ve bu alanda uzmanlığı olan kimseler, Hz. Musa’nın (a.s) mücizelerini görünce her kesten önce onu doğruladı ve iman ettiler.

Hz. İsa (a.s) döneminde de Yunan tıbbı doruk noktasına çıkmıştı ve dönemin tabipleri, hayretler uyandıran tedaviler gerçekleştiriyorlardı. Yunan sömürgelerinden olan Suriye ve Filistin’de tıp biliminin daha özel biri yeri vardı. Hz. İsa’yı (a.s) bu iki bölgede peygamber olarak görevlendiren ve tebliğ sorumluluğunu yükleyen hikmet sahibi Allah, Hz. İsa’yı (a.s) tıbba benzer ve tabiplerin yaptığı işlerle uyumlu olan bir mücizeyle onurlandırdı. Böylece hikmet ve kudret sahibi yüce Allah, Hz. İsa’ya (a.s) ölüyü diriltme, çaresi olmayan hastalıklara şifa verme ve anadan doğma körlerin gözünü açma mücizeleri verdi ki insanlar, böyle bir işin insan gücünün ve tıp ilminin ötesinde olduğunu ve de gaybî bir kaynaktan esinlendiğini anlayabilsinler.

Cahiliyet dönemindeki Arap halkı ise bilim, teknik ve sanat alanında fesahat (anlatış düzgünlüğü ve açıklığı sanatı) ve belagat (güzel konuşma ve yoruma yer bırakmama sanatı) ile ün salmış ve bu sanatın zirvesine ulaşmıştı. Onur ve kıvanç amaçlı şiir ve hitabet yarışmaları düzenlenir ve hatta bazen Arap kabilelerine mensup şairler ve hatipler, hakemler kurulu karşısında en güzel şiirlerini ve en edebî hitabelerini dile getirirlerdi. Hakemlerin görüş bildirmesinden sonra en iyiler seçilir ve derece alan şairler ve hatipler teşvik edilir/övülürdü.

En iyiler arasında yapılan elemelerden sonra da her zamanın en iyileri seçilip altın suyuyla yazılmış ve Kâbe’nin duvarına asılmıştı. Kâbe’nin duvarına yedi şiir/kaside asılmıştı ve bunlar, “Muallakat-ı Seb’a=Yedi Asılanlar” adıyla meşhur olmuştu. İşte bu tarihten sonra güzel şiirler/kasideler onlarla karşılaştırılır ve “Altın Şiir” olarak tanımlanırdı.

Dönemin Arabistan yarımadası bu durumdaydı ve ilahî hikmet, İslam Peygamberini (s.a.a) Kur’an-ı Kerim’in harikulade beyan ve fesahat mücizesiyle onurlandırmayı gerektirmişti. Yüce İslam Peygamberinin (s.a.a) Kur’an dışında mücizeleri olduğunu da unutmamak gerekir. Bu mücizelerden bazıları şöyledir: Yüce Peygamberimizin (s.a.a) emri üzere ayın yarılması, kertenkelenin konuşması ve çakıl taşlarının tesbih zikriyle dile gelmesi.

Peygamberimizin (s.a.a) bu mücizeleri arasında Kur’an-ı Kerim daha önemli, daha sarsılmaz ve daha ilginçtir. Bunun nedeni ise şöyle özetlenebilir:

1-Evrenin yaratılış ilminin sır, şifre ve inceliklerinden habersiz olan dönemin okuma yazma bilmeyen Arap toplumu, bu alanlarda getirilebilecek mücizeler hakkında şüphe edebileceklerdi veya bu tür mücizelerin, kendileri açısından meçhul olan bir takım doğal veya sanatsal neden ve etkenlere dayalı olduğunu düşünebileceklerdi veyahut da sihir ve büyü olarak tanımlayabileceklerdi. Ancak şu da bir gerçektir ki dönemin Arap halkı, Kur’an’ın belagat mücizesine asla şüphe ile yaklaşamayacaktı. Çünkü onların kendisi, belagat alanında çok bilgili ve sırlarından da haberdar idiler.

2-Yüce Peygamberimiz (s.a.a) tarafından gerçekleştirilen diğer mücizeler, geçiciydi ve belli bir süre geçtikten sonra da tarihte gerçekleşen olaylar arasında kalacaktı. Kur’an ise hem kendisi ebedîdir ve hem de mücize oluşu.

Kur’an-ı Kerim’in mücize oluşu çok boyutludur ve burada bazılarına değineceğim.

-Kur’an’ın, indiği insan yönünden mücize oluşu

Kur’an’ın, öğretilerinin ve gerçeklerinin okula gitmemiş ve ders okumamış biri tarafından bizlere ulaşmış olması, Kur’an’ın mücize olduğunu kanıtlayan delillerdendir.

Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Allah isteseydi okumazdım onu size ve o da, onda ne olduğunu bildirmez, anlatmazdı size. O inmeden önce de aranızda ömür sürmüştüm, hâlâ mı aklınızı başınıza almıyorsunuz?”[8]

Peygamberimizin (s.a.a) bir Rum demirciden okuma-yazma öğrendiğine dair ortaya atılan iddiayı Kur’an-ı Kerim şöyle yalanlamaktadır:

“Andolsun ki biz biliyoruz, onlar, bunu ona ancak birisi öğretmede diyorlar. Bellettiğini sandıkları adam, yabancıdır, Arapçayı doğru düzen konuşamaz, bu Kur’ân'sa, apaçık Arap diliyle.”[9]

-Kur’an’ın uyum açısından mücize oluşu

Kur’an’ın ayetleri ve içeriği arasında en küçük bir ihtilaf ve çelişki dahi söz konusu değildir. Şöyle ki: Akıl, bilgi ve tecrübe sahibi her insan gayet iyi bilir ki yalan ve iftira üzere kurulan her şeriat ve yasamada veya söylenen sözlerde ister istemez tezat ve çelişkiler olur. Kur’an’ın bir defada nazil olmadığı ve yirmi üç yıl zarfında ve gelişen farklı olaylara istinaden indiği gerçeği de göz önünde bulundurulacak olsa, Kur’an’ın yüce Allah katından indiği ve insan gücünün ötesinde olduğu daha açık olarak anlaşılacaktır. Kur’an bir insanın uydurmalarından ibaret olsaydı, yirmi üç yıllık bir zaman zarfında inen Kur’an ayetlerinin bir araya toplanmasıyla bazı uyumsuzluk ve çelişkilerin ortaya çıkması gerekecekti.

Velid b. Muğire’nin, Kur’an hakkındaki görüşünü soran Ebu Cehil’e verdiği cevap da bu konuyla ilintilidir. Velid b. Muğire şöyle dedi:

“Kur’an hakkında ne diyebilirim ki? Andolsun Allah’a ki, sizin aranızda Arap şiir ve kasidelerini benden iyi tanıyan biri yoktur. Fesahat ve belagatın sırlarına, şiir ve recez (şiir diliyle yergi) inceliklerine vakıf olmada kimse benimle boy ölçüşemez. Şiirin her türünden ve hatta cinlerin şiirlerinden bile haberdarım. Andolsun Allah’a ki, Muhammed’in söyledikleri bu sıraladıklarımın hiç birine benzememektedir. Muhammed’in söylediği sözlerin güzellik ve çekiciliği, belagat yoğrulu her sözün güzellik ve tatlılığını alt etmiştir; bütün sözlerden üstündür ve ondan daha güzel söz düşünülemez bile.”

Ebu Cehil, Velid’in sözüne karşılık şöyle dedi: “Andolsun Allah’a, Muhammed’in sözleri hakkında bir şey demeyecek olsan, kavim ve akrabaların senden razı olmayacaklardır.”

Velid dedi: “Bu konu hakkında düşünmem için biraz sabret.”

Velid uzun bir süre düşündükten sonra şöyle dedi: “Kur’an, Muhammed’in büyücülerden öğrenmiş olduğu bir büyüdür.”[10]

Kur’an’ın gaybî haberler konusunda mücize oluşu

Kur’an-ı Kerim bazı ayetlerinde, gelecekle ilgili önemli olaylardan haber vermiştir.

1-Bedir savaşı hakkında verdiği haber

“Hani Allah, o iki bölükten birinin muhakkak sizin olacağını vaad-ediyordu da siz, silâhı bulunmayanların, elinize düşmesini istiyordunuz. Halbuki Allah, sözleriyle, gerçeği yerine getirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu. (Bu yüzden, istememenize rağmen sizi Kureyş ordusuyla yüz yüze getirdi ve bu büyük zafer size nasip oldu).”[11]

2-İslam Peygamberinin (s.a.a) düşmanlarının akibeti hakkında verdiği haber

“Artık sen emredildiğin şeyi açıkla ve şirk koşanlardan yüz çevir. O alaycılara karşı biz yeteriz sana. Onlar, Allah'tan başka tanrılar da kabul etmişlerdir; yakında bilip anlayacaklar.”[12]

Bu ayet-i kerime Mekke’de ve İslam davetinin başladığı günlerde nazil olmuştur. Bezzar ve Taberanî gibi bazı tefsir bilginleri, bu ayetin iniş nedenini Enes b. Malik’ten şöyle rivayet etmişlerdir:

“Allah Resulü (s.a.a) bir gün Mekke’de bir grup insan yanından geçerken, onlar Peygamberle (s.a.a) alay etti ve ‘Kendini peygamber ve Cebrâil ile birlikte zanneden işte budur.’ dediler.”[13]

İşte burada bu ayet inerek Peygamberin (s.a.a) zaferini, ona nasip olacak gaybî yardımları müjdeledi ve de Allah Resulünü (s.a.a) alay eden azgınların yenilgi ve hezimetlerini ilan etti. Bu ayet öyle bir zamanda inmişti ki, kimse bir gün Kureyş’in büyüklük ve azametini kaybedeceğini, Allah Resulünün (s.a.a) zaferi sonrasında saltanat ve güçlerinin yok olacağını tahmin bile edemezdi.

3-Peygamberin (s.a.a) Medine’den Mekke’ye dönüşü ve zaferle Mekke’ye girişi hakkında verdiği haber

“Ve andolsun ki Allah, Peygamberine gerçek bir rüya göstermiştir; Allah dilerse emîn olarak ve başlarınızı tıraş ettirerek, saçlarınızı kestirip kısaltarak elbette sizi Mescid-i Harâm'a sokacak; gerçekten de o, sizin bilmediğinizi bilmektedir, derken bundan başka da yakın bir fetih ve zafer gerçektir.”[14]

4-İran ve Rum hakkında verdiği haber

“Rûm mağlûb edildi. En yakın bir yerde, fakat onlar bu mağlûbiyetten sonra galip olacaklar.”[15]

Bu ayetin vermiş olduğu haber on yıldan daha az bir süre zarfında gerçekleşti. Rum kralı İran’ı yendi ve Rum ordusu Fars topraklarına girdi.

5-Ebu Leheb’in hakkında verdiği haber

“Elleri kuruyasıca Abû-Leheb ve kendi, kurudu da. Malı da bir fayda vermedi ona, kazandığı da. Alev-alev yanan bir ateşe atılacaktır o da. Ve odun hamalı, karısı da.”[16]

Ebu Leheb hayattayken inen bu sûre, Ebu Leheb’in karısıyla birlikte cehennem ateşine girme olayından haber vermektedir. Bu ayetlerden, Ebu Leheb ve karısının hayatta oldukları sürece İslam’ı kabul etmeyecekleri ve inatlarını sürdürecekleri anlaşılmaktaydı. Kur’an’ın verdiği bu haber vuku buldu ve onlar küfr halinde bu dünyadan ayrılıp cehennem azabına düçar oldular.

Kur’an’da yaratılış sırları

Kur’an-ı Kerim bir çok ayetlerinde yaratılış, tabiat, gökler... ile ilgili bazı yasalara değinmiştir. Kur’an, bu gerçek ve sırlara ulaşılamayacak bir dönemde bunlardan bahsetmiştir. Vahiy ve gaybî ilişkiler olmaksızın kimse bu gerçeklerden haber veremezdi. O dönemde de Yunanlı veya başka bazı bilginler yaratılış sırlarından bazılarını keşfetmişlerdi, ancak Arap toplumunda bu tür olaylardan kesinlikle hiç bir haber yoktu. Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği bu yaratılış sırlarının, bilimsel gerçeklerin ve evren hakkındaki inceliklerin bazıları şunlardan ibarettir:

1-Kur’an’da ölçü ve denge yasası

“…ve oradan, taktîrimize göre, her şeyi bitirdik.”[17]

Bu ayet, evrenin dakik sırlarından biri olan bitkilerin uygun, ölçülü ve belirli bileşimine değinmiştir.

2-Kur’an’da aşılama yasası

İlahî vahyin değindiği ilginç sırlardan biri de bitkiler alemindeki aşılama konusudur. Ağaçlar ve bitkiler, rüzgar aracılığıyla aşılanır ve bu aşılanma sayesinde de bitkiler ürer; çiçekler ve meyveler meydana gelir.

Kur’an-ı Kerim bu bağlamda şöyle buyurmaktadır:

“Yüklü rüzgârlar gönderdik…”[18]

Bahsi edilen aşılanma bazen rüzgarlar aracılığıyla gerçekleşir. Şöyle ki: Sarı erik, çam ağacı, nar, portakal, pamuk ve hububat cinsinde... aşılama sadece rüzgarlarla sağlanır. Taneler onların tomurcuklarına ulaştığında tomurcuklar arasında bulunan torbacıklar açılır, torbacıkların içinde bulunan tozumsu madde rüzgar aracılığıyla alınır ve dişi çiçeklerin üzerine serpilir ve böylece aşılama işi gerçekleşmiş olur.

3-Kur’an’da çift/eşlik yasası

Kur’an- Kerim bir diğer bilimsel gerçeği şöyle duyurmaktadır: Çiftleşme yasası sadece canlılar hakkında değil, bitki türlerinin tümü hakkında geçerlidir.

Konuyla ilintili Kur’an ayeti şöyledir:

“…orada her çeşit meyveyi çifter-çifter halketmiştir.”[19]

Bu alandaki bir diğer ayet şöyle buyurmaktadır:

“Şânı yücedir, münezzehtir yerden bitirdiği şeyleri ve kendilerinden meydana gelen çocukları ve daha da bilmedikleri şeyleri çifter-çifter halk edenin.”[20]

4-Kur’an’da yerin hareket etmesi

Kur’an’ın duyurduğu bilimsel gerçeklerden bir diğer de yerin harek etmesi gerçeğidir.

Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Öyle bir mâbuttur ki yeryüzünü size beşik kılmış …”[21]

5-Kur’an’da bilinmeyen kıta

Kur’an’ın on dört asır önce haber verdiği ve perde araladığı sırlardan bir diğeri de ancak asırlar sonra keşfedilebilen bir kıtanın varlığıdır.

Kur’an bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“Rabbidir iki doğunun ve Rabbidir iki batının.”[22]

Anlaşıldığı kadarıyla bu ayet, yer kürenin diğer sathında bulunan bir kıtanın varlığından bahsetmektedir. Güneşin kıtalarda batışı, işte o kıtaya doğuşunu gerektirmektedir. Bu sözümüzün kanıtı, Kur’an-ı Kerim’in şu ayetidir:

“Sonunda bizim tapımıza geldi mi keşke der, seninle benim aramda doğuyla batı kadar bir uzaklık olsaydı, gerçekten de ne kötü arkadaşmış.”[23]

Doğu ve batı sözcüklerinin tekil olarak kullanıldığı ayetlerde kastedilen şey, doğu ve batı türüdür. Örneğin: “Doğu ve batı Allah’ındır.”

Doğu ve batı kelimelerinin tesniye (=ikili) olarak kullanıldığı “iki doğu” ayetlerde ise yer kürenin diğer yanında bulunan başka bir kıtanın varlığına işaret edilmiştir.

Doğu ve batı sözcüklerinin çoğul olarak kullanıldığı ayetlerde kastedilen şey ise ufuklara göre değişen ülke ve şehirlerin doğu ve batılarıdır.

6-Yerüzünün küre şeklinde oluşu

Yeryüzünün kürevi olduğunu da Kur’an-ı Kerim duyurmuştur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Zayıf, hor-hâkir bir hale getirilen kavme, yeryüzünün feyiz ve bereket ihsân ettiğimiz doğularını da, batılarını da mîras olarak verdik…”[24]

Bu alandaki bir diğer ayet şöyledir:

“Rabbidir göklerin ve yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin ve Rabbidir doğuların.”[25]

Bir başka ayet deşöyle buyurmaktadır:

Andolsundoğuların Rabbine ve batıların Rabbine, gerçekten de bizim gücümüzyeter.”[26]

Bu ayetler, güneşin doğduğu ve battığı yerlerin çokluğunu kanıtlamakla birlikte yeryüzünün küreselliğine de değinmektedir. Çünkü yeryüzünün kürevi olduğu düşünülecek olsa, güneşin yer kürenin her bir parçasına doğuş halinde olması diğer parçasına batış halinde olmasını gerektirecektir ve bu durumda da doğu ve batıların çokluğu kolayca anlaşılmış olacaktır. Yerin küreselliği kabul edilmeyecek olsa, ayetten anlaşılan doğu ve batıların çokluğu anlaşılır türden olmayacaktır.

Kur’an’ın belagat yönünden mücize oluşu

Kur’an-ı Kerim belagat, tatlılık ve yoruma yer bırakmayan açıklık/netliğiyle de mücizedir.
      Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

 “Yoksa kendi uyduruyor mu diyorlar? De ki: Hadi, gerçekseniz, Allah'tan başka gücünüz kime yetiyorsa, kimlere güveniyorsanız onları da çağırın da hep berâber, buna eşit on sûre meydana getirin. Fakat davetinize icâbet etmezlerse artık iyice bilin ki o, ancak Allah'ın bilgisiyle indirilmiştir ve ondan başka hiçbir tapacak yoktur. Hâlâ mı Müslüman olmuyorsunuz?” [27]

Bu bağlamdaki bir diğer ayet şöyledir:

“Yoksa onu Peygamber uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer öyle diyorsanız ve gerçekseniz Allah'tan başka gücünüz yettiği kim varsa yardıma çağırın da hep berâber onun bir sûresine benzer bir sûre meydana getirin. Hayır, onlar bilgileriyle kavrayamadıkları ve henüz zuhûr etmeyen vaitleri yalanladılar. Tıpkı bunun gibi evvelce gelip geçen ümmetler de peygamberlerini yalanlamışlardı. Bak da gör, zulmedenlerin sonları nice olmuş.”[28]

Kur’an-ı Kerim’e karşı cephe açanlardan biri olan Müseyleme “Fil” sûresine karşıt olarak şöyle saçmalıkta bulunmuştur:

“Fil. Nedir fil? Ne bilirsin nedir fil? Onun kısa bir kuyruğu vardır ve uzun da bir hortumu.”

Bazı Hristiyanlar da “Fatiha” sûresine karşıtlık olarak şöyle demişlerdir:

“Hamd, varlıkların Rabbi Rahmanadır. Din koyan güç sahibidir. Senin içindir kulluk ve senden dilenir yardım. Bizi iman yoluna ilet.”

 

 


[1] Sâffat, 173

[2] Mücadele, 21

[3] Fussilet, 42

[4] Hicr, 9

[5] Mümin, 78

[6] Yasîn, 82

[7] İnsan, 30

[8] Yunus, 16

[9] Nahl, 103

[10] Taberî Tefsiri, c: 29, s: 98

[11] Enfal, 7

[12] Hicr, 94-96

[13] Elbab’un Nukûl, Celalüddin Suyutî, s: 133

[14] Fetih, 27

[15] Rûm, 2-3

[16] Tebbet, 1-4

[17] Hicr, 19

[18] Hicr, 22

[19] Rad, 3

[20] Yasin, 36

[21] Ta-ha, 53

[22] Rahman, 17

[23] Zuhruf, 38

[24] Araf, 137

[25] Sâffat, 5

[26] Mearic, 40

[27] Hûd, 13-14

[28] Yunus, 38-39